Yaş 85. Hanım ölünce evde yapayalnız kalmış. Çocukların hepsi evli ve geçim derdinden, başka şehirlere gitmişler.
Yarım yüz yıllık dostum.
Telefonla arayıp müsaitse ziyarete geleceğimi söyledim; “Gel, buyur” dedi.
Vardım, kucaklaştık, ayakta hal-hatır soruştuk.
Çok sevindiğini bakışlarından anladım.
24 saatini bana bir anlat bakalım, deyince “Beş vakit namaz kılmak, hap yutmak, şurup içmek, televizyon seyretmek, yemek, içmek, yalnızlıkla kucaklaşıp yatmaktan başka bir şey yapmıyorum” dedi.
Cihat yapmaktan, Kur’an okumasını öğrenmeye zaman bulamamıştı.
Şimdi öğrenmeye kalksa gözler izin vermez, kursa o gidemez, hoca da ona gelemez.
“İnek almaz, dana emmez” bir durumda.
Cihat faaliyetleri ne oldu? Dedim, “Yoruldum” dedi.
Birkaç yıl önce beş vakit namazı cemaatle kıldığından camiyle kendi arasındaki mesafeyi on defa yürüdüğünden günlük hareketini yaptığından sağlıklı olduğunu hatırladı.
Bu günlerde evin içinde kendi ihtiyacını karşılayacak kadar yürüyebiliyormuş.
Çocukları ve torunlarıyla telefonla konuşmaktan çok mutlu oluyormuş.
Televizyondan ise haberleri izliyormuş.
Ömrü uzun olanların birçoğunun başına gelecek bu durum.
Hastalığı nedeniyle Oruç tutamıyor.
Fakir olduğundan Zekât veremiyor, Hac yapamıyor.
Elde kaldı yalnız kıldığı namaz.
Aman ya Rabbi, ben Namazın bu yönünü hiç aklımdan geçirmemiştim.
Yaşlılıkta Namaz, en büyük nimetmiş de farkına varmamışım.
“Telefon” deyip geçmeyin.
Bu günlerde ve yarınlarda maddi sıkıntı nedeniyle bir araya gelemeyenlerin arabulucusu telefonlar.
Canlı görüşmeler yüz yüze getiren telefonlar.
Altı çocuğunuz olduğunu, on sekiz torununuzun olduğunu, beş tane de torunun çocuğu olduğunu farz edin ve onlara açtığınız telefonlar ile onlardan gelen telefonların dedenin ruhunda estirdiği meltemi düşünün.
Tabii bunun olması için ne lazım?
“Para”
Hayır bilemediniz.
O şehirde çok paralı birçok zenginlerden baba öldükten sonra çocuklar arasındaki miras savaşında bir birleriyle küs olmuşlar, bir tanesi imza atmadığından mal bölüşümü yapılamadığından, para onları param parça etmiş.
Aile, mahalle, köy, şehir, millet ve milletler arasında bu mutluluk melteminin esmesi için, sevgiyi yaratan Rabbimizin kurallarına göre sevmek, saymak, haddini bilmek, helalinden kazanmak gerekir.
İki torununuz var dört yaşındalar.
Onlardan birine on lira verseniz öbürüne de vermeseniz haddi aşmış olursunuz.
Çünkü hediyeler eşit olarak verilir.
Birine on lira verseniz, öbürüne iki tane beş lira verseniz yine çocuk ruhunda haddi aşmış olursunuz.
Benim başıma geldi.
“Dede, bana bir tane verdin, ona iki tane verdin” dedi.
On beş torununuzun küçüklerine sakız bile verirken aynı renk ve aynı markadan olsun.
“İhtiyarlayınca bana baksın” diye çocuk yapılmaz.
Kendimize hizmetçi yetiştirmiş oluruz.
Hâlbuki Rabbimiz, kendisinden çocuk istediğimizde, o çocukta olması gereken iki özelliği bize haber verir:
“Onlar: "Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve çocuklar bağışla ve bizi mûttakilere imam/önder kıl" derler.” (Furkan süresi ayet 25/74)
Yüzümüzü kızartacak değil, gözümüzü ağartacak, bizi mutlu edecek ve müttaki insanlara yol gösterecek çocuklar istememize işaret eder.
Yol göstermek için bilmek gerekir.
Hak nedir, batıl nedir, hayır nedir, şer nedir, iyilik nedir, kötülük nedir bütün bunları İslam dini bildirmiş ve bu ilmi öğrenen ve onları uygulayacak ve de uygulatacak şekilde donanımlı çocuklar istememize Rabbimiz işaret eder.
İşte o çocuk, öğrendiği ilmin sevkiyle, başta ana-babası, akrabaları, komşuları, arkadaşları, köyü, şehri, milleti ve tüm insanlığın iki dünyasının güzel olması için çalışır.
Yorumlar
Kalan Karakter: