Üretmek kavramından her gün uzaklaşıyoruz.
Ekonomi ve iktisat bilimlerinin temel kavramı “Dünyada tüm imkânlar sınırlıdır. Buna karşılık insanların ihtiyaçları, talepleri sınırsız ve sonsuzdur” Sınırlı imkanları sınırsız taleplerimize göre kullanmak için iktisat tabiri doğmuş.
Ama biz o sınırlı imkânları bile ihtiyacımız nispetinde değil de keyif oranında kullanıp, heba etmeye öylesine alıştık ki.
Bu bilmeceyi çözen toplumlar ve milletler kalkınma yolunda dev adımlarla ilerlerken bizler hazır yiyici bir toplum olarak sınırlı imkânları bile ihtiyacımız için kullanma sınırlarını aşıp zevk ve keyif için tüketiyoruz.
Geçmişte cinsiyeti bilinmese bile doğacak çocuğun beleği ve beşiği hazır edilirdi. Günümüzde bu daha da ileri taşındı ve kız veya oğlan giysileri olarak hazır edilmeye başlandı. Ne var ki değil gelecek nesiller için, yaşayan toplum olarak, bu günkü nüfusun ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik üretim planları yapılmıyor. Hazır yemeye devam ediyoruz. Sonuçta bu bilmeceyi çözen ülkelere bağımlı hale geliveriyoruz.
Sonra da falanca ülke ile ticari anlaşma imzaladık diye övünüyoruz. İhtiyaçlarımızı karşılamak üzere onlara nerede ise yalvaracak duruma geldik. Elbette aldığımız ürünlerin bile büyük çoğunluğu temel ihtiyaç maddesi değil eften püften, cıncık boncuk.
Günün her saatinde öbek öbek servis bekleyen işçi kardeşlerimizi görmek bize büyük keyif veriyor. Arazide çift süren bir traktör, hasat yapan bir biçerdöver, pazarda birkaç demet yeşillik satan yaşlı, elma bahçesinde ilaçlama yapan bir elmacı, ev yemekleri yapıp hizmet üreten bir hanımefendi, kapı kapı süt dağıtan bir sütçü, bilin ki onurumuz ve bal arılarımız.
Bu planlamayı yapacak olan elbette devlet ve onu yöneten irade. Başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç maddeleri için teşvikler, destekler ve hatta zorlamalar getirerek dış alıma karşı boynu bükük kalmamızı engellemek görevleri.
Ama bazı yatırımlara bakıyorsunuz, adeta göğü mızraklamak. Paranın istif edilerek yakılması bir yana, binlerce insan emeği, sınırlı dünya nimetlerinin hovardaca kullanımı ve sonuçta yok oluş.
Bazı müşahhas örnekler ise anında göze batıyor.
Şehir ufacık idi. Futbol haçlı gâvurunun icadı olsa da sevildi. Ata sporu cirit, okçuluk, güreş gibi sporları yok ederek gündeme yerleşti. Karamanın kuzeyinde İstiklal ilkokulundan daha ileride tek tük evlerin ve bulgur hanelerin olduğu yerde demiryoluna yakın bahçeler arasında bir top sahamız vardı. Yazın toz, kışın çamur olurdu. Engebeler rakip takım oyuncusu gibi topu çelerdi. Başka şehirlerde, Türkçe isim bulamadığımız bir tesis görenlerin hayali idi Karamana bir şehir stadyumu. Gerçekleşti. Zamanla şekillendi ihtiyacı karşıladı. O hevesle Karaman takımları bölgede şampiyonluğa varan başarılar elde ettiler.
Daha sonra bir kapalı salon kavramı çıktı.
Oğlunu everince hemen evinin devamına birkaç kerpiçle oda inşa eden köy ağası gibi stadyumun yanına bir de kapalı salon kondurduk. Rahmetli Fikret Ünlü Bey hizmet için çabalarken bir de yüzme havuzu fikri doğdu. “Eh kesiverin bir kaç bin kerpiç yeni oğlana da bir seki altı-bir oda yapıverelim” misali aynı alan kullanıldı. Üstelik her iki yılda bir bir çelik tavan maliyeti kadar enerji tüketen şişme tavan…
Yetmedi bunları idare eden müdür bey rahatsız olmasın diye hemen yanına bir de idare binası. Buyurun size bir labirent.
Maç günleri ya da diğer tesislerde bir etkinlik varsa, ara babam ara araba park edecek alan. Toplanan binlerce insana oksijeni bile yetmeyen bir dar alan. Ekonomi ve iktisat anlayışımız…
O stadyumun oturma alanları tarihimizde tam kapasite hiç dolmadı. Kapalı dolsa bile açık alanların yarısı, en kalabalık etkinlikte ya da maçta hep boş kaldı. Dolayısı ile kalabalık sayısı birkaç bini ancak geçti ve bir o kadar da boş kaldı.
Ne oldu, kim ortaya attı, kim ön ayak oldu bilinmez, on beş bin kişilik bir stat fikri çıktı ve anında da uygulanmaya başladı. (Elbet birileri para kazanmalı idi ve bundan iyi fırsat da olmazdı)
Tarihte birkaç bin kişiyi geçmeyen seyirci kitleleri için nerede ise on kat kapasiteli bir tesis. Sanki işsiz on bin insana iş kapısı olacak, yirmi bin istihdamlı ve tüm nüfusa yetecek, temel ihtiyaç maddesi üretecek bir tesis kurarmış gibi heyecanla hem de…
El insaf… Eh artık maçlarda her seyirci beş-altı koltuğa yan gelir ve romalı aristokrat burjuvalar gibi keyif çatarız.
Bazı cümleler daha bu yazı yayınlanmadan, okunmadan, kulağıma geldi. “Ne bozguncu adamsın, kime ne zararı var olandan zarar gelmez” (Mevcut stadyumun yanına yüzme havuzu yapılmasına karşı çıkıp, “antrenman sahasını ziyan etmeyin, alanı daraltmayın” diye yazdığımız yazılarla ikaz ettiğimizde aynı cümleyi duymuştuk…)
Gelir kardeşim gelir.
Elbette, günlük geçim kaygısını aşmış, müreffeh bir yaşantı içindeki toplum için keyif, zevk ve eğlence de bir ihtiyaçtır. Ama üretim tesisleri olmadığı için çay kaşığını, ayağına giydiği ayakkabıyı, elindeki telefonu, bindiği arabayı, giydiği hırkayı dışarıdan alan bir ülkede, geçim sıkıntısı çeken, işsizlikten kıvranan, temel ihtiyaç maddelerinde darboğazlar yaşayan insanlar için bu dayatma akıl karı değildir. Böyle bir uygulama ancak şaşkınlıktır.
Dahası; şimdi aynı alana milyonlar harcanarak çok amaçlı bir spor tesisi kurulacakmış… Vay beee… Hem de bomba haber olarak patlattılar…
Aman ne güzel hizmet. O, yanlış eğitim sistemi kurbanı, meslek edinememiş, iş bulamamış, bir üretim imkânı olmayan, ya da üretime katkı imkanı bulamamış gençler oraya koşar. Buğday üretir, ekmek olur karın doyar, peynir üretir katık olur, ayakkabı hırka üretir giyecek olur. Yeni keşif ve icatlar yaparlar. Teknolojik buluşlarla hayatı kolaylaştıracak gelişmelere vesile olurlar. Karınları tok, sırtları pek, moralleri yüksek, gelecekten umutlu ve endişesiz olurlar.
Fena mı bu arada üç badmington, beş tenis, birkaç basket, on dakika judo, beş dakika kung fu sporu yapıverirler. Güreş, cirit, okçuluk mu? Onlar da ne? Öyle banal, gerici, yobaz işlerle ilgimiz ne bizim yahu. Medeni, çağdaş, gelişmiş olacağız. İnadımız inat. Aç da kalsak, muhannet kapılarından temel ihtiyaçlarımızı da gidersek, biz me de ni olacağız…
Akıl tutulması biter mi?
Bu gidişle zor. Bakide hesap verirken bu milletin imkânlarını heba edenlerin aklı o zaman mı başına gelecek ki?
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile temel ihtiyaç maddelerinde üretim sıkıntısı baş göstermişken, bizim hala üretmeyip hazır alma mantığımız ve var olanı keyif, zevk ve şatafat uğruna harcama alışkanlığımız için, dileriz bir gün, çok ama çok pişman olmayız.