“Seyyid Harun Veli gezip tenha
Bir dağ eteğini eylemiş ihya
Seydişehir deyü ad almıştır,
Kendisini Ukbaya salmıştır,
Orada yatan yüce erenler,
Bilsin yerlerini sonra gelenler.”
Seydişehir, Alaylar Camii İmamı Abdurrahman Ayaz 1977 yılında yazdığı şiirde böyle söylüyor.
Seydişehir denen mucizevi şehri nasıl anlatmalı, bilmiyorum.
İnsan yüceliğinin bütün pırıltıları, insan ruhunun bütün duyuşları, Tasavvuf ehlinin hayat ve hizmet titreyişleri, Horasan erlerinin dalgalanışları orada.
Şimdi Seydişehir’in nasıl kurulduğunu hikaye edeceğim.
Horasan da göz ışığı gönüllerin ışığından meydana gelmiş yaşayıp giden bir ulu Veli vardı, adı Seyyid Harun idi, bu beldenin emirliğini, yani padişahlığını yapmakta idi.
Yeryüzünde zavallı bir konuk olduğunu bilerek, ölülere verebileceğimiz şeyin yalnızca, sevgi ve saygı dolu bir anma olduğunu düşünerek büyük dedesi Harun-u Keramet Hazretleri’nin kabrini sık sık ziyaret etmeyi, bu ölüm kapısının sadık bir bekçisi olmayı kendisine adet edinmişti.
Harun-u Keramet denilen zad ise, İmam-ı Musa Kazım Hazretleri’nin evlatlarındandı.
Bununla beraber, kendisinden önce Horasan Padişahı olan, büyük amcasının mezarını ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi.
Bu iki zatın ziyaretlerine gidip gelmesi esnalarında idi ki, büyük Veli’nin kulağına ateşi rüzgarın çoğaltması gibi kudretli insanı kendinden geçiren bir ses gelirdi.
Ve o ses ona şöyle söylerdi:
“Ya Harun bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle; Rum’a çık, Karaman ilinde büyük bir dağ vardır uzaktan küpeye benzer, bu yüzden Küpe Dağı derler o dağın şarkından yana yeşillik gibi, gül gibi bir şehir yap!...
O şehrin gümüşü altın, çaputu ipek olsun, o şehrin halkı sulehâ ola şâki olanın akıbeti hayır olmaya...”
Bu sesi bir çok defalar duydu ve bu sesi kulağıyla değil, canıyla duydu; çünkü şu ölü dünyaya can o sesti ve her defasında ses daha yakından gelmeye başlamıştı.
Bir padişah olarak sarayındakileri topladı.
Fakat yüzünde bir başkalık ve sezilmez bir hal vardı, sevinçle hüzün karmakarışıktı, aklın dalları budakları, bu sesle açılmış, saçılmış; böylece bedeni genişlemiş, ferahlamış, huzura erişmişti.
Dedi ki:
“Ey yarenlerim! Büyük dedem ile büyük amcamın kabirlerini ziyarete gittiğimde, bana fevkalade bir hal oldu, acep ne haldir bilemedim.”
Dediler ki:
“Sultanım, size ne hal oldu ise nasıl ve ne gibi şeylere vakıf oldunuz ise, lütfedip bize anlatınız.”
Seyyid Harun Veli, durumdan onları haberdar etmek için dedi ki:
“Ey yarenlerim! Mevlâ, kollarını boynuma dolarsa ne yapabilirim ben?
Kucaklarım onu, bağrıma basarım, kudretten kulağıma denilen sır şudur:
‘Rum diyarında(Anadolu) Karaman derler bir şehir varmış, bu şehrin sınırları içerisinde, Küpe Dağı diye anılan bir dağ bulunuyormuş, işte o dağın doğu tarafına bir şehir yapacaksın’ denildi.
Ayrıca kurmakla görevlendirildiğim şehirde yaşayacak olanlar, eğer Salih olurlarsa, yani ulu Allah’ın ve yüce peygamberin gösterdiği nurlu yoldan ayrılmazlarsa, akıbetleri hayırlı olsun. Yok eğer böyle olmayıp da, doğru yol dururken, şeytana uyup sapıklığa ve delalete düşerlerse, akıbetleri hayırlı olmayacaktır, diye o şehirde yaşayacak kimselerin durumlarına ait ilhamı Rabbani vaki oldu, artık bu emir ve haberler beni mest ve hayran eyledi.”
Seyyid Harun böylece, padişahlıktan ayrıldı, hakkın kapısına yürüdü, tacını ve hırkasını çıkarmakla kalmayıp, bütün malını mülkünü dağıtıp, Mevlâ yoluna harcadı, fakir insanlara ihsanda bulundu.
Harun Veli bu kez şu sevdanın peşine düştü ki, gayet çıkık, geniş alnını, esmer uzun parmaklarıyla tuttu, düşündü, düşündü:
“Karaman nerededir, ne taraftadır, Küpe Dağı denilen dağ ne yöndedir acaba?... diye hayret ve telaşta kaldı.
Secdeye kapanıp Allah’a yalvarmaya vardı, hakka sonsuz bir niyazla yalvardı ki, kendinden geçmişti, bu sırada müşahede halinde iken, gökten inen, kudretli bir ses erişti, kulağına dendi ki:
“Ya Harun! Bir bulut sana kılavuzluk edecektir, o size yol boyunca, konaklayacağınız noktaya kadar refakat edip, rehberlik eyleyecektir.”
“Maşrık da Allah’ındır, mağrip de. Hangi tarafa dönerseniz. Allah’ın yüzü oradadır. Çünkü Allah Vasi’dir, Âlim’dir” ayetinin okunduğu Kurân-ı Kerim tilavetiyle devam etti.
Peygamberlerin, erenlerin, evliyaların, ölmüşlerinin ruhlarına, insanların selametine dualar edildi, bu büyük müjdenin sevinci, büyük bir heyecan ummanı gibi kaynadı, kabardı, bu ummanın görünmez, işitilir dalgaları, yakın ufukların bulutlu sahillerine değil, sanki bütün cihanın her yanına çarpıyordu, Harun Veli’nin üstüne on binlerce çiçek gülerek yayıldı.
İbadet yerinden dışarı çıktı, gördü ki Ay değirmisi gibi kızıl bir bulut havada duruyor, gözü parladı, hemen halkına dedi ki:
“Ey yarenlerim! Tam vaktidir gökyüzünden ta yere dek ateşten bir zincir ...