Bir zamanlar Aktekke Camii önünde esans satan koku satıcıları vardı.
Orta yaş üstü ve hacı emmi tarzında sakallı şalvarımsı pantolonlu güler yüzlü insanlardı bunlar. Tüm sermayeleri bir camlı dolap ve ayaklı sehpadan ibaret ama oldukça kıymetli malzemeye sahip olurlardı. Bazen gül zambak ve leylak gibi hafif bazen de epey ağır kokuları enjektörle çekerek insanların ceket yakasına fıs fıs yaparak püskürtürler, önce bedava tanıtırlar sonra isteyene minyatür küçücük şişelerde ve minik alüminyum tüplerde satışını yaparlardı. Demirden veya gümüşten özel kutular da vardı ve bu özel kutuların içinde keçe veya pamuk olurdu. Sıvı haldeki esans bu kutuya dökülür ve alanlar kutunun içindeki keçe veya pamuğa parmaklarını sürerek kullanırlardı bu kokuyu… Şimdilerde pek görünmeyen seyyar satıcılardandı bunlar. Sadece koku satarlardı. Omuzlarında portatif bir sehpa taşır camekânlı dolabını bunun üzerine koyarlardı. Nedense cami önlerinden geçerken bu kokuyu birden hatırlardım. O baygın kokuyu hiç unutmadığımı anımsadım.
Artık kimyasal parfümcüler, parfümeriler, mağaza raflarında satılan kokular vardı. Masal karakterlerine benzeyen koku satıcıları yoktu. “Esansçı geldiiiii…” sesi yoktu. Niyetçiler macuncular şerbetçiler horoz şekerleri balıklı şekerler iki bisküvi arasına koyulan gül kokulu lokumlar şekerle karıştırılan leblebi tozları yoktu. Çocukluğumuz gençliğimiz gibi bunlarda kaybolup gitmişlerdi.