Aktekke
Camii’nin üstünde yeşil nakışlı bir kuş uçar, avludaki ulu çınarın yapraklarına
konar, yaprakların yeşiline karışır. Sonra cami’nin kuzeydoğusunda yer alan
Karaman’ın en büyük hamamı olan Süleyman Bey Hamamı’nın aydınlığa boğulmuş
kubbesinin üstüne gider konar. Kubbe karaya çalan buğulu bir yeşile kesilir.
İnce, tatlı bir titremeyle kanatları açılır sonra uçar gider buğday pazarına
çıkan yolun başında zahirecilerden dökülen buğdayların oraya…
İşte
orada, o yolun sonunda buğday pazarı girişinde bir efsane adam vardı. Mehmet
Hakalmaz… Karaman’ın manevi muhtarı denirdi ona. Birini sorsalar, hemen kim
olduğunu, yedi sülalesini anlatırdı. Bir bilge adamdı. Karaman yöresinin tüm
atasözlerini, deyimlerini bilirdi. Bisikletçilik yapardı. Daha on yaşında, ilkokula
giderken başlamıştı bisikletçiliğe. Antep de yaptığı iki senelik askerlik
dışında elli yıl bisikletçilik yapmıştı. Bu yüzden ona Bisikletçi Mehmet Amca
derlerdi.
Karaman
eskiden bir bisiklet memleketiydi. 1817 yılında Alman mucit Karl Drais iki tekerlekli
garip bir araç icat edip halkın arasında dolaşmaya başladığında, yüzeli yıl
sonra Karaman’ın bisiklet şehri olacağını elbette bilemezdi. Karaman eskiden
Türkiye’nin en çok bisikleti olan şehriydi. Uluslararası bisiklet yarışmaları
yapılırdı. Yarışma tayyare meydanı da denilen eski top sahasının oradan başlar,
binlerce bisikletçi çığlık çığlığa bir kuş sürüsü gibi Karaman’ın içini
dolaşır, sonra yarışma gene top sahasında sonlandırılırdı.
Bütün
Karaman ovası, bahçeler, bağlar, yeryüzü gökyüzü, silme bisiklet doluydu. Çoluk
çocuk, genç yaşlı, kadın erkek hemen herkesin bir bisikleti vardı. Bunda
Karaman’ın düz bir ovada kurulması, her noktasının bisiklet binilebilecek bir
alan olması, bisikletle rahat bir şekilde şehrin her yerine ulaşılması, en büyük
etkendi. Karaman o kadar düzdü ki, kasabaları, köyleri, tarlaları, bahçeleri,
küme küme bağlarıyla bile bir göl gibi bembeyaz görünürdü.
Karaman’da
tepe olarak bir tek Kale’nin bulunduğu Hisar Mahallesi vardı. Yaz aylarında
kaleye kadar olan yokuşu bisikletle çıktıktan sonra alınlarından süzülen terin
kaşlarında birikip bir süre sonra damlaması çocuklara tarifi mümkün olmayan bir
sevinç verir, gülümseyerek Karaman’a bakar, sonra yokuş aşağı hastanenin
yanından İmaret’e giden geniş yola kadar bisikletlerini aşağı doğru
koyverdiklerinde bisikletin yapay rüzgâr yaratıcılığında saçları havaya
uçuşarak sonsuz özgürlük hissederlerdi.
Her
çocuğun hayaliydi bisiklet sahibi olmak. Bisikleti olan çocuğun yollara,
hayata, her şeye bakış açısı değişir, bisiklet odaklı hale gelirdi. Artık
arabayla ya da yayan geçtiği yollarda sürekli olarak;
“Bu
yolu bisikletle acaba ne hızla kat ederdim…”
“Bu
yolu bisikletle aşmak vardı…”
“Evden
çıkıp şu yolu izlesem buraya gelebilirim…” gibi düşünceler zihinlerinden gelip
geçer, keyiflenirlerdi. Bunlar çocukları özgür hissettiren en büyük hazlardan
birisiydi. En büyük korkuları ise gönül
bağı kurdukları bisikletlerinin çalınmasıydı. Bu yüzden çocuklar bisikletlerine
sadece kendilerinin bildiği özel gizli işaretler koyar, uzaktan bile
bisikletlerini hemen tanırlardı. Çocukları bisikletlerinden söküp atmak zor bir
işti. Yapışmışlardı bir kök gibi bisikletlerine, ayrılmazlardı. Bisikletlerine
gözbebekleri gibi bakarlardı. Silerler, parlatırlar, süslerler, özel düdükler,
tel bayraklar takarlardı. Jantları, gidonları gümüş gibi parlatırlar, selesine özel lastikli minderler
geçirirlerdi. Bisikletinde en ufak arıza çıkan, zinciri kırılan-kopan, bidonu
eğrilen, tekerinin havası inen-patlayan hemen Bisikletçi Mehmet Amca’sına
giderdi. Mehmet Amca sadece bisiklet tamir etmekle kalmazdı. Kışın nakışlı yün
çorabı dizlerine kadar çekerek kopmuş bozuk parçalardan yeni bisiklet imal
ederdi. Özellikle yaz aylarında bisiklet de kiralardı, saat hesabıyla…
Bisikleti kiralayanın izlemesi gereken bir yol vardı ki, zorunlu bir yoldu.
Dışına çıkana ikinci defa bisiklet verilmezdi. Kiralayanın izlemesi gereken
yol, İstasyon caddesi, istasyona kadar, oradan İmaret’e, kaleye kadardı.
Gazalpa’ya, Gölyeri’ne kaçamak yapanlar eğer tespit edilirse, onlara bir daha
kiralık bisiklet verilmezdi.
Bisikletçi
Mehmet Hakalmaz’ın bisikletçi dükkânı yok artık. Şimdi bir uğultu var sadece o
dükkânın yerinde. Uzaklardan kulaklarımıza bisiklet sesleri, hoş anılar getiren
bir uğultu var sadece…
İşte bu uğultu kuru ayazlı havalarda bisikletle çocuğunu ön tarafa oturtmadan önce ana şasiye bir minder koyarak dümenden sıkı sıkı sarılmasını tembih ettikten sonra okula götüren babanın kulaklarında ki uğultuydu...hala kulaklarımızdaki uğultu bu...seksen yıl öncesine gittik bisikletle be..hasan evlat. Sağlıkla kal..maziye devam...mazisini unutanlardan farkımız olmalı..garamanlı kardaşım..