"...İzmir’de eski semtlere ya da küçük kasabalara gittiğimde görmek istediğim, aradığım en önemli ayrıntılardan birisi de eski ahşap kapılardı. Eski kapıların güzelliğini, üzerlerindeki emeği, onları renklendirerek daha çok ortaya çıkaranları rahmetle anardım.
Çocukluğumda, Karaman’da, Abbas Mahallesi’nde, Arabalılar’ın evinin karşısında, anneannemin evinin kapısı da öyle güzel bir kapıydı. Üzerlerindeki el emeği işlemeleri ile rengârenk bir masal kitabı sayfasına benzetirdim ben o kapıyı.
Değerliydi benim için çok.
Sokaktaki bütün eski kapıları çok severdim. Gelip giderken baklava dilimli bezeklerini, çiçek işlemelerini, kapı tokmaklarını okşardım.
Yıllar sonra Karaman’a gittiğimde en çok o kapıların yok olup gitmesine üzüldüm. O kapılarla birlikte, mayalı, şebit yufka ekmeği, sac böreği pişirirken, kapının aralığından içeriye baktığımı görüp, sokakta ardımdan koşup, elime dürülü bir sac böreği sıkıştırıp, “Al guzum burnuna kokmuştur,” diyen eski teyzeler de, insancıl paylaşımlar, gülümsemeler de kaybolup gitmişti. Sanki o eski ahşap kapılar Karaman’ın asaletiydi ve o asaletli kapıların sökülüp atılmasıyla şehrin asaleti de kaybolup gitmişti.
Gittiğim her yerde o eski kapıları aradım. Bir yere gittiğim zaman o şehrin eski dokusunu gezdim dolaştım. O eski dokuyu cennete çeviren eski kapıların fotoğraflarını çekmek istedim. Nereye gidersem gideyim öncelikle yılların ihtişamını motiflerinde, tokmaklarında, dokularında taşıyan kapılar çekti ilgimi. Şimdinin, aynı tornadan çıkmış ruhsuz kapılarını, hele para kasalarına benzeyen çelik kapıları hiç sevmedim. Benim Karaman’da sevdiğim, okşadığım, gülümsediğim eski kapıların üzerlerinde eski zamanın izleri, bezemeleri, çok güzel tokmakları, üzerlerini tutmaktan altın gibi parlayan sarı pirinç kolları vardı.
Bir kanatları çatlak kırık, bir tarafları galvaniz ile kaplanmış olsa da eski ahşap kapılar bir eski zaman güzelliği ile büyü, asalet saçarlardı sokaklara. Ve bizler o büyülü, asaletli sokaklarda büyüdük. O yaşanmışlık izleri bizlerin kişiliğini, geleceğini belirledi.
O mistik masalımsı kapılar gülümseyerek açılırdı yüzümüze. Gündelik yaşamın anlamlarını biz o kapıların tokmaklarını çalarken hisseder ve düşünürdük. Aynı zamanda kalbimizin kapılarıydı onlar, kalbimize açılırlardı. Hep sevgiyle açılırlardı. Bazen hırs ve nefretle kapansalar bile çok geçmeden yine sevgiyle gülümseyerek açılırlardı. Yaz günleri sırtımızı dayadığımız, serin gölgesinde, Teksas Tommiks okuduğumuz, sığınaklarımız barınaklarımızdı o kapılar. Kendimizi huzurlu hissettiğimiz yerlerdi. O kapılar insanlara hiç kapanmazdı. Kapalı kilitli kapılar ayıplanırdı. Bir hastalık yayıyormuş gibi kaçılırdı o kapanmış kapılardan. Karaman’da bütün kapılar yarı aralık olurdu. Kilitlenmeye kilitlenmeye kilitleri paslanmıştı. Yarı aralıktı bu kapılar, ama kimi alçaktaydı, geçmek için eğilmek, nefsi eğitmek gerekirdi. Kimi ise yüksekteydi, erişebilmek için hedef koymak ve sıçramak gerekirdi. Bu kapılar içeri açılır, kimsenin yüzüne kapanmazdı. Camilerdeki mihrap gibiydi bu kapılar, bir kutsallığı vardı. İnsanların yürekleri gibi kapıları da açıktı. Kalenin kocaman iki kanatlı kapısı bile açıktı, bütün kapılar açıktı. İnsanların yürekleri gibi kapıları da açıktı o zamanlar.
Karaman’da, hayata açılan, iki kanatlı, görkemli işlemeli, altın gibi ışıldayan pirinç tutamaklı, koca tokmaklı, kendine has ruhu olan kapılar yok artık... Hani şimdi var ya, hizmetkâr ruhlu otomatik zilli kapılar, onların yanında ne kadar özgür ruhlu ve kişilikliydi o eski kapılar. O evlerin sahipleri de kapılarına benzerdi, o kapılar gibi hayata açılırlardı. Kişilikli, asaletli bir duruşları vardı. Hangi mutluluklarla hangi hüzünlerle girerlerse o kapıdan kişilikleri insanlıkları bozulmazdı. İnsanlar o kapıların tokmaklarını yalnızca sevinçli bir haber verecekleri zaman uzun uzun çalarlardı.
Çocukken, Karaman sokaklarında dolaşırken, arkalarında nasıl hayatlar sakladıklarını merak ederdim. Kapı aralıklarından bakardım. O kapılar cennete açılan bir geçitti sanki. Kapının ardında yayılan saksılardaki fesleğenlerin reyhanların, sardunyaların ıtırlı kokusu… Bir kenarda dikilmiş biber, domates ve yeşil soğan… Diğer köşedeki kayısı ağacının, erik ağacına yaslanmış dallarını görürdüm... Kapı önleri de kapı içleri de, avlular, hayatlar tertemiz olurdu. Kayısı zamanı beni görünce mutlaka bir tabak dolusu kayısıyı avuçlarıma ceplerime boşaltırlardı. Akşamları o kapıların önüne serili kilimlerde ne hoş sohbetler edilir, coşku içinde ne oyunlar oynanırdı. O kahve kokulu, bayram hevesli, hoşgeldinli kapıların önü bizleri komşuya, oyuna, sokak satıcılarına, arkadaşa, okula, gündüzlere, akşamlara, düşlere, kedilere köpeklere, Halil Efendi Camii’nin karşısındaki Kelefe’nin bakkalına götürürdü.
Nereye gitsem hangi kapıya baksam; o çocukluğumun asaletli, insanlıklı, huzur veren kapılarını arıyorum. Bazen o güzelim kapıların sisler ardında kalmış görüntüleri beliriyor hatıramda. O kapıların eski ahşap kokusunu özlüyorum durup dururken
ya da ne bileyim, o kapıların tokmak sesini duyuyorum.
Abbas Mahallesi’nde çocukluğum boyunca içlerinden girip çıktığım önünde durduğum, oturduğum, dokunduğum o kapılar yok olmadılar, iç dünyamda yaşıyorlar aslında. İç dünyama açılan kapılar onlar. Yarı aralık, asaletli, güngörmüş, güler yüzlü, insanlıklı kapılar. Ben o iç dünyama açılan kapıların ardında, kendimi aradım buldum. Yazar oldum. Karaman’da kapansa da artık insan yüzüne kapılar. O içimdeki eski Karaman kapıları hep açık. Ve ben ne zaman sıkılsam üzülsem, darda kalsam o içimdeki kapılardan birine giriveriyorum. Üzüntüm sıkıntım kayboluyor. Ve içimdeki eski kapılar sürüklüyor beni hayata. Düşüp kalmadan ilerlememi sağlıyor çoğu zaman.
Karaman uzun demir sürgüyü takmış sur kapısı gibi, kapatmış kendini içine. Kendini kapatmış. Tanımıyor kimse. Bilmiyor nerede.
Soruyorlar nerelisin?
“Karamanlıyım,” diyorum… “Konya Karaman mı?” diyorlar.
“Karaman, Antalya’nın bir kasabası mı?” diyorlar.
“Karaman, Gümüşhane’nin oralarda mı?” diyorlar.
Kinayeli kinayeli gülüp, “Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu,” diyorlar.
Çünkü Karaman, insanları sarmalarcasına kanatları açık, kendini tanıtacak, o güzel eski asaletli kapılarını yıkmış atmış.
Bu kapılar ne girmek içindi ne de çıkmak içindi, sadece doğduğumuz öze dönmek içindi.
Karaman maalesef bunu unutmuş!..."
Çok güzel duygusal bir anlatım..Emeğinize sağlık..