Ne zaman bir at arabası sesi duysam, hep gözümün önüne at arabası süren bir adamla, şalvarlı kadın arasındaki çocuk görüntüleri gelir.
O gözümün önünden geçen görüntülerle içimde sımsıcak bir heyecan belirir. Fakir anneannemin İzmir Bornova da bir gecekonduya göçüp gideceğini ve beni de sahipsizlikten kimsenin sahip çıkmamasından yanlarında götüreceklerini öğrendiğimde en çok at arabalarının sesini bir daha duyamayacağım diye üzülmüştüm.
Çünkü benim çocukluğumda Karaman demek, at arabası demekti.
Şehir demek de at arabasına binip çarşıya gitmek, öğle yemeğinde ‘etlekmek’ (etliekmek) yemekti.
Son durağı Eski Garaj olan otobüslerle gelen insanları mahalle ve evlerine götüren at arabaları ve faytonlar vardı.
Taş döşeli yollardan müthiş bir ses armonisi yaratarak Karamanın eski sokaklarına dağılırlardı.
Genellikle faytona sünnet düğünlerinde oluşan konvoylarda yer kapabilirsem binebilirdim. En çok bindiğim at arabasıydı. En sevdiğim de oydu zaten.
At arabası tıngır mıngır giderken Karaman gözümde büyür de büyürdü. O zamanlar Perşembe Pazarı, Aktekke Camii ile İmaret arasındaki büyük yola kurulurdu. Köylerden pazara sabah erkenden gelenler şehirde öğle ezanı okunduğu zaman etlekmekçiye giderlerdi.
Fakir anneannem bir defa etlekmek yiyenlere bakıp canımın çektiğini görünce halime acımış kayınvalidesinden kalan tek küpesini satmış bana bir koca tabak dolusu etlekmek ve sürahi ile ayran söylemişti, ben de mutlu bir sessizlik içinde yemiştim. Yemekten sonra Abbas Mahallesi’ne doğru anneannemin kiraladığı at arabasıyla yola çıkarken anneannem bana sevgiyle gülümsemiş, bende gülümseyerek at arabasının beyaz atıyla uçup gitmiştim.