“… Şehitler, kuvâyi milliye şehitleri,
Sakarya’da,
İnönü’nde, Afyon’dakiler
Dumlupınar'dakiler
de elbet
ve de
Aydın’da, Antep’te vurulup düşenler,
siz
toprak altında ulu köklerimizsiniz…”
Ne
zaman Nazım Hikmet’in ‘Kuvâyi Milliye
Şehitleri’ şiirini okusam toprak altındaki o ulu köklerimiz aklıma gelir. O ulu
köklerimiz ki, Balkan Savaşlarına, Birinci Dünya Savaşı’na, Çanakkale
cephesine, Kurtuluş Savaşı’na katılmışlar, yurdumuzu kurtarmak için yedi
düvelle çarpışmışlardır. İşte bu ulu
köklerden birisidir. İPRAŞOĞLU DURMUŞ ALİ…
Karamanlı
şair, yazar, eğitimci İbrahim Üçbaş’ın kahraman dedesidir. Yazar İbrahim
Üçbaş, Balkan Savaşı’na katıldıktan
sonra Çanakkale cephesine de giden ve orada şehit olan dedesi İbrahim oğlu
Durmuş Ali’nin hikâyesini dedesinin ismini verdiği romanında çok güzel
anlatır. Bu romanın hikâyesi bana Nazım
Hikmet’in ARHAVELİ İSMAİL’İN HİKAYESİ’ni de anımsatır:
“…
İnsanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı
insanlar.
İnsanların
başında kalpak,
yüreklerinde
keder,
yüreklerinde
müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar
devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar,
etlerinde kurşun yaralarıyla
köy
odalarında unutulmuştular.
Ve
orda sargı,
Deri ve
asker postalları halinde
yan
yana, sırtüstü yatıyorlardı.
Koparılmış
gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip
bükülmüştü
ve avuçlarında
toprak ve kan vardı…”
İşte
o, Balkan Savaşlarına, Birinci Dünya Savaşı’na, Çanakkale cephesine, Kurtuluş
Savaşı’na katılan, yurdumuzu kurtarmak için yedi düvelle çarpışan o ulu
köklerimizin avuçlarında toprak ve kan vardı. İpraşoğlu Durmuş Ali,
Çanakkale’ye ilk vardığında Çimenlik Kalesi’nde ona talim yaptırmamışlardı.
Çünkü zaten o Balkan Harbi’nden talimliydi. Onu hemen Dardanos bataryalarına
göndermişlerdi. Dört topları vardı. Topların mermileri mavzer fişeklerine
benzerdi. Tek farkla, top mermileri bir çocuk büyüklüğündeydi. Kucaklayıp
koyarlardı o mermileri topun namlusuna. Kepez’in altında İngiliz gemileri,
zırhlı gemiler, düşman zırhlıları ateş ede de boğaza yaklaştıkça İntepe ve
Çataltepe bataryaları ateşe başlardı. Sonra onlar mesafelerine girince
başlarlardı zırhlılara top ateşine… Üç ağır topçu alayı, bir tabur, beş topçu
bölüğü ve Kepez yolunun altında bir Türk gemisi Çanakkele’yi bekliyordu.
Mermiyi
sürerken İPRAŞOĞLU DURMUŞ ALİ, Çanakkale Boğazı karabulut gibi İngiliz zırhlısı
kaynıyordu. Bazen önlerinde batardı o gemilerden biri top ateşiyle… ve
Kilitbahir'den, Hamidiye Tabyası'ndan,
Kepez Çayı'nın denize döküldüğü yere gelip dayanan zırhlılara sadece top
mermisi değil, canlarını, kanlarını, yüreklerini de atarlardı İPRAŞOĞLU DURMUŞ
ALİ ve arkadaşları… batan batana İngiliz zırhlıları… batmayan geri çekilip
kaçıp giderdi.
İPRAŞOĞLU DURMUŞ ALİ’nin olduğu tabyada on sekiz
şehit vardı. Topların önüne ormandan söküp getirdikleri çam ağaçları
dikmişlerdi düşman görmesin diye… o ağaçların gölgesinde kana bulandı
gövdeleri.
Çanakkale’de
bu yurda düşmanı sokmamak için vurulup düşenleri, o toprak altındaki ulu
köklerimizi daha iyi anlamak için, İbrahim Üçbaş’ın ‘İPRAŞOĞLU DURMUŞ ALİ’
romanını okumaya değer.