Sonbahar geldi ya, bizde mevsim yine hüzün. Âh be gönül, böyle kasvetli havalarda nasıl gülsün yüzün?.. diyerek rûhumun aynasına yansıyan beni görün istedim.
Neredeyse 40 yıla yakın zaman olmuş elime kalemi alıp şiirle, yazıyla, kelâmla ve kalemle meşk edeli. O günden bu yana bilip söylediğim çok mühim bir şey var: "Şâirler, sözleriyle güler; sözleriyle ağlarmış!..." Bundan mütevellid bir önceki şiir kitabımın ismi "Söz Gülleri" oldu ve çok bereketli geldi. Çünkü; kitabın hemen akabinde Super7TV'de canlı yayına başladık. Bittabii, program ismi de "Faruk Gökbulut ile SÖZ GÜLLERİ" oldu. Bu arada antreparantez (antiparantez değil) belirteyim, programımız her Cumartesi saat 20.00'da. Sloganımız da Yûnusça olsun istedim ve "Sözünü Gül, Nefsini Kül Eyleyenlerin Programı" dedim. Bu da benim hayat felsefemin bir tezâhürü olarak ortaya çıkmış bir ifade oldu. Ayrıca şu an yazımı yayınladığımız köşemin ismi de "Söz Gülleri". Velhâsılı, burası şâirin sözleriyle gülüşünü ifade eden kısım oldu.
Ya şâirin "Söz Yaşları?.."
O nasıl olmalı sizce? Lafı hiç uzatmayacağım. Onu, dolu dizgin ve en baskın hislerle ve en kalın harflerle zihinlere nakşedeceğim...
SEN ANLAT SÖZ YAŞLARIM...
Yine sonbahar geldi, yine ayrılık vakti;
Bak yine üstümüze, gam perdesini çekti;
Oysa yapacağı şey, birazcık beklemekti!..
Dudağımı ıslatan, acı tat söz yaşlarım;
Yığın yığın dert gibi, bin bir kat söz yaşlarım!
Hepsi sarardı soldu, yazdan kalan ne varsa;
Yolun uzun dediler, Edirne'den tâ Kars'a;
Dediler git peşinden, dostlar bile uyarsa!..
Yazdan kalma serinlik, bir imbat söz yaşlarım;
Bu aşkın ömrünü sen.. sen uzat söz yaşlarım!..
Bir ağaç dibinde yâr, ağlıyormuş dediler;
Sessiz sessiz kendince, çağlıyormuş dediler;
Kor düşmüş gözlerine, dağlıyormuş dediler!..
Bu aşkı anlatmaya, son fırsat söz yaşlarım;
Yâre gizli derdimi, sen anlat söz yaşlarım!..
Yukarıdaki şiiri bundan tam 8 (sekiz) yıl önce kaleme almışım. Bu şiir 26 Ekim 2016'da yazılmış. Mersin'de yine bir sonbahar gecesi. Aşk, özlem, hüzün dolu şiirimin her hecesi. Saatler gece yarısı 02... Gecenin bu saatinde insanın yazmaya kalır mı hevesi? demeyin. Biz de vaziyet hep böyle. Her neyse... Tarih eski olsa da şiirdeki duygu çok tâze.
Dedim ya, biz şâirler sözüyle gülerken sözüyle ağlar ve okuyucusunın bile yüreğine söz yaşları damlar ve aşka müptelâ olanları derinden derine gamlar...
Gözyaşları kalbin ve rûhun guslüdür demiştik bir keresinde de... Yâni onu her türlü cismânî ve ruhânî kirden arındırır. Bu arınma cismânî yönden göz kanallarının çalışması ile fizyolojik bir arınmadır. Bu konu hakkında pek çok bilim insanı çeşitli makaleler yayınlamışlar. O kısmına girmeyeceğim; fakat işin bir de ruh yönü var ve o da Hakk zaviyesinden işe bakar. Sözü Hakk'tan olanın her dileği çoktan olur... deyip, bu noktada da sözümü Yûnus mayasına çalarak onun dediği gibi demek icap eder. O, bugün yaşasaydı ve Hakk katında söz yaşlarını dökecek olsaydı şöyle derdi kanaatindeyim;
Hep dik tuttuk başımızı
Bal eyledik aşımızı
Gözlerde yaş koruyunca
Akıttık söz yaşımızı
Alma gönül alma gönül
Kimseden âh alma gönül
Ham hakîkat varken elde
Boş hülyâya dalma gönül
Taşa çalsak başımızı
Kan bürüse döşümüzü
Dostlar alıp bir tenhâya
Koyarm'ola na'şımızı
Çalma gönül çalma gönül
Gam sazını çalma gönül
Can kervanı düştü yola
Sakın ha geç kalma gönül
Döksek de söz yaşımızı
Çatmadık hiç kaşımızı
Dost bildiğimiz hasımlar
Dikti mezar taşımızı
Salma gönül salma gönül
Can kuşunu salma gönül
Hakk alırsa emâneti
Her kapıyı çalma gönül
Güzel gönlün var olsun üstadım haberdar ettiğin için ayrıca teşekkür ediyorum başarılar