Hiçbir zaman yaşamadılar keşmekeş; iki renk birbirine can kardeş. Kırmızı ve al... Söylerken bile dudaklarda lezzet, dudaklarda bal. Onlar bayrağa can verdi. Şâirinse biricik derdi; onlara gönül vermeseydi nasıl mısralarına misâfir ederdi?..
Petek; bala dâyelik edecek. Her biri ilâhî bir hendesenin muhteşem eseri. Petek; ağızda tat, vücuda şifâ veren biricik lezzet kaynağı balın yuvalandığı yeri.
O zaman bu muhteşem iki rengi ve bal ki, yeryüzünde bulunmuyor dengi; işte şâirin mısralarında şöyle yakalamış âhengi;
"Bayrağa can veren renkler içinde;
Ne beyazı küstür ne alı incit!..
Özenle işlenmiş kovan içinde;
Ne peteğe dokun ne balı incit!.."
Sıradaki mısranın şerhini yapmadan evvel şu bâriz hatâyı düzeltmek isterim. Pek çok kişi sevdiğine şu şekilde duâ edip temennide bulunuyor: "Ayağına taş değmesin!" Bu ifâde yanlış efendim. Sizin tırnağınıza hiç taş değdi mi? Allah muhafaza!!! Sanki o ân insanın beynine kurşun sıkılmış gibi oluyor ve istemsiz bir şekilde gözlerden yaş süzülüyor. Sözün doğrusu şudur: "Tırnağına taş, gözüne yaş değmesin!.."
İşte bu kıt'ada da şâir bu duâ ile başlıyor söze ve devamını şöyle getiriyor.
A gülüm! Tırnağın, değmesin taşa;
Gönül sana mesken, gel koşa koşa!
Budama söğüdü, son ver tıraşa;
"Ne yaprağını dök ne dalı incit!.."
Tarihe mâl olmuş şöyle bir söz vardır: "Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir eri, bir er de devleti kurtarır." Mesele sadece basit nal meselesi değil yani. Şâyet nal paslanışsa devlet küflenmiş demektir. Yani bozulma başlamıştır efendim. Velhâsılı ne yapmak gerek?.. Aşağıdaki mısralarda da ifade edildiği gibi haddeden geçirip pastan soyamayacaksan ne çivisine vur ne nalı incit. Sözün özü liyâkat esas efendim, liyâkat esas...
Haddeleyip ateşlere koyunca;
Özünü bulurmuş pastan soyunca;
Küheylanı taşır târih boyunca;
Ne çivisine vur ne nalı incit!..
Sevdâ; âşıkın biricik serveti... Onu sevdiğinin önüne çil çil seriyorsa ve sevdiğine ölümüne gönül veriyorsa ağlamaya ne gerek var?.. İpekten daha yumuşak aşkımı al, boynuna sar. Dahası dinmiyorsa yaşın, dönüyorsa başın silinsin aşkımla gözyaşın...
Sermişken sevdâmı önüne çil çil;
İpekten aşkımla gözyaşını sil!..
Sakın örseleme, kıymetini bil;
Ne dokusunu boz ne şalı incit!..
Aşkı tanımak ve bilmek mahâret ve ustalık ister. Nâdanlar; yani câhiller nereden bilsin işin esasını, özünü?.. Aşk alevinin közünü ancak bu işin erbâbı hâceler bilirler ve ancak hâceler harlarlar. Üstüne türküler yakılan sonra bir âbide gibi karşısına geçilip bakılan, en müstesnâ duygu sevdâdır. Şâyet sevdânın türküsü yoksa ne sazını eline al ne de teknesine dokunup telini incit...
Nâdanlar ne bilsin işin özünü;
Hâceler harlarmış aşkın közünü.
Çalmayı bilmezsen sevdâ sazını;
Ne tekneye dokun ne teli incit!..
İlk beş kıt'asının şerhini kısaca ifade ettiğim şiirimin âhengi ile sizleri başbaşa bırakarak müsaadenizle aradan çekiliyorum. Bu arada, şiirimin Âşık Hüdâî'nin "İncit" şiirindeki bir mısradan sonra doğduğunu bilmenizi ister, rûhuna binlerce rahmet dilerim.
Gönüller arası mesâfe çoksa;
Bir de kıskananlar ayrılık soksa;
Aranda yâr ile kurbiyet yoksa;
Ne kuşağa dokun ne beli incit!..
Sen de bencileyin yâre meyilsen;
Aşk önünde iki büklüm eğil sen!..
O haber salınan turna değilsen;
Ne suyu bulandır ne gölü incit!..
Gündüze geceyi ulamadıysan;
Bağrını ıslatıp sulamadıysan;
Leylâ'da Mevlâ'yı bulamadıysan;
Ne yakıyorsun de ne çölü incit!..
Kızma câna nemli bakıyor diye;
Kızma! Yaşım boşa akıyor diye!
Düştüğü yerleri yakıyor diye;
Ne ateşi hor gör ne külü incit!..
Günbegün çilersen, onmazmış yaran;
Savarmış derdini sevdâyla karan!..
Menzil ki sonunda Leylâ'ya varan;
Ne sertçe adım at ne yolu incit!..
Kanlı yaşlarını silerim diye;
Gece gündüz onu dilerim diye;
Seher vakti ben de çilerim diye;
Ne bülbülü kıskan ne gülü incit!..
Başına dikili mermer taş gibi;
Sen de dik dur, eğilmeyen baş gibi!
Sebepsiz çağlayıp akan yaş gibi;
Ne yanağa dokun ne çili incit!..
Ne olur harlama hasret közünü;
Dertlere, kedere kapa gözünü!
Şâyet bir gün tutamazsan sözünü;
Ne lafını sarf et ne dili incit!..