İlmin tepesine "ÇIĞ" düştü dedimse, boşa söylenmiş bir söz değil bu ifade. İsmiyle müsemma gerçek ilim erbabı ve aziz bir ruh uçmağa vardı.
Çok üzgünüm çookkkk....
Kelimeler tam manasıyla boğazımda düğümleniyor. Türkiye'nin ilim yolunda verdiği mücadelesinin yorulmaz, sarsılmaz ve yaşlanmaz çok değerli bilim kadını, "Son Sümer Kraliçesi" kıymetli bilgemizi kaybettik.
Muazzez İlmiye ÇIĞ...
Bugün, yani 17 Kasım 2024 Pazar günü gökler sağanak sağanak... Dün ve önceki günlerde telefonla konuştuğum dostlar Mersin'de havalar nasıl dediğinde; "Yazdan kalma, sanki bahardayız." diyordum. Tâ ki dün gece yarısından, saatlerin 20.00'ı gösterdiği bu âna kadar. Sağanak yağmurun tir tir titrettiği bu havada televizyonlarda "Sıcak Haber" olarak verilen ve ruhumuzu kavuran haberle yerimizde donakaldık.
Haberi alır almaz kendisini yakından tanıyan Prof. Gülper Refiğ'i aradım. Bir Müzik Tarihçisi olarak tarihe ve özellikle de Sümer tarihine hakim olan Gülper Hanım, her zamanki gibi çok sevecen ve canlı bir tonda telefonuma cevap verdi; lâkin lâkin "Başımız sağ olsun!.." hocam hitabımdan sonra sesi derin bir hüzne büründü. Daha önce kendisiyle yaptığım TV canlı yayını sonrası, teşekkür için aradığımda dinlediğim M. İlmiye Çığ hatırasını bir kez daha dinlemiştim. Şu şekilde idi: "Bodrum'da bulunduğum bir yaz tatilinde, yanımda bulunan Harvard Üniversitesi'nden bir Profesör ve oğlu ile birlikteyken telefonum çaldı. Arayan en kıymetlim, hocam M. İlmiye Çığ idi. Konuşmamızın sonunda, son kitabım 'Ruh Doğu'dur Beden Batı' hakkında; 'Kuran gibi başucumdan ayırmıyorum." deyişiyle gözyaşlarıma hakim olamadım. Telefon öncesi neşeli olan hâlime şaşıran misafirlerime durumu farklı bir şekilde izah ederek geçiştirmiştim."
Bu hâtırayı dinledikten sonra Gülper Hocam'ın bir ricasına hayır diyemezdim elbette. O da şu idi: "Cenazesine muhakkak gideceksinizdir. Lütfen kabrine benim için küçük bir çiçek bırakın ve bir Fâtihacık da benim adıma okuyun."
***
Bu hâtıra sonrası, isterseniz onu kendi ağzından dinleyelim. Bir röportajında şöyle der Muazzez İlmiye Çığ:
“Annem anlatırdı; bir Cumartesi günü Miraç Kandilinde dünyaya geldiğimi. Daha sonra hesap ettim 20 Haziran’a denk geliyordu.”
Ve ardından ekler:
“Bir ailede çocuğa verilen değer, ona yapılan muamele hayatı boyunca önem taşıyor. Ben annemden de babamdan da hep güzellikler ve ilgi gördüm. Zaten babamın sevgilisiydim. Daha ben doğmadan babam beni çok sevmiş.
İlk çocukları oğlanmış, ölmüş. Annemin hamile olduğunu öğrendiğinde babam hep kızım olsun diye dua etmiş.
Benim en çok hayret ettiğim şey de daha ben doğmadan babamın; “Kızıma Fransızca ve keman dersleri aldıracağım!" demesi. Eski İstanbul konaklarında yetişmiş olsa tamam; ama nihayetinde babam Merzifon’da göçmen ve fakir bir ailenin çocuğu...”
***
20 Haziran 1914’te, bir İmparatorluk çocuğu olarak Bursa’da doğan Muazzez daha 2 yaşındayken aile İzmir’e taşınır. 15 Mayıs 1919 tarihinde yaşanan İzmir’in işgaliyle birlikte bu sefer daha güvenli bir yer olarak düşündükleri Çorum’a yerleşirler. Çorum’da istediğini bulamayan aile, tekrar Bursa’ya göç etmek zorunda kalır. Muazzez, Bursa’da özel bir okul olan ‘Bizim Mektep’te okur. Babasının düşündüğü gibi Fransızca ve keman dersleri alır.
Gelin biz Muazzez İlmiye Çığ’ı dinlemeye devam edelim:
“İkinci adım İlmiye’dir. Emekli olana dek ben o adı hiç kullanmadım. Babam son zamanlarında özellikle, “Bak kızım! İlim sahibi olasın diye koydum ben bu adı sana.” derdi.
Babam öğretmendi, okumaya çok meraklıydı. Çocuk kitaplarını yayınlanır yayınlanmaz alır ve hepimize yüksek sesle okurdu. Beş yaşında okumayı öğrendim.
İki erkek kardeşim vardı. Biri (Talat İtil) inşaat mühendisi oldu. Amerika’da yaşadı; hatta Toledo’daki cami ve külliyesinin yapımını üstlenmişti. Diğeri (Turan İtil) doktor oldu, o da Amerika’da yaşadı ve psikiyatri alanında çalışmalar yaptı. "Unutulan Beyin" kitabının yazarıdır. Her ikisi de rahmetli oldular. Onları çok özlüyorum. Uzun yaşamanın zorluklarından birisi de sevdiklerinizin ölümlerine tanıklık ediyor olmanız!.."
***
1926 yılında, ilkokulu bitirir bitirmez sınavla Bursa Kız Muallim Mektebi’ne girer. Buradan 1931 yılında mezun olur ve Eskişehir’e tayin olur. Burada dört buçuk yıl öğretmenlik yapar.
15 Şubat 1936 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümüne kaydolur. ATATÜRK'ün isteği ile Hititoloji’nin yanında Sümeroloji ve Arkeoloji de okur.
O yılları ise şöyle anlatır Muazzez İlmiye Çığ:
“Babam çok enteresan bir adamdı. Ben Almanca bölümüne geçmek istedim, kıyameti kopardı. "ATATÜRK bu fakülteyi sizler için kurdu. Senin istikbâlin için çok iyi olacak kızım!" dedi ve bu bölüme girmemi istedi ve haklı çıktı.
ATATÜRK çok önemli iki devlet bankasına, Sümerbank ve Etibank adlarını vermişti. Bu isimlerden dolayı duymuştum tabii; fakat okuyacağım bölümle ilgili olarak başka bir malûmatım yoktu.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bir kereliğine almayı kabul ettiler beni. Çünkü ben muallim mektebinden mezun olmuştum. Sümeroloji’den haberim yoktu o zamana kadar. Adı, Asuroloji’ydi. İlk çözümler Asur diliyle başlamış. Bilimin adı Asuroloji, sonradan Sümerce eklendi.
ATATÜRK Sümerler’i okumuş. ATATÜRK’ün okuduğu bir kitabı buldum. Üstüne Fransızca not almış; "Sümerler Türk diline yakın, Asya’dan gelmiş olabilirler." diye. Yanına da eski harflerle "çok mühim" diye yazmış ATATÜRK. Bu ATATÜRK’ün Sümerler’e son derece önem verdiğini de gösteriyor…"
***
"ATATÜRK’ün mezun olduğu Kara Harp Okulu'ndan mezun olmuş bir subay olarak bende olduğu gibi ve her Türk’te olması gereken kırmızı çizgisi ATATÜRK’tür Muazzez İlmiye Çığ’da da." Bakın bu konuda neler söylüyor: "Ben mücadeleyi seviyorum. İlle bir şey yapılsın, olsun istiyorum. Rol modelim ATATÜRK... Mücadele ederken kırmam, dökmem, sövmem. Yalnız ben değil, ATATÜRK de öyleydi. Gayet mülâyim, gayet sevecen ve son derece munis. O, yaptığı her işi hep sevgiyle yaptı. Çünkü içinde insan sevgisi vardı.
***
Muazzez İlmiye, Ankara Üniversitesi'nde; Nazi Almanya’sından Türkiye’ye iltica etmiş olan ve Ankara Üniversitesi’nde dersler veren Prof. Dr. Hans Gustav Güterbock’tan Hitit Dili ve Kültürü derslerini, Prof. Dr. Benno Landsberger’den Sümer ve Akad Dilleri ve Mezopotamya Kültürü derslerini alır. Fakültede dört yılda dört dil öğrenir.
1940 yılında mezun olur olmaz okuldan arkadaşı olan Kemal Çığ ile evlenir ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri Müzesi Çiviyazılı Belgeler Arşivi’nde işe başlar. Aynı yılın sonunda ilk çocuğu Yülmen dünyaya gelir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalıştığı 31 yıl boyunca meslektaşı Hatice Kızılyay ve Dr. František R. Kraus ile birlikte müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış on binlerce tableti temizlerler. Bunları sınıflandırıp numaralandırırlar ve 74 bin tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivini oluştururlar. Üç bin tabletin kopyasını yapıp katalog hâlinde yayımlarlar ve dünya bilim insanlarına eşsiz bir kaynak hazırlarlar.
Diyalog halinde olduğu Philadelphia Üniversitesi Müzesi Tabletler Bölümü Başkanı Prof. Kramer ile yaptığı çalışmalar ile de Sümer edebiyatına yeni konular kazandırır ve eksik olanları tamamlar. Bu çalışma da tüm dünyayı ilgilendiren çok önemli bir çalışmadır.
***
Tarihin derinliklerine bu derece nüfuz eden Muazzez İlmiye Çığ, 1947 yılında ikinci kızı Esin'in dünyaya gelişiyle çocuklarına ayırdığı zamanın biraz sığ kaldığını şöyle ifade eder:
“Fiilen çalıştığım zamanlarda, çocuklarıma tam anlamıyla annelik yapabildiğime inanmıyorum. Hepsi birden olamıyor çünkü. Annem baktı benim kızlarıma. Ben daha çok müzedeydim, hep çalışıyordum. Hafta sonu da öyle çocuklarımı alayım, sinemalara, tiyatroya götüreyim, her zaman yapamadım.
Fakat bunun yanında kızlarımın eğitimine çok önem verdim. Her akşam onlarla oturdum, okulda ne yapmışlar bir bir üzerinden geçtim. Eğitim konusunda hiç açık vermedim. Ama işin eğlence bölümünde vazifemi tam yapabildiğim söylenemez. Yıllar içinde arayı kapattım tabii. Kızlarım hep en iyi arkadaşlarım oldu…”
***
Yıllar içerisinde birçok sergi düzenleyen M. İlmiye Çığ, 1965 yılında Roma‘da sergilenen Hitit sergisine başkanlık ederek bu sergiyi Londra’ya götürür. Kısa bir süre kaldığı Londra’da da çalışmalarını sürdürür.
1972 yılında emekli olur. Bir süre yurt dışında yaşar. 1988’de Philadelphia’daki Asuroloji Kongresi’ne katılır. Prof. Kramer’in ‘History Begins at Sumer’ adlı kitabını Türkçeye çevirir ve kitap 1990’da ‘Tarih Sümerle Başlar’ adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanır.
Bu kıymetli eserden günümüz idarecilerine ışık tutacak küçük bir kesiti size sunayım dostlar;
“Eski Sümer hükümdarları, fatih olarak ne kadar büyük başarılar elde etmiş olurlarsa olsunlar, acımasız tiranlar ve mutlak monarklar değillerdi. Bütün önemli devlet sorunlarında, özellikle savaş ve barışlarla ilgili durumlarda, halkın önde gelenlerinden oluşturulmuş resmi bir meclise danışırlardı.
***
Bu kitabın çok ilgi görmesi üzerine 1993’te çocuklara yönelik "Zaman Tüneliyle Sümerlere Yolculuk" da dâhil olmak üzere Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan 13 kitap yazar.
Yine bu kitaptan bir kesit şöyledir:
“Size kendimi tanıtayım: Ben bir Sümerli çocuğum. Adım Ludingirra, anlamı Tanrı’nın adamı. Adımı söylemek size zor gelirse, kısaca Lu diyebilirsiniz. Tam 14 yaşındayım. 6 yıldan beri okula gidiyorum. Eğer okulda her bilgiyi öğrenmek istersem, en az 5 yıl daha okumam gerek.
Boyum çok uzun değil. Kara saçlı, kara gözlüyüm ama derim kara değil. Zaten bizim halkımız hep kara gözlü, kara saçlı. Sanıyorum onun için biz, kendimize ‘Karabaşlı’ diyoruz.
Ben şimdi, yaşantımı, ülkemi tanıtmak için sizi zaman tüneli ile geçmişe götüreceğim. Hoşunuza gideceğini umuyorum. "Geldiğimiz yer neresi?" diye soracaksınız şimdi. Sizin ülkenize yakın bir yer. Türkiye’nin güneydoğusunda, bugün Irak dediğiniz yer. Buradan iki büyük nehir geçip güneyde denize dökülüyor. Bunların adı Fırat ve Dicle, bizde onların adı Buranım ve İdigna’dır. Siz buraya iki nehir anlamına gelen Mezopotamya diyorsunuz.
İşte benim vatanım, bu iki nehir arasında. Buraya yüzyıllar boyu Sümer toprakları denmiş…”
***
Yılların birikimiyle ve Sümeroloji alanındaki uzmanlığıyla 1998 yılında "İnanna’nın Aşkı: Sümer’de İnanç ve Kutsal Evlenme" adlı bir tiyatro oyunu yayımlar.
Bu eserde; Sümer tarihinden, özellikle de mitolojisinden yararlanarak yeniden yazma yöntemiyle bir tiyatro oyunu ortaya koyma yoluna gider. Sümer mitolojisinden aldığı bir kesiti kimi ekleme ve değişikliklere giderek genişletir, dönüştürür, kadın duyarlılığını ve üslûbunu öne çıkaran tiyatro formunda bir eser olarak ortaya koyar.
Alanında çok sayıda eser veren ancak tevazuyu elden bırakmayan Muazzez İlmiye Çığ’a; 2000 yılında, İstanbul Üniversitesi tarafından Fahri Doktorluk unvanı verilir.
Aynı yıl ‘"Gılgameş" adlı kitabını yayımlar. Eser, Uruk Kralı Gılgameş’in serüvenlerini kapsayan bir öykü kitabıdır.
***
Etrafına ışık saçan her münevver gibi Muazzez İlmiye Çığ'ın yayınladığı eserler de mahkemelerde yargılanmıştır. 2004 yılında yayımlanan "Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği" ve 2007 yılında yayımladığı "Vatandaşlık Tepkilerim" adlı kitaplarında kadınlarda başörtüsünün köklerinin Akadlar'a dayandığını yazar.
Bu iki kitap kamuoyunda yankı uyandırır. "Vatandaşlık Tepkilerim" adlı kitabında halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçuyla yargılanır ve ilk celsede beraat eder.
Muazzez İlmiye Çığ, "Sümerli Ludingirra" adlı son kitabını 2015 yılında yayımlar. Bu kitapta; şair Ludingirra’nın ağzından, Sümer kültürünü anlatır. Anlatılanların tümü, çivi yazılı belgelerdeki bilgilerdir, dolayısıyla bu eser bir kurgu değildir.
***
110 yıllık aziz varlığıyla ve ilmiyle gönüllerimize düşen en güzel çığ.... Seni anlatmaya ne kelimeler kifâyet eder ne satırlar ne de sayfalar!.. Benimkisi sadece cılız kelimelerle kurulmuş birkaç cümle.
***
Kendisine sorulan bir soru üzerine hayattaki en önemli 3 şeyin; Sevgi, Dostluk ve Kendine Güven olduğunu belirten 'Son Sümer Kraliçesi' hayatını kısaca şöyle anlatır:
“Ne gıdada ne düşüncede hiçbir şeyi önemsemedim. Şu şöyle olsun bu böyle olsun diye dikkat etmedim. Ben yaşamımı oluruna bıraktım. Yemem içmem herkes gibiydi. Sigara ve içki içmedim. Ha içmedim derken tatlarına bakmışlığım var. Zaman zaman sosyal içici dedikleri şekilde, özel zamanlarda...
Hayatımı hiçbir zaman boş geçirmedim, dolu dolu yaşadım. Hayatı dolu dolu yaşadığınızı ancak benim gibi bir asrı devirince anlıyorsunuz.
Hiç ölüm hesabı yapmadan yaşadım ve inanamıyorum şimdi. Yalan gibi geliyor. Gençlik yıllarımdan unutmadığım bir anım var. Seksen küsur yaşında bir hanıma ‘Bu yaştasınız, ne dersiniz?’ diye sordular. Hanım soruyu sorana ‘Kızım şu pencereyi aç dışarıya bak, gir içeri kapat pencereyi’ dedi. İşte geçen zaman benim için de bugün böyle. Anlamıyor insan…
Herkes gibi ben de öleceğim. Ben "her canlı ölümü tadacak!" laflarını da sevmiyorum. Evet, öyle ama insanları korkutmanın ne manası var. Ölüm de, doğum gibi doğal. Ölümü güzel göster, normal göster…
Geçmişle uğraşmayı bıraksınlar. Bugünü yaşasınlar ve geleceği düşünsünler.
Hâlâ yapmak istediklerim var elbette. Yazıyorum. Yeni başladığım bir kitabım var. "Neydik, Ne Olduk" diye. Gençler için hazırladığım bu kitapta devrime başladığımız zaman neydik, bugün ne olduk diye karşılaştırmalar yapıyorum. Benim için herkes bir tarafa gençler bir tarafa. Umudum gençler ve onları çok seviyorum…”
***
Ülkesini, insanları, gençleri seven bu insan sevilmez mi? Elbetteki... Hem de çookkk. Biz de seni seviyorum ilmin ışığı aziz insan!.. Varlığına binlerce şükran!
18 Kasım 2024
Saat: 02.28
Mersin
Gönüne, kalemine, o duygu dolu şiirsel cümlelerine sağlık Faruk Bey.