Diyeceksiniz ki, üstâdım başlıktan anlaşıldığına göre yine metaforik bir kavram yakalamışsın. Evet biraz öyle oldu. Bu velûd dilin nimetleri diyelim.
Hangisinden başlasam bilemedim vallahi. Fakat öncelikle bilinmesini isterim ki, burada anlatılan bütün hikâyeler şahsen benim yaşadığım ya da yaşanmışlığına şahit olduğum son birkaç yıl içerisindeki gerçek vakalardır.
"Enâniyet" diyerek başlayalım. Enâniyet bir ahlâk terimi olmanın yanında aynı zamanda bir psikoloji terimidir. Ayrıca sâlikin fenâ hâlini ifade eden iddia, kibir ve bencillik anlamında kullanılan tasavvuf terimi; ama biz işin tasavvuf kısmını başka bir yazıya havale ederek sadece ahlâk kısmını ele alacağız.
***
Adam kendisini Türkçe'nin, Türk şiirinin tek sâhibi sanıyor olmalıydı. Onun yazdığı şiirlerdeki temayı, tasviri, tahlili, teşbihi ve imgeyi başka kimseler kullanamaz, hele ki şahıslara yönelik şiirler yazdı ise artık o isim onun adına tescillenmiş gibiydi. Ne demek istiyorsun? der gibisiniz.
Uzun zamandır sosyal medyadan tanıdığım ve zaman zaman yazdığı şiirlere oldukça edepli ve kendisini motive edici "En 'A' Niyetli" ifadelerle yorumlar yaptığım kişi; büyük usta, gönüllerimizin köşkünde divan sazıyla "Yalan Dünyâ, Leyla, Gönül Dağı, Neredesin Sen..." gibi türküleri seslendirerek başımıza tâc ettiğimiz Neşet Ertaş hakkında bir şiir yazmış. Ben de kendisine Facebook üzerinden "En 'A' Niyetimle" şöyle bir mesaj attım. "Gönüller bir ve aynı kaynaktan beslenince aynı dil ve aynı duygu ile ortak değerlerimizi birlikte terennüm ediyoruz. Sizi gönülden kutlarım. Benim de Neşet Usta hakkında yazdığım çok güzel bir şiirim var." Bu yorumuma hemen cevap geldi. "Şiirinizi bana yollar mısınız?" Cevabım; "Arşivden bakıp bulmam gerekiyor" oldu. Adam durmuyordu; mesaj üstüne mesaj. Anlaşılan içinde kurt kaynıyordu. Kibrinin ve "Enâniyet"inin kurdu içini kemiriyordu. Çünkü ben henüz yazımı bulamadım, dediğim son mesajımdan sonra içindeki kıskançlık ve enâniyet kusmuğunu çıkarmış ve şöyle yazmıştı; "Yazdığın Neşet Ertaş şiirini bana göndermek zorundasın. Senden gelen şiir ile benim yazdığım şiiri karşılaştıracağım. Aralarında milyonda bir olsa bile benzerlik olmamalı." Alın size enâniyetin en zirve hâli. Bu birinci hikâye.
***
Bu anlatacağım hikâye ise tam otuz beş yıllık mâzisi olan bir dostluğun yaralandığı hazin bir hikâyedir.
Yıl 1990... İzmir Maltepe Askerî Lisesi"nde öğrenim hayatına başladığım sene. Yatılı okumaktayız. Hikâyemin kahramanı ile ilk tanışmamızı tam hatırlamasam da millî ve dinî bayramlar ya da yarıyıl tatili gibi zamanlarda otobüs şirketleriyle anlaşma yapılarak hizmet alınır ve topluca okulumuzdan seyahatimiz başlardı. Muhtemel ki, böyle bir ortamda tanıştık kendisiyle. Dostluğumuz çok çabuk ilerledi. Dört yıllık lise dönemimizde özellikle etüdün olmadığı Cuma günleri dershaneler bölgesinde koridorda turlayarak sohbetler ederdik. Yeküne vurduğumuzda kim bilir kaç kilometre yürüdük. Nihâyetinde; her zaman olduğu gibi dostlarını arayan taraf yine bendim. Kendisiyle dostluğumuz bu yıl otuz beşinci yılında. Benim Mersin'de olmam, onun ise Adana'ya yerleşmesi ve yaz aylarında olmamızın yanı sıra ikizlerim ile onun kızının akran olması gibi sebeplerle kendilerini yatılı misafirliğe çağırdım. Geldiler... Geldiler gelmesine de akşam yemeği sonrasındaki çay sohbetinde benim yıllar önce tanıdığım ve fikirlerine saygı duyduğum kişi gitmiş yerine bozulmuş tereyağı gibi zehre dönüşmüş bir kişi buldum karşımda. Anlattığı ve anlaşılması oldukça güç, zehir zemberek sözler karşısında yine bendim "En 'A' Niyet" ile yaklaşan. Sohbet devam ederken benim şâirliğimden ve şiirlerimden konu açılınca biraz konuyu güzelleştirmek adına kendisinin YouTube kanalına koyduğu şiir kliplerinden bahis açtım. Gerçekten seslendirmeler çok başarılı idi. Derken oradaki bayan sesin eşi olduğundan söz açıldı. Eşini de uzun yıllardır tanırım. Fırsatı kaçırmadan hemen bir teklifte bulundum. Abla çok özel bir şiirim var. Bu şiirime kıdemli bestekârlarımızdan Âmir Ateş Hocam nefis bir beste yaptı. Eserin ismi "Mor Salkımlı Sokaklarla Üsküdar" Bunu benim için seslendirir misin? Tabii, kabul etti. En kısa zamanda da ses kaydı bana ulaştı. Hakkını vermem gerekir; gerçekten çok güzel bir şiir yorumu geldi. Ben de gönlümden gele gele "En 'A' Niyet" ile çok beğendiğimi kendilerine WhatsApp'tan ilettim.
Bekleyin!.. Bomba cevap geliyor. Mesajı birer bir, geldiği hâliyle buraya koyuyorum.
"Eşim kendi beğenir, başkasının beğenisi pek önemli değil... Beğenmediysen, beğendim mi diyeceksin? Ayrıca o, okumalarına da yorum yapılmasını sevmez. Yorum yapmak için daha iyi okuma yapması gerekir yorum sahibinin; değilse hakkı yoktur yorum yapmaya!.."
Enâniyetin zehirli sarmaşık gibi bünyeyi sardığının en büyük delili. Vesselâm!
***
Üçüncü ve bu yazı için son hikâyemiz. Bu yazı için dedim; muhtemel ki, devamı gelecek.
Tanışıklık sebebi yine şiir... Her kapıyı açan çilingir; şiir. Geçen sene Şehr-i Mevlânâ'da bir yerel televizyon kanalının açtığı şiir yarışmasında finale kalmıştım. Final öncesi aşamalarda TV kanalına uzaktan bağlantı ile konuk olmuştum. Ancak finalin canlı yayın olacak olması dolayısıyla Konya'ya gitmem icap etti. Gittim efendim. Sağ olsun programı hazırlayıp sunan kişi beni gâyet güzel ağırladı. Buraya kadar ben misafirliğin o ise ev sahibi olmanın hakkını verdik. Aradan geçen onca zaman içinde arayan taraf yine bendim; fakat içimi rahatsız eden, hiçbir beklentiye girmeden, sadece dost yüreğimin kadirşinaslığı hikmetiyle aradığım kişide beni rahatsız eden bir ses tınısı vardı. Hafiften hafife enâniyet kokusu almaya başlamıştım. Âteş olmayan yerden duman çıkmıyor ya...
Bakın dumanın çıktığı yerden alevler nasıl yükseldi!..
Sosyal medyada bahsi geçen yerel kanalda kendisinin Ahmet Özhan Hocamız ile program yapacağına dâir reklamı gördüm ve bunu takdirle karşılayıp çok sevindim. Çünkü konuğu, bütün Türkiye'nin çok sevdiği ender seslerden biri olmanın yanında tam bir tasavvuf ehli idi. Benim de iki yıldır devam eden TV Canlı Yayınım bulunması sebebiyle kendisinden Ahmet Özhan Hocamızın benim programıma da konuk olup olamayacağını sormasını istedim. Eee, muhatap tevâzu ehli olunca kırmamıştı ve yılın ilk yayınını hoca ile yaptım. Buraya kadar her şey çok normal; ama yayın sonrası gelen onlarca beğeni ve güzel yorumun yanında yayına vesile olan kişi bana yazdığı mesajlarla beni yerden yere vurmuştu. Sebep? diyeceksiniz. Neymiş efendim, programda okuduğum şiirimle kendi reklamımı yapmışım, hoca konuşurken soru sormak için araya girmişim ve bunun gibi şeyler. Programın sunucusu olarak akışı yönetmek benim hakkımken bana programdan çok süre çaldın diyen adamın kendi yayınına ve benim yayınıma bakarak süre karşılaştırması yaptım. Elli bir dakikalık yayın süresi içinde toplam 5 dakika 41 saniye soru sormak için kullanmışım. Geri kalan sürede Ahmet Özhan sular gibi akmış. O şahsın yayınını da kontrol ettim. Bana anlattıklarının fazlasını, kendi yayının başından itibaren o yapıyordu. Kendisiyle yazışmamız o kadar uzun ki buraya alsam mideniz bulanır. Edep sınırını aşan yazdıklarının karşılığını nasıl mı verdim? "En 'A' Niyet" ile...
Özetle bu üç hikâyedeki kibrin ve enâniyetin düşmancasına bir tavra dönüşmesinin ana sebebi kıskançlık. Çünkü yazdığım şiirler hamdolsun ki, onların ufkunun çok ötesinde ve yine hamdolsun ki, nefisini yerden yere vurmuş tevâzu sahibi olmamızdır.
Gelelim "En 'A' Niyet" meselesine... Günümüzde bir şeyin kalitesini ifade etmek adına artık "A Kalite" deniyor ya; benim de niyetimi ifade ediş şeklim, bundan mütevellid "En 'A' Niyet" şeklinde tecessüm etti; şekle büründü. Vesselâm!..
28 Ocak 2025 / Saat: 10.47 / Mersin