Çoban Ateşi/ Y.Küçükcicibıyık Yerdeki ekmeği öpüp alnına koyan çocuklardık biz… Geçtiğimiz günlerde sosyal paylaşım sitesinde bir yazı okudum. “Eskidendi”… diye başlayan her satır beni kendisine hemen yaklaştırıyor. Geçmişe hürmetin ince sızılarını yaşıyoruz belki de hep birlikte… O yüzden 70’lerde 80’lerde çocuk olmayı, kapı önü yaz akşamlarını özlüyor insan… Yazıda şöyle diyordu: “Yere düşen ekmeği, yerden hızla alıp telaşla 3 kere öpüp, 3 kere alınlarına koyan çocuklar nereye kayboldular? Güzeldi o çocuklar. İnsan o çocuklardan hep olsun istiyor. Ekmek öpen çocuk görmek istiyor. Çünkü ekmek öpen çocuk hala bir şeye inanmamızı sağlıyor. Bizim buna ihtiyacımız var. Geri dönsün o çocuklar. Çünkü bizim buna çok ihtiyacımız var…” Ne büyük özlem yerdeki ekmeği öpüp alnına götüren çocukları özlemek… Aslında bu ne olursa olsun inanan bir kuşağın özlem özetidir bu. Onca güzellik içinde inanan bir nesil olmanın en güzel resmidir yerdeki ekmeği öpüp alnına götüren çocuklar…Ne şahane değerlerimiz vardı derken “di” li geçmiş zaman kullanmanın dayanılmaz bir ağırlığı ensemde bir omuz ağrısıdır bugün… pek çoğunuzun bu ağrıyla yaşadığını biliyorum. Üstelik hiçbir ağrı kesicide fayda vermez bilirim. Ayşe Kulin “Füreya” da diyor ki; “ Kimse böbürlenmek için boşboğazlık yapmazdı. Has terbiyeyle yetişmiş bir nesildik biz…” boğazımıza dizilen ne varsa sahiciydi. Ülke meselelerinden tutunda aşklara kadar, işimiz gücümüzden komşuluk ilişkilerine kadar her şey çok sahici ve boğazımız dolu olurdu, kan kusardık da çoğu kez , kızılcık şerbeti içtik derdik. “karın tokluğu, sırt pekliği, bir lokma ekmek, başını sokacağı bir dam…” önemliydi eskiden. Şimdilerde önemli olan evinizdeki eşyaların yada kolunuzdaki saatin markası maalesef… Devri aleme inananlarınız ve bana devir değişiyor diyenleriniz olacaktır elbet… Değişime ve yenilenmeye elbette varım. Ama bende yerdeki ekmeği öpüp alnına koyan çocukları özlediğimde, boğazımda bir yumruk acısı hissedenlerdenim. Özlemek çok yaman bir duygu, yitirdiklerimizin yerine daha iyisini, daha anlamlısını koyamamak çok daha fena… Özlüyorum… Bizim kitaplarımız vardı, kareli defterlere yazdığımız şiirler, ertesi güne okuduğunuz gazetede en beğendiğiniz haberi kesin ve altına anladığınızı yorumlayın diyen ev ödevi veren şahane öğretmenlerimiz vardı. “Bir maniniz yoksa, annem size gelecek” diyen konu komşu çocuklarıydık biz, görgü her evde aynıydı sanki, boşboğazlık zaten ayıp sayılırdı. Yardım eli gece karanlığında yapılırdı da kimseciklerin haberi olmazdı. Öğretmenimizi görünce önümüzü ilikler selam verirdik. Borç verdiğimiz ahbapların evinin önünden bile geçilmez yolu uzatırdık. Yaz tatillerinde hem Nazım’ı hem de Necip Fazıl’ı okumalısın diyen komşu amcalarımız vardı. Kışlık hazırlamasını öğreten komşu teyzelerimizin altın öğütleri vardı. Hayallerimiz vardı, inançlarımız vardı. Kutsal saydıklarımıza sadakat vardı, inanmadıklarımız için kavga etmek vardı. Göründüğü gibi olmak ya da olduğu gibi görünmek vardı. Üçüncü bir şık da yoktu zaten… El yordamı ile öğrendiğimiz hayatlarımızda sevgi vardı, emek vardı ve inanmak vardı. Çünkü biz yerdeki ekmeği görünce 3 kere öpüp 3 kere alnına koyan karanlığın bütün sözcüklerinden arındırılmış çocuklardık. Sezen şarkılarında olduğu “Hem utangaç, hem hevesli mektepli sevgililerdik. Pek kırılgan, pek acemi bir söyler, bin gülerdik” Şimdi bırakın gülmeyi, yan yana gelip eğlenen çocuk sayısı neredeyse kalmadı. Çünkü biz büyüklerin yan yana getiremediğimiz çocuklarımızın suratlarındaki karışı ölçmeye vaktimiz bile yok artık… Hiçbir işin acemisi bile yok, herkes anasının karnından usta doğuyor. Bilgisayarda saatlerce oyun oynayıp, oyun oynamanın zararlarını profil alnına yapıştıran ne çok insan var artık. Sürünün bir parçası olmak mı, olmamak mı, ya da olamamak mı? İşte bütün mesele bu. Bu topraklarda ekmeği 3 kere öpüp 3 kere alnına götürmenin bir kaderi, bir inancı, bir görgüsü vardı. Bu yazıya bir ana fikir arayanlar, ben sadece ekmek öpen çocukları özledim bugün, güzeldi o çocuklar, hepsi bu…