Her yapılan iyilik ve güzelliğin gözümüze sokulduğu çok hasarlı bir çağda, ramazan ayını maneviyatına yakın ve layık yaşayabilmek elbette hiç kolay değil… Ne diyordu arifler “Zor olacak ki! İmtihan olsun” İmtihanlarımız ve akıbetimiz hayr olsun. Ve her şeye rağmen! Bunca hengâme ortasında “İftara beş kala!” Tefekkür vaktine niyetle, sadece bir beş dakika! Kendin olabilmek, kendin kalabilmek, kendinle yüzleşmek… Ne muazzam bir an.
İftara beş kala! Bir başka güzelsin ey “şehri ramazan”
Ezansız iftar…
Her ramazan babamın yokluğunu daha çok hissediyorum. Ramazanı öyle bir sevinçle karşılar ve hüzünle uğurlardı ki; Son teravih namazını kılıp geldiğinde kederli bir nefesle “ Seneye kim öle kim kala” derdi.
Her iftar ezanını babam içinde dinliyorum. 40 yıl geçmiş üzerinden, 40 gün önce gibi…
80’ler… Yurt dışında videokasetlerinin kiralandığı bir dönemdi. Oturduğumuz mahallede Sivaslı komşularımızın böyle bir dükkânları vardı. Müzik ve videokasetleri satıyor ve kiraya veriyorlardı. O dükkânda durmayı çok severdim. İlk imzalı artist fotoğrafımı yine bu dükkânda sinema sanatçısı Mahmut Cevher’den almıştım. Yemliha ağabey o gün bana “Hadi iftar oluyor, al bu kaseti akşam izlersiniz” diye bir film kaseti vermişti. Sevinçle eve geldim, annem iftar sofrasını kuruyor, babam ezansız iftarını bekliyordu. İftara beş kala kaseti videoya yerleştirdim. Filmi başlatmak için play düğmesine bastığımda; yeni hayatımızın da düğmesine bastığımdan bihaber, filmin jeneriği ezanla başlamıştı.
Babam elindeki ekmeği ve sesini sofraya bırakıp dakikalarca ağlamıştı. Sonra anneme dönüp “yarın işyerimden çıkışımı isteyeceğim, buraya kadar” demişti. Kim konuştuysa ikna olmamıştı babam. Bütün yasal haklarından vazgeçerek o yıl Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştık. Çocuklarım çöpçü olacaksa da, kendi vatanını temizlesin dediği gün daha dün gibi aklımda… Tıpkı Yahya Kemal’in şiirinde bahsettiği o iftar vakti gibi “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz/ Yurdun bu iftarında uzak kalmanın gamı/ Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı” diyordu şair. O ramazan babam ve bizim gurbetteki son ramazanımız olmuştu.
“Babam” Ahir dünyamdaki kıymetlim…
Onu tanıyanlar bu dünyadan nasıl güzel adımlarla, nasıl sessiz ve zarif geçip gittiğini bilirler. İftara beş kala babamın kederli kalbi ve gözyaşı düştü aklıma… Bir de sofradaki ekmek kırıntılarını eliyle toplayıp lokma ederken söyledikleri “Amcam varmış benim, biz hiç tanımadık, Çanakkale’de şehit düşmüş, çok yokluk gördü bu millet bizde yokluk içinde büyüdük” derdi. Ekmek ziyan olacak diye aklı çıkardı babamın, ekmeğe olan hürmeti hep bir başkaydı. Şimdi ne zaman sofrada bir lokma ekmek kalsa; babamın o hiç görmediği Çanakkale’de şehit düşen büyük amcamız ve tüm cesur yüreklerin hepsi geliyor aklıma…
Sonra iftara beş kala! “Vatan elden gidiyor” diye kılıf aramakla “vatan elden gitmesin” diye can verenler arasındaki o deriiin uçurum geliyor aklıma; O bir lokma ekmek diziliyor boğazıma… Öyle dağıldık ki Çanakkale’m! Doymuyoruz, doymuyoruz halâ!
İftara beş kala ne çok şey geçiyor aklımdan… Zorlukla mücadele edemeyenler, seçtiği yoldan kolayca dönenler, kolayı seçiverenler, seçtiği kolayın bile hakkını veremeyenler… Bir kez olsun bir dosta hemdem olamayanlar, yaralı parmağa çişini bile reva görmeyenler ve klavye başında vatan sevenler… Oturdukları yerden ne çok atıp tutuyorlar. Ne çok gürültü yapıyorlar. Çünkü bazılarının bu hayat üzerinde bir fikri bile yok. Yazık ki sadece internet bağlantıları var. Fişini çeksek o da yok.
İftara beş kala! Kocaman bir ah’lar listesi uzadıkça uzuyor aslında…
Ramazan haberlerine baktıkça; “Fazla olan ne varsa noksan” Oysa güzel şeyler sessiz olurmuş eskiden… Yardımlar yatsı karanlığını bekler, bakkallardaki veresiye defterini satın alan o koca yürekli insanların kim olduğu bilinmezmiş hiçbir zaman...
Yüz yıl önce Halid Refik Ramazan hatıralarında şöyle demiş:
“Ramazan ve ben, ne kadar değiştik. O ramazanlar beni tanıyamazlar. Kendileri ise benden daha tanınmaz halde!” Yüz yıl sonrasına söylenecek söz de kalmıyor insana…
Ramazan ayını yarıladık. Bir meslek hastalığı sayarsak eğer karşılaştığım eşe dosta soruyorum: Bu yıl iftara misafir buyur ettiniz mi? ya da edildiniz mi? Cevapların boynu bükük… Fırıncı esnaflarına soruyorum: İşler güçler bereketlendi mi? Geçen yılın yarısı kadarını da görmedik diyorlar.
Bu yazıyı bir güzelleme ile bitirmek isterdim, lakin hakikat bu dostlar… Bugün bir başka hakikat ise “Dönmeyi düşünmediler” diye sosyal medyalarımızdan yine paylaşımlar yapacağız.
Vatan şüphesiz onlardan razı, peki ya bizden!
Ruhundan uzakta olan ne varsa biliniz ki, oda noksan.
Yorumlar
Kalan Karakter: