Peşi sıra gelen orman yangını haberleri, sosyal medyadaki o bunu paylaşmış bizden değil, bu şunu paylaşmış bizden değil kutuplaşmaları, bağış makbuzunu illa göstermek isteyenler, ülkenin vergilerini sorgulayanlar, sessiz kalanlar, slogan atanlar, düğüne tatile gidenler, gitti diye eleştirenler ve kendi yarasını kendi sarmak isteyen aziz milletimiz…
Çaresizlik ve üzüntü ile bu süreci kendimi bir “Oda”ya kapatarak izledim. Bugün o “Oda” dan çıkarken hanedarı Osman Nuri Koçak’a ve biriktirip bize aktardığı öykülerin hepsine, kitap yazma emeğine teşekkür etmek istedim.
Dünya tarihinin sanki en acımasız, karanlık ve kirli çağını yaşarken; bir avuç aşkar ile yunsak bilmem geçer mi bu kalp ağrısı…
“Oda”ya adım atar atmaz, beni karşılayan ilk hoşgeldiniz cümlesi “Ulus bilinci!” oldu.
Yaşanan bunca yangınların anahtar cümlesi.
Kaybettikçe kayboluyor, dağılıyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyoruz birbirimizi…
“Oda”
Umutsuz geçen günlerimize bir umut ışığı yakıyor yine…
Osman Nuri Koçak bilgi ve birikimleriyle şehrin bir hanedarı olarak, her ne olursa olsun o ışığı yakmaktan hiç vazgeçmedi “Oda”dan ve ondan öğreneceğimiz daha çok şey var. Teşekkürler sevgili hocam.
Peki, “Oda” da neler var?
Cumhuriyete ve ulus olma bilicine hak ettiği değeri veren memleket ve doğa hikâyeleri okuyacaksanız. Bu hikâyelerin her biri milli ve hissi bir servettir. Bu servete sahip çıkarsak yine yeniden yeşerecek ormanlarımız…
Bu servete sahip çıkarsak çözümün bir parçası olmak isteyen Yağmurlar ve arkadaşları daha cesur adımlar atacaklar bu topraklarda ve “Doğa’nın Çocukları” yeşertecek umutlarımızı…
“Umut” mücadele etme gücümüz…
“Umut” kendi yarasını saran aziz milletimiz! Ulus olma bilincimiz.
“Umut” ağzındaki bir yudum suyla ateşler içindeki İbrahim’e su taşıma inancımız…
“Umut” içimizdeki hep o beşinci mevsim.
Umut; memleket hikayeleri, bu memleketin münevverleri, bir gecede büyüyen çocukları, elindeki çöpü yere atmayanları, kedileri, köpekleri, ağaçları, manileri, koşmaları ve destanları…
Kitabı okuyanlarınız varsa ne demek istediğimi anlayacaktır.
Öncekiler gibi bir solukta bitti “Oda”
Elbette alevle imtihanımız daha bitmedi ama arkamda Karadağ gibi memleket hikâyeleri, bir elimde şifon ağacından kayık sırıklarım, bir elimde aşkar…
İçim temizlendi.
Anadolu’nun en hakiki hikâyelerini keyifle okuyacağınız “Oda” incecik detayları ile sizi sarıp sarmalayacak bir eser. Yöresel ağızların kullanıldığı öykulerin dili sade ve anlaşılır. Kahramanları ise çok eski bir tanıdığa rastlaşır gibi…
İyi ki bu toprakların kadim hikayeleri var. İyi ki ki bir hikâyecimiz var; aktaran, anlatan ve yazan…
Var olunuz kıymetli hocam.
Ben bu satırları yazarken, Oda’nın değerli yazarı kıymetli büyüğüm Osman Nuri Koçak küçük bir operasyon geçirdi. Sağlıklı günleri çok olsun dileğim. Sanatı, ilmi ve edebiyatıyla memlekete hanedarlık ettiği her vakte, emeğine ve karşılıksız sevgisine minnetle…
Dualarınızı eksik etmeyin.

Önceki yorumumda on kitaba bir kişi diye yazmışım. Tam tersine on kişiye bir kitap olacaktır. Düzeltir özür dilerim
Ne diyeyim Çoban Ateşi. Belki de senin gözüne ve ruhuna sahip son derece sınırlı sayıdaki insanlar için katlanıyoruz yazmaya. Senede on kitaba bir okuyucunun düştüğü ülkemizde, belki de “niye yazıyoruz ki?” sorusuna verilen cevap oldu yazdıkların. Şükran ile gözlerinden öperim...