Muallâ Mezhepoğlu Hanım, geçenlerde KARTAP whatsapp grubundaki bir paylaşımında babası Rıza Mezhepoğlu’nun, Ziya Duru’ya yazdığı bir mektuptan söz etti. Ne büyük talih ki, Talat Duru amca, bu mektubu bana da birkaç kez göstermiş; birlikte okumuş ve değerlendirmiştik. Ben Talat Duru amcadan izin alarak 2015 yılında bu mektubun fotoğrafını çekmiştim. Mektup, yazılma tarihi, yazılma şekli ve içeriğiyle çok ilginç ve tarihi öneme sahiptir.
Muallâ Mezhepoğlu Hanım, mektuptan haberdar oluşunu şöyle anlatıyor:
Yıl 2016, bir gün Karaman’dan adını hiç duymadığım Rıza Duru isimli bir beyden büyük bir koli geldi. Çok şaşırdım. Bu bey kim? Bana neden ve niye bir şey gönderiyor? Karaman’daki yakın akrabalarımın hepsi vefat etmiş, ben hiç kimseyi tanımıyorum ve Karaman’a gitmeyeli yıllar yıllar olmuş.
Endişe ile koliyi açmaya başladım, masallardaki gibi açıl susam açıl. Torbalarda şebit ekmeği, kara üzüm kurusu, tahinli pide, buğday ve yağlı mısır kavurgası, sumak ve daha neler neler ama bir de bir zarf var! Bu Rıza Bey kim? Neden bunları göndermiş, bir değil; bin mektup yazmış. Bana ne yazmış olabilir?
Zarfı açıp içindeki üç sayfa yazıdan ilkini görür görmez yanımdaki iskemleye çöktüm. Mektup eski yazı ile yazılmıştı tabii okuyamadım ama altındaki imzayı görür görmez tanıdım, yıllar evvel kaybettiğim babamındı.
İkinci sayfa bu mektubun Latin harfleri ile açıklamasıydı. Babam, kardeşim Ziya diye başladığı bu mektupta tadı, tuzu, kokusu burnunda tüten Karaman bulgurundan bir çuval istiyordu. Karaman’ın Sesi’nde kitabımla ilgili haberi okuyan Rıza Bey, şirket arşivinde babamın mektubunu bulmuş ve onu zarif eşi Fethiye Hanım’la birlikte yazdıkları mektuba iliştirip bunları Karaman’ın unutulmaz tatları ile bir koli yapıp göndermiş. Bunun üzerinde o kadar hislendim ki, iki günlüğüne teşekkür için Karaman’a geldim. Bu vesile ile baba ocağında en fazla on kişiyi tanıyabildim. Ama ne güzel ki, bu sayı arta arta günbegün çoğalıyor. Bundan çok memnunum. Yazımın özeti; Karamanlılık vefadır, hatırşinaslıktır. Amma anah ki, damarımıza da kimse basmasın değil mi?
Muallâ Hanım’ın mektup hatırası böyle de bu mektubun, bu bulgurun hatırlattıkları nelerdir, bir göz atmak yerinde olacaktır.
Talat amca bu mektubu bana ilk kez 2013 ya da 2014’te göstermişti. Bak bizim bulguru kimler soruyor, kimler istiyor ve kimler yiyor, diyerek çekmecesinden, hatırlayabildiğim kadarıyla, A4’ün beşte üçü büyüklüğünde arkası görünecek incelikte beyaza yakın sarılıkta bir kâğıt çıkarmıştı. Arzuhal ya da telhis gibi Osmanlı Devleti eski resmî belgelerine benziyordu bu kâğıt. Eski yazılı mektubun tam metni, dil içi çevirisiyle şöyledir:
15.10.1965
Muhterem Kardeşim Ziya Bey’e
Geçen sene yapdığım ricâ üzerine göndermek zahmetinde bulunduğunuz bulgurun tadı halâ damağımızda. Yalnız bizim değil bütün komşuların. Ne yazık ki, mevcudu kalmadı. Kaç kilo gelirse bir çuval bulgur göndermenizi tekrâr ricâ ederim. Bilvesîle sıhhatler temenni ider hürmetlerimi sunarım.
Mezhebzâde
İmza
Beş satırlık mektup göründüğünden çok fazla anlam ve bilgi taşımaktadır. Mektubu daha da ilginç kılan özelliklerinden biri; her ikisi de Osmanlı Devleti vatandaşı olarak doğan iki kişinin, Rıza Mezhepoğlu ile Ziya Duru’nun 1965 yılında eski yazı usulüyle yazışmasıdır. Bir istisna olmayıp eski yazı aracılığıyla haberleşmek, not almak; Osmanlı’nın son zamanlarında doğmuş ve Osmanlı eğitim sisteminde eğitim almış insanların sıradan alışkanlığıydı.
Mektubun yazısı rik’adır. Rik’a, Osmanlı’da özellikle bürokraside kullanılan ve hızlı yazılmasıyla bilinen bir yazı çeşididir. Metinden de anlaşılacağı üzere Rıza Mezhepoğlu’nun düzgün ve okunaklı bir kalemi vardır. Harfler hatasız ve ölçülü yazılmış olup satırlar eşit aralığa sahiptir.
Mektubun sol üst başına tarih atılmıştır. Sağ baştan ilk satır ise hitap cümlesidir. Satır ortasına yakın bir yerden başlayan paragraf, mektubun ana metnini oluşturmaktadır. Son bölümde ise Rıza Mezhepoğlu, saygı ve sağlık dileklerini sunmaktadır. Mektup unvan ve imza ile bitmektedir.
Mektuptaki cümle kurulumları, Osmanlı Devleti resmî belgelerinin cümleleriyle uygunluk gösterir. Mektubun içerisinde geçen “muhterem, mevcudu kalmadı, bilvesile, sıhhatler, temenni eder, hürmetlerimi sunarım” biçimindeki kalıpsal ifadeler, Rıza Mezhepoğlu’nun hem aldığı eğitime hem de ince diline işaret etmektedir.
Mektubun en önemli özelliği tarihi belge niteliği taşımasıdır. Çünkü bu mektup, özel olduğu kadar iş mektubudur. Dolayısıyla Duru Bulgur’un şirket tarihini de yakından ilgilendirmektedir.
Mektubun hikâyesini anlayabilmek için Rıza Mezhepoğlu’nu tanımak, bilmek gerekir. Muallâ Mezhepoğlu’nun “Dün Takvimde Biter” adlı kitabında anlattığı üzere Rıza Mezhepoğlu, Karaman’ın eşrafı ve köklü sülalelerinden, Mezhepzadeler’dendir ve doğduğu şehirden yüksek tahsil yapmak üzere İstanbul’a giden ikinci Karamanlıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Avukatlık mesleğini tercih etmiştir. Avukatlık stajı bitince ilk tayin olduğu yer, Ermenek savcılığıdır.
2020’de İbrahim Rıfkı Boynukalın’ın yayınladığı Toprak Damlı Evlerin Çocukları adlı kitapta, Muallâ Hanım kendi biyografisi içinde; babasının baba ocağına içten bağlılığını birkaç noktaya değinerek belirtmiştir.
Hatta Rıza Duru’nun kendisine gönderdiği mektuptan ilk orada söz etmişti. Şöyle ki:
Karaman’ı sadece hatırlamakla kalmadı, düşündü de. Babamın çalışarak edindiği birikimi ile bir ev yaptırmaya sıra geldiğinde inşaatın başında duracak emin biri olarak bir Karamanlıyı düşündü tabii. (…)
Bir tanıdığı, bir dostu iş icabı bir yardımcıya ihtiyaç duyduğunda babamın ilk aklına gelen dürüstlüğüne inandığı Karaman’dan tanıdığı kimseleri Babam tavsiye etmek olmuştur hep. Maddi imkânı olmayan Karamanlı birkaç gencin İstanbul’a gelmelerine, burada barınmalarına, yüksek tahsil yapmalarına ve mesleklerinde iyi bir noktaya gelmelerinde babamın yegâne güçlü destek olduğunu yakından biliyorum. Babamın vefatından sonra elden geçirdiğim evrakı arasında sakladığı bir Karaman gazetesinde 1967 yılında 2500 nüfuslu Larende Mahallesi’nin su dağıtım şebekesini kendisinin yaptırmış olduğu haberini okudum, Karaman ortaokulundaki ihtiyacı olan öğrencilere dağıtılmak üzere yıllarca ayakkabı gönderdiğine dair makbuzlara da rastladım.
Babamın ağzında Karaman’ın bulgurunun tadı adeta mühürlüydü. 1913’te ilkokulu bitirdikten sonra Karaman’dan çıkan babamın babaevinde yediği bulgurun tadını bile yıllar içinde hiç unutmadığını Rıza Duru Bey’in şirket arşivinde bulunan bir mektubun tıpkı kopyasını üç yıl evvel bana vermesi ile öğrendim. Babam 1965’te Ziya Duru Bey’e yazdığı bir mektup ile evde kullanmak ve komşulara dağıtmak üzere çuvalla bulgur sipariş etmiş. Bir dostun 54 yıl evvel yazdığı bir sipariş mektubuna önem verilerek hâlâ saklanıyor olması, baba ocağında yenilen aşın tadının onca yıl kaybolmayışı ne kadar önemli değil mi?
Mektupta, Rıza Mezhepoğlu’nun kardeşim diyerek samimice hitap ettiği Ziya Duru’dan söz etmeden mektubu tam anlamak mümkün değildir. Hemen hemen aynı yaşlardaki memurluk, esnaflık vb. birçok iş yapmış Ziya Duru ise Yunus Emre Tekkesi son şeyhi Sunullah Efendi’nin oğludur. 1935 yılında Duru Bulgur’u Züğürtler Yaylası’nda kurmuştur. O günlerde iddiasız bir değirmende bulgur öğüten Ziya Duru’nun bulgurhanesi, 2000’lerde ikinci kuşak İhsan Duru ve Emin Duru kardeşlerin elinde bir dünya markasına dönüşür.
Torun ve Sarraf Ziya Duru, Duru Bulgur’un Züğürtler Yaylası’ndaki bulgurhanede ürettiği bulgurun, her zaman aranır ve tercih edilir olduğunu ve başka şehirlerde de alıcı bulduğunu söylüyor. Ziya Duru, Dede Ziya Duru’nun bulguru İstanbul’da Çapamarka’ya, Samsun’da Duru Bulgur’un Karadeniz bayisi Mustafa Gölgeç’e bulgur gönderdiğini de bugün gibi hatırlıyor. Emekli savcı Şehabettin Yavuzaslan ise, şehirde askeriyenin mubayaa (ihale) ile Ziya Duru’dan bulgur aldığını ekliyor. Torun Ziya Duru ise BUMAS’ın kurulduğu 1973 yılına kadar dedesinin askeriyeye bulgur verdiğini aktarıyor.
Peki, ulaşım ve taşımanın son derece zor ve sınırlı olduğu 1960’larda Karaman’dan İstanbul’a bulgur nasıl gönderilmekteydi?
Hemen hemen aynı yıllarda 17’lik bir genç olarak ticarete başlamış Remzi Tartan; o zamanlarda bulgurun İstanbul’a gönderilmesinde tek seçeneğin tren olduğunu dile getiriyor. Yolcu otobüsleriyle ağır eşya taşımacılığı yapma olanağı yoktu. Kendi meslek tecrübesinden bakışla diyor ki:
Ben 1964’te gazete bayiliğine başlamıştım. Satılmayarak biriken gazeteleri her hafta, istasyona götürüyor ve tren ile İstanbul’a gönderiyordum. Ziya Duru da aynı yolla bulgur gönderirdi. Züğürtler Yaylası’nda demir tekerlekli at arabalarına yüklenen bulgur çuvalları, demir tekerlekten çıkan gacur gucur sesler eşliğinde tren garına götürülür ve burada ambara indirilerek ambar memuruna teslim edilirdi. Ambar memuru, gelen malın nereye gideceğini, kaç kg olduğunu, nakliye ücretini bir fişe yazardı. Ambarda, mallar bazen bir haftaya kadar bekler, nakliye edilecek kadar olunca gelen ilk trene yüklenir ve gönderilirdi. Acil gönderilmesi gereken bir mal varsa, onun taşınması, diğerlerinden bir buçuk kat fazla olurdu. Normal giden mesela 8 kuruş ise acil gidecek olan 12 kuruş olurdu.
Torun Ziya Duru da bulgurhanede üretilen bulgurların, 50-70 kg gelen kendir çuvallara katılarak hiç durdurulmadan istasyona götürüldüğünü ve orada ambara teslim edildiğini hatırlıyor. Ambara gelen malların, trenlerin istasyona geliş tarihlerine göre bir haftaya kadar beklediğini ve ilgili yerlere ancak tren ile taşındığını da belirtmektedir.
Filmin İstanbul tarafı nasıldır? Ziya Duru’nun gönderdiği bir çuval bulgur, Rıza Mezhepoğlu’nun adresine nasıl ulaşmaktadır. Mezhebzade bulguru Haydarpaşa’dan mı almakta, Sirkeci’den mi? Mualla Hanım; “1947’den bu yana otomobilimiz var. Babam Haydarpaşa Tren Garına kadar kendi arabası ile giderek gelen bulguru o arabaya yükleyerek evimize getiriyor olmalı.” biçiminde bir açıklama getiriyor bu soruya.
Tekrar mektuba dönersek, Rıza Mezhepoğlu, her yıl Ziya Duru’nun çuval ile gelen bulgurunu, Bebek’teki evinde, ailesi ile afiyetle yemekte ve de komşularıyla paylaşmaktadır. Hem mektuptaki ifadesine hem de kızı Muallâ Hanım’ın söylediklerine göre, Rıza Mezhepoğlu, komşularını da Karaman bulguruna, Ziya Duru’nun bulguruna müptela yapmıştır. Tabi Bebek’teki komşu İstanbulluların bulgur bağımlısı olması; Ziya Duru’nun lezzetli ve kaliteli bulgurunda gizlidir.
Anadolu’da bulgurla özdeşleşmiş şehirlerin başında kuşkusuz Karaman gelir. Bir tahıl ambarı olan Karaman; daha 25-30 yıl öncesine kadar Züğürtler Yaylası’nda (Karaman Valiliğinin yapıldığı alan) ve Larende Mahallesi’nde bulgur değirmenleriyle geleneksel bulgur üretimi yapan bir şehirdi. Züğürtler Yaylası’nda, bulgurhanelerin çevresi aynı zamanda bulgur kurutma alanlarıydı. Öyle ki, yarım dekarlık alanlara serilen beyaz kaputlar üzerine dağıtılan bulgurlar, sapsarı rengiyle bir resim tablosundan manzara gibi görünürdü.
Karaman’ın bulguru hastır, lezzetlidir. Damak tadı Karaman bulguruna alışmış biri asla hazır bulgur yemez, yiyemez. Kendi bulgurunu kendi kaynatır, kendi hazırlar. Eylül ekim ayları gelince, mahalle aralarında ocağa kurulmuş kazanlarda bulgur kaynatan ve birkaç gün evinin önündeki boşlukta kurutan Karamanlıları görmek olağandır.
Muallâ Hanım çocuk gözü ile izlediği Karaman’daki büyük baba evinde değirmenden at arabası ile taşınan bulgurun ev halkının ve çalışanlarının ellerinden zincirleme sayısız geçişini Dün Takvimde Biter adı ile yazdığı kitabında evde Güz Mesaisi bölümünde çok renkli bir şekilde hikâye eder.
Karaman bulgurunun lezzetiyle damak tadıyla yetişmiş olan ve onu bir türlü unutamayanlarından biri de Muallâ Mezhepoğlu’nun babası avukat Rıza Mezhepoğlu’dur ki, o bulgur, ona, İstanbul’dan Karaman’a gönderilen bu nezaketli mektubu yazdırmıştır.