Bu yazıda Sapancalı Hasan Hüsnü’nün 1922 yılında yayınladığı Karaman kitabı ikinci nüshasında Karaman Âsâr-ı Atîkası ana başlığı altında yer alan İbrahim Bey İmareti’ne ait bilgilerin çevirisi, analizi ve değerlendirmesi bu yapılacaktır.
Özgün metin (Sapancalı Hasan Hüsnü, Karaman, 1922)
Âsâr-ı atika-i nâdire ve mühimmeden olan şu binanın mevki’ini bir dürlü ta’yîn idemeyecegim! Çünki türbeleri dibine ve arkaya kâdâr her tarafı tarla ve bagçe olan etrâfında ev nâmıyla bir şey kalmamış ihtimâl orası vaktiyle şehrin ortası idi bugün kenârların kenârı dimekden zavâllı ‘İmâret!!. Diyâr-ı İslâm’ın âsârı meyânında emsâli ender olan kırık minaresiyle kasaba hâricine atılmış öksüz çocuklar gibi meydânda boynı bükük duruyor. Kalbleri Türk ve medeniyet hisleriyle çarpan bir müsülmân ‘İmâret’in ve türbenin perîşân hâline bakınca mutlakâ aglar ve ağlamalıdır. Vaktiyle Anatolı’nın mühimm bir kal’asına mâlik olan İslâm ve Türk medeniyetine bunca hıdmetleri sebk iden İbrâhîm Beg’in kabri şimdi bir türbe yâhûd beg, aga mezârı değil belki orada bulunan bagçelere, tarlalara korkuluk hıdmetini gören taş ve kireç yıgınıdır kendisi ortada ‘Alâ’e’l-dîn ve Kâsım begler nâmında oğulları iki tarafda medfûndur mezârların her tarafı vaktiyle alçıdan düzedilmiş güzel yazı ve nakşlar ile mestur iken şimdi alçılar kireç yıgını gibi ortada duruyor yalnız ayak tarafındaki süsli taşlar [resimde görülüyor] saglam duruyor. Esâs mezâr taşlarındaki yazılara kadınlar du’â içün parmaklarını sürterken ba’zılarını okunmaz hâle getirmişler İbrâhîm Beg’in mezâr taşında böyle yazar
âh mine’l-mevt / intekale min dâri’l-fenâ ilâ dâri’l-bekâ / el-merhûm el-magfûr el-seyyid el-şehîd / İbrâhîm bin Mehmed bin Karaman senete semânu ve sittîne ve semânu miyeh
Kâsım ve Alâ’e’l-dîn beglerin mezâr taşlarında dahi aynî ‘ibareler yazılıdır yalnız isim ve târîhler değişir (Sapancalı dipnotu: Bu iki begin kabirlerindeki kitâbeler 38’nci sahifeye merbût resmin altında yazılıdır )
Ortada Karaman oglı İbrâhîm Beg (2) oglı Kâsım Beg (3) oglı ‘Âlâ’e’l-dîn Beg bu kabrlerin diğer cebheleri harâb oldıgınndan en müzeyyen kısmının fotoğrafının ahzıyla mecbûriyet hâsıl oldı (Sapancalı, 1922: 37)
Kâsım Beg’in taşındaki yazı: 888
Allâhu’l-bâkî / intekale dâru’l-fenâ ilâ dâru’l-bekâ el-merhûm / el-magfûr el-sa’îdu el-şehîdu el-muhtâc ilâ rahmetillâhi sultân Kâsım bin İbrâhîm senete semâna ve semânîne miyete
Alâ’e’l-dîn bin İbrâhîm Beg’in mezâr taşındaki yazı: 870
huve’l-bâkî/intekale min dari’l-gurûri ilâ dâri’l-surûri / el-merhûm el-magfûr el-sâ’îd el-şehîd ‘Alâ’e’l-dîn bin İbrâhîm bin Karaman senete seb’îne ve semâne miete
Türbe ‘İmâret’e muttasıl ayrı bir binadır ‘İmâret’in sakafı hizasına kalur dört köşeli olarak yükselince tepesi ehrâm-ı müsebbi’an zemîni teşkil ider ve ‘İmâret kubbesini aşıncaya kâdâr sivrilir tâm ucînda bir arşun uzunlugunda 10-15 santim kutrında beyâz bir mermer sütunu vardır
Şimdi esâs beyâna gelelim:
Yalnız kapu deliğini gösteren dîvârı kalmış girişi tarla olmuş olan cümleden kapusında 40-50 hatve yürüyünce sol kolda ‘İmâret’in nâdîde kapu mahalli görünür. Kapunun bâlâsında bir âyet-i kerîme başlayarak sonra bu bânîler okunur:
benâ’l-sultânu’l-efhamu ve’l-hakanu’l-a’zamu mâlikun rikâbu’l-umemu mulûku’l-‘arabu ve’l-‘acemu vâzı’u râsimu’l-adlu ve’l-ihsânu’l-hâdimu kavâ’idu’l-cevru ve’l-tugyânu kâtilu’l-zenâdikatu ve’l-muşrikîne kâhiru’l-fucratu ve’l-melhadîne nâsırun şer’un ve bi-şerâhun enderun zâkbâluş nizâmun nâsihun şirkun ve bi-şirâ’un ender zî-nefsun ıztırâbun tâcu’l-dunyâ ve’l-dîn İbrâhîm bin el-merhûm Mehmed bin Karaman zâ’ifullâhu iktidâruhu ve ile’l-hayrâti ibtidârahu hazihi’l-‘imâratu’l-mubâraketu li’l-sâdirîne ve’l-vâridîne min eyyu tâifetun kâfiru mine’l-muslimîne fî şehri Muharremu’l-Harâmu senete sitte ve selâsîne ve semânu miete
Kapunun sağ ve sol dîvârları geniş oldıgından küçük mihrâb vardır
İçeriye girilince kendinizi büyük bir kubbe altında görürsünüz kubbenin sag ve solunda alt katda beş göz dar ve karanlık kemerli otaları vardır ön tarafda ortada mescid tarafeynine iki dershâne vardır.
Mescid dört metru ‘arzında beş metru tûlündeki zemîn üzerine altı metru irtifâ’ına ve çevrilmiş kemerden ‘ibâretdir iki metru yüksegine kâdâr müseddes şeklinde parlak yeşil ve mor çînî ile döşenmiş oldıgı kırık ve sökük parçalarından anlaşılıyor.
Mescidin mihrâbı sınâyi’-i İslâmiye’nin enmûzeci itlakına sezâ olacak sıfat ve zîynetde idi 23 sene evvel İstanbul’dan gelen me’mûr-ı mahsûsla müzeye aldırılmış kezâlik iki kanaddan ibâret cevîz agacından birbirine geçen zarîf kapusı dahi İstanbul Müzesine nakl olunmuş kapu kanadlarında “amele el-Hâc Ömer bin İlyâs el-Neccâr el-Karamanî” yazılı oldıgını müftî efendi söyledi
Gönül isterdi Karaman halkı bir cür’et-i medeniye gösterek bir cem’iyet veya komisyon teşkiliyle bunları muhafazaya kendileri kâdir olsalardı
İstanbul’un Anatolı’dan bunları ‘âdetâ çalub götürmesine insân kızıyor ve kıskanıyor ise de bu burada kalsa belki muhâcirler cevîz kapularıyla yimek pişirir mihrâb çinîleriyle ocaklar yapardı. Devr-i ‘âliye kabilden Karaman hükûmet mahallesi muhâcir geldikçe bu âtîka binâlara doldurmuş eserden mü’essirden anlamayan o bi-çâreler kiriş, minber ne varsa yakmış çînîleri son def’a olmak üzere dagıtmış Allah’dan başka gören bakan yokdur.
Mescidin tarafeynindeki dershâneler otuz metru terbî’atda zemînleri ikişer pencereleri ihtivâ ider muhâcirler dershâneleri tavandan ‘İmâret’in kubbesini delüb ocak meydâna getirmişler deshânelerin kapularındaki bir buçuk arşun irtifâ bir arşun arzunda mermer kirişler üzerine ‘İmâret’in vakfiyeleri hakk idilmişdir. Şâyân-ı dikkat ve ehemmiyet olan bu kıymetli kitâbeyi ‘acebâ İbrâhîm Beg neden oraya koydı. Yoksa dört yüz sene sonra bizim gibi her şey’i vîrân ve harâb görmekde lezzet alan, mescidin kapusı eşigine varıncaya kâdâr arâzîsini çalub tarla yapan bir neslin gelecegini kable’l-vukû’ hiss itmiş mi idi?!
Sagdaki vakfiye kitabesi budur:
[vakıfu’l-emîru’l-mu’azzamu / ve’l-sultânu’l-mukerremu İbrâhîm Beg bin Muhammed bin Karaman hullide mülkehu / alâ mesâlihu hâzihi’l-imâretu seb’îne eshemun ve aşerâtun / âhera min eshumin vahidun min aslı isnâ aşera sehmen min hammâmin sekiz çeşme el-kâyin bi-Larende/ besîle (bi-sinle) köy ve nısfun hammâmun bi-inşâun (Paşa) imâmun bâbu’l-sirr ve cümletun hammâmun çardaklu bi-gâzî alt (alp) ve cümletun arzun gufirat (‘akrebun) ve cümletun keremun veledu’l-hâcc ‘alâ’e’l-dîn ma’a’l-‘imâretu fîhi ve nısfı tâhûnetu / ebû bekr ece ve nısfun tâhûnetu’l-hâcc ‘alî ve nısfun hân hûl çelebi ve cümletu’l-birru lidiyyehu (el-bezzâziyyetu) ve cümletun kerem / el-hâc yûsuf karîb kanî’l-kâdî ve cümletun kerem hâce lu’lu’ ma’a’l-‘imâretu fîhi binâ hayyetu çakalluca]
Sol tarafdaki de ayn kıt’ada olub şu ‘ibâreler hakk idilmişdir:
ve min cümleten evkâfu / ‘l-‘imâretu’l-munkale’lletî fîhâ’l-‘imâreti ve cümleti / el-kurbu (fürunu) imâmuhâ ve cümletu’l-arzu bi-emeksevenu ve cümletun arzun sarâc ‘alî / ve cümletun arzun hâfiz mes’ûd el-kâyneteynu bi-kızılcayük cümletu’l-arzu bi-vâdi foni / karîbu’l-tel ve karyetun afra ve nısfun garyetun gâferyâd ve kızıl kilise ve dede gümü eridünne kışlagı / ve cümletun karyetun vîranlu sâlûb (salur) kaynetu bi sahra-i konya ve cumletun karyetun kalın ahur ve kızılca köy ve kayacık ve lerye (orta) vîrân / ve kafir ini ve bilecik ve çaplak ve mezre’âtun ece ve bilecik el-âsgar ve cümletun karyetun bi’l-balgandu min karî beg şehri ve cumletun karyetun ‘imrânlar ve cumletun karyetun aşık pınar ve cumletun karyetun şemse’l-dîn min kura mut vakfun sahîhan ve lâzimen]
Buranın yabancısı oldıgım hâlde şu kitâbede vakf idildikleri yazılı olan köy ve kasabaları kısmen anlatdım evkâf sicilâtı daha iyi ve derîn tedkîk olunursa bu köylerin arâzîsin hepsi meydâna çıkar.
İşte bu kâdâr vakfı olan binâ-yı mu’azzamın türbesini muhâfaza içün bir kapu bile takılamayarak lahdlerin ‘âtîka alçıları harâb idilmiş Allah râzî olsun Çerkes Ahmed Beg belediye re’îsligi zâmânından türbeye bir demir kapu yapdırmış lâkin bugün kilidi yok
Tesâdüf olarak bu sahifeleri yazmazdan evvel Konya Evkâf müdîrinin Karaman’a geldiğini haber aldığımdan müftî efendinin otasında ziyaretine varub eski ve ‘âtîka yapıların perîşân vaz’iyetlerini anladarak hiç olmazsa yıkılmaları melhûz olan minârelerin biraz ta’mirini ricâ itdim. Zât hâsıl uzun felsefeler, bahâneler şerh ve tafsîl iderek ‘âkibet parası olmadıgı [?!] vâridâtı lâ-şey [?!] hükmünde oldıgından bir şey yapılmayacagını dermiyân itdi
‘İmâret’in kapusından girerken sag kolda dîvâr içinde bir taş merdivenden beş on basamak çıkınca geniş ve uzun bir salon göze çarpar bu salonun nihâyetlerinde kubbenin sag ve sol taraflarında müte’add ve taksîmâtlı dâ’ireler vardır ki her hâlde medrese odasları idi sağındakinin kemeri çatısıyla durıyor sol tarafdaki göçmüş binânın geniş dîvârları arasında böyle husûsî dâ’ireler ancak Ayasofya ve Süleymâniye Câmii-Şerîflerinde görülür.
Mezkûr merdivenden sonra salondan kubbeye çıkmak içün beş altı basamaklı bir taş merdiven daha vardır. Orada türbenin tepesini teşkil iden ehrâm ve kubbenin etrafına varılır.
Minâresi:
Dışarısında ayrıca temelinden başlayan minâresi İstanbul’da emsâline az tesâdüf idilir bir tarzda kemerli, çinîlerle süslidir İmâret’in san’at ve ziynetle mebsûtan mütenâsib olan minâresinin şerefesinden üst kısmı vaktiyle göçmüş ma’azallah bir hareket-i arz olursa şerefesinin de göçmek ihtimâli çokdur
Çeşmesi
Kapusının on metru karşısında kenârları yumşak mermer taşlarıla nakş idilmiş büyücek bir çeşme vardır ki bu da âtîka bir yapıdır [Fotografı kitâbda mündericdir] öninde de bir havz vardır ne çeşme ne havzda su yokdur (Sapancalı, 1922: 34-38)
İbrahim Bey İmareti dil içi çeviri
Eski eserlerin nadirlerinden ve en önemlilerinden sayılan şu tarihi yapının tam yerini tarif edemeyeceğim. Çünkü türbe dibine kadar her tarafı tarla ve bahçe yapılmış. Çevrede hiçbir konut bulunmamaktadır. Ama zamanında burası şehrin merkezi yerlerinden idi. Bugün (şehirde kenarların kenarı (durumunda) zavallı İmaret! Oysa İslam dünyasının eserleri arasında örneği çok az bulunur bu eser, kırık minaresiyle sanki şehir dışına atılmış öksüz çocuklar gibi boynu bükük ortalıkta duruyor. Kalbi Türklük ve medeniyet duygusuyla çarpan bir Müslüman İmaret’in ve İbrahim Bey Türbesi’nin perişan durumuna bakınca mutlaka ağlar, ağlamalıdır da.
Zamanında Anadolu’nun en önemli kalesine sahip olan İslam ve Türk medeniyetine bunca hizmetleri geçen İbrahim Bey’in şimdi bir türbe ya da bir bey, ağa mezarı değil. Belki orada bulunan bahçelere, tarlalara korkuluk hizmeti veren taş ve kireç yığınıdır. Kendisi ortada, oğulları Alaaddin ve Kasım beyler iki yanında yatmaktadır. Tamamen güzel yazı ve süsleme işlemeli alçıdan yapılmış mezarlar şimdi birer kireç yığını gibi orda duruyor. Yalnız ayak tarafındaki süslemeli taşlar sağlam duruyor.
Asıl mezar taşlarındaki yazılara kadınlar dua için parmaklarını sürterken bazılarını okunamaz derecede aşındırmıştır.
İbrahim Bey’in mezar taşı kitabesi:
âh mine’l-mevt / intekale min dâri’l-fenâ ilâ dâri’l-bekâ / el-merhûm el-magfûr el-seyyid el-şehîd / İbrâhîm bin Mehmed bin Karaman senete semânu ve sittîne ve semânu miyeh
Kasım ve Alaaddin Bey’in mezar taşlarında da benzer kitabeler vardır, sadece tarihler farklıdır.
Sapancalı Hasan Hüsnü, Kasım Bey ile Alaaddîn Bey’in mezar taşı kitabelerini Karaman kitabının 37. sayfasında yayınladığı türbe içini ve lahitleri gösteren fotoğrafın altında yayınlamıştır:
Kâsım Beg’in taşındaki yazı: 888
Allâhu’l-bâkî / intekale dâru’l-fenâ ilâ dâru’l-bekâ el-merhûmu / el-magfûru el-sa’îdu el-şehîdu el-muhtâc ilâ rahmetillâhi sultân Kâsım bin İbrâhîm senete semâna ve semânîne miyete
Alâ’e’l-dîn bin İbrâhîm Beg’in mezâr taşındaki yazı: 870
Huve’l-bâkî/intekale min dari’l-gurûri ilâ dâri’l-surûri / el-merhûmu el-magfûru el-sâ’îdu el-şehîdu ‘Alâ’e’l-dîn bin İbrâhîm bin Karaman senete seb’îne ve semâne miete
Türbe, (İbrahim Bey) İmaret’e birleşik ayrı bir yapıdır. İmaretin tavanı seviyesindedir. Türbenin gövdesi dört köşeli yükselir, gövdenin bittiği yerden külah, yedi köşeli konik biçim alır ve İmaret’in kubbesini geçecek biçimde sivrilir. Tam uç noktasında bir arşın (75 cm) uzunluğunda ve 10-15 cm çapında beyaz bir mermer sütünü vardır.
Şimdi esas konuya gelelim:
Yalnızca kapı deliğini gösteren duvarı kalmış, girişi tarla olmuş ana kapısından 40-50 adımlık mesafede sol kolda İmaret’in nadide kapı yeri görünür. Kapının yukarısında (kitabe) bir ayet ile başlar sonra eseri yaptıranlar okunur.
benâ’l-sultânu’l-efhamu ve’l-hakanu’l-a’zamu mâlikun rikâbu’l-umemu mulûku’l-‘arabu ve’l-‘acemu vâzı’u râsimu’l-adlu ve’l-ihsânu’l-hâdimu kavâ’idu’l-cevru ve’l-tugyânu kâtilu’l-zenâdikatu ve’l-muşrikîne kâhiru’l-fucratu ve’l-melhadîne nâsırun şer’un ve bi-şerâhun enderun zâkbâluş nizâmun nâsihun şirkun ve bi-şirâ’un ender zî-nefsun ıztırâbun tâcu’l-dunyâ ve’l-dîn İbrâhîm bin el-merhûm Mehmed bin Karaman zâ’ifullâhu iktidâruhu ve ile’l-hayrâti ibtidârahu hazihi’l-‘imâratu’l-mubâraketu li’l-sâdirîne ve’l-vâridîne min eyyu tâifetun kâfiru mine’l-muslimîne fî şehri Muharremu’l-Harâmu senete sitte ve selâsîne ve semânu miete
Sapancalı’nın okuduğu ya da bir kaynaktan alarak aktardığı İmaret kitabesinde bazı yerler yanlıştır ya da eksiktir. Kitabede yanlış ya da eksik olan yerler “rikâbu’l-umemu mulûku’l-‘arabu”, “vâzı’u râsimu’l-adlu”, “bi-şerâhun” biçimindedir. Doğrusu “rikâbu’l-umemu müvellâ mulûku’l-‘arabu”, râzı’u râsimu’l-adlu”, “bi-şirkun” olmalıdır.
Arapça inşa kitabesinin kısaltılmış çevirisi şöyledir:
Arap ve Acem ülkelerinin sultanı, adaletin ve ihsanın temsilcisi, azgınları, müşrikleri öldüren din ve dünyanın tacı Karaman oğlu Mehmet oğlu İbrahim, Allah hayırlarını arttırsın, Hicri 836 yılı Muharrem ayında (Ağustos 1432) bu imareti yaptırdı.
Kapının sağ ve solundaki geniş duvarlarda (giriş eyvanı) küçük mihrap vardır.
İçeriye girildiğinde büyük bir kubbe görülür. Kubbenin sağ ve solunda (harim) beş göz oda vardır. İçeri girilince büyük bir kubbenin altında görülürsünüz. Kubbenin sağ ve solunda beş göz dar, karanlık ve kemerli odalar vardır. Ön tarafta ortada mescid (ana eyvan) iki tarafında iki dershane vardır.
Mescit (ana eyvan) dört metre eninde beş metre yüksekliğindedir. Ön tarafı, zeminden altı metre yükseltilmiş bir kemerle bağlanmıştır. İki metre yüksekliğe kadar iç duvarlara parlak yeşil ve mor renkli altıgen çiniler döşendiği kırık ve sökük parçalardan anlaşılıyor.
İslam sanatının en iyi örneklerinden olan İmaret mihrabı, 23 sene önce (1900) İstanbul’dan gelen özel görevliler tarafından İstanbul’a aldırılmış. Yine iki kanatlı ceviz ağacından yapılma birbirine geçmeli (kündekari) estetik kapısı da İstanbul Müzesine (İslam Eserleri Müzesi) taşınmıştır. Kapı kanatlarında “amele el-Hâc Ömer bin İlyâs el-Neccâr el-Karamanî (Karamanlı, Marangoz, İlyas oğlu Hacı Ömer yaptı)” olduğunu Müftü Efendi söyledi.
Gönül isterdi ki, Karaman halkı medeni cesaret gösterip bir dernek kurup ya da kurul oluşturarak bunları korumaya güç yetirseydi.
İstanbul’un Anadolu’dan bunları çalarcasına götürmesine insan kızıyor ve kıskanıyor ise de burada kalsa belki muhacirler ceviz kapılarıyla yemek pişirip çinileriyle ocak yapardı.
Devr-i Âli’den (Osmanlı Hükümeti?) önce Karaman kazası yetkilileri muhacir geldikçe bu tarihi eserlere onları yerleştirmiş, eserden sahibinden anlamayan o çaresizler kiriş, minber ne varsa yakmış, son olarak da çinileri dağıtmışlar, Allah’dan benden başka bakan gören (üzülen, içi sızlayan) yoktur.
Mescidin (ana eyvanın) her iki yanındaki odalar 30 m2 alana ve ikişer pencereye sahiptir. Muhacirler, dershaneleri tavandan, İmaret’in kendisini de kubbeden delerek içlerine ocak yapmışlar.
Dershanelerin kapı üstlerinde bir buçuk arşın (110 cm) yükseklikte ve bir arşın (75 cm) enindeki mermer kıitabeye İmaret’in vakfiyesi kazınmıştır. Son derece önemli ve dikkat çekici bu kitabeyi acaba İbrahim Bey neden buraya koydu. Yoksa dört yüz yıl sonra bizim gibi her şeyi virane ve harabe görmekten zevk alan, eserin kapı eşiğine kadar arazisini çalıp tarla yapan bir neslin geleceğini önceden sezdi mi?
İmaret Vakfiyesi sağ kitabesi şöyledir:
vakıfu’l-emîru’l-mu’azzamu / ve’l-sultânu’l-mukerremu İbrâhîm Beg bin Muhammed bin Karaman hullide mülkehu / alâ mesâlihu hâzihi’l-imâretu seb’îne eshemun ve aşerâtun / âhera min eshumin vahidun min aslı isnâ aşera sehmen min hammâmin sekiz çeşme el-kâyin bi-Larende/ besîle (bi-sinle) köy ve nısfun hammâmun bi-inşâun (Paşa) imâmun bâbu’l-sirr ve cümletun hammâmun çardaklu bi-gâzî alt (alp) ve cümletun arzun gufirat (‘akrebun) ve cümletun keremun veledu’l-hâcc ‘alâ’e’l-dîn ma’a’l-‘imâretu fîhi ve nısfı tâhûnetu / ebû bekr ece ve nısfun tâhûnetu’l-hâcc ‘alî ve nısfun hân hûl çelebi ve cümletu’l-birru lidiyyehu (el-bezzâziyyetu) ve cümletun kerem / el-hâc yûsuf karîb kanî’l-kâdî ve cümletun kerem hâce lu’lu’ ma’a’l-‘imâretu fîhi binâ hayyetu çakalluca
Kısa çevirisi:
Büyük Emir. Mükerrem Sultan Mehmed oğlu İbrahim. Allah mülkünü daim kılsın. Bu İmaret için Larende'de Sinle köyünden, Sekiçeşme Hamamı’ndan, Gazalpa’da Çardaklı Hamamı’ndan, Akrep Yeri’nden, el-Hâc Alaaddin oğlunun üzüm bağından, Ebu Bekir Ece, el-Hâc Ali değirmenlerinden, Hul Çelebi Han’ından, Bedessten Kadılık yanındaki el-Hâc Yusuf ve Çakulluca civarındaki Hâce Lü’lü üzüm bağlarından gelirler vakfa ayrıldı. (Konyalı, 1967: 415)
Soldaki kitabe de aynı ölçülerde kazınmıştır:
ve min cümleten evkâfu / ‘l-‘imâretu’l-munkale’lletî fîhâ’l-‘imâreti ve cümleti / el-kurbu (furunu) imâmuhâ ve cümletu’l-arzu bi-emeksevenu ve cümletun arzun sarâc ‘alî / ve cümletun arzun hâfiz mes’ûd el-kâyneteynu bi-kızılcayük cümletu’l-arzu bi-vâdi foni / karîbu’l-tel ve karyetun afra ve nısfun garyetun gâferyâd ve kızıl kilise ve dede gümü eridünne kışlagı / ve cümletun karyetun vîranlu sâlûb (salur) kaynetu bi sahra-i konya ve cumletun karyetun kalın ahur ve kızılca köy ve kayacık ve lerye (orta) vîrân / ve kafir ini ve bilecik ve çaplak ve mezre’âtun ece ve bilecik el-âsgar ve cümletun karyetun bi’l-balgandu min karî beg şehri ve cumletun karyetun ‘imrânlar ve cumletun karyetun aşık pınar ve cumletun karyetun şemse’l-dîn min kura mut vakfun sahîhan ve lâzimen]
Kısa çevirisi:
Toplam vakfedilmişler yanında İmaret’in avlusundaki sebze bahçesi, İmaret’in önündeki fırının tamamı, Emekseven'deki yerle Kızılcahöyük'ündeki Hafız Mesud ve Saraç Ali'nin Foni Vadisi'nde tepenin (höyüğün) yanındaki tarlaların, Afra köyünün tamamı ve Gaferyâd köyünün, Kızılkilise Dedegümü ve Uraydonya Kışlağı'nın yarısı, Konya Sahrası’nda bulunan Viranlu Salur'un tümü ve Kalın Ahur, Kızılcaköy, Kayacık, Ortaviran, Kafıröreni, Bilecik, Çaplak, Ece Çiftliği, Küçük Bilecik, Beyşehir köylerinden Balağanda, Umranlar, Mut'un Işıkpınar ve Şemseddin köylerinin tamamını tam ve gerçek olarak vakfeyledi. (Konyalı, 1967: 415)
Buranın yabancısı olamama rağmen kitabede vakfedilmiş köy ve kasabaları kısmen anlattım. Evkâf sicilleri daha iyi ve daha derin araştırılırsa bu köylerin arazisinin hepsi ortaya çıkar. İşte bu kadar vakfedilen varlığı olan bu büyüleyici eserin türbesini korumak için bir kapı bile takılamamış ve lahitlerin tarihi eser alçıları harap edilmiş. Allah razı olsun Çerkes Ahmet Bey, belediye başkanlığı döneminde türbeye bir demir kapı yaptırmış ancak bugün kilidi yok.
Bunları yazmadan önce tesadüf olacak Konya Vakıflar müdürünün Karaman’a geldiğini haber alınca müftü efendinin odasına varıp eski eserlerin içler acısı durumlarını anlatarak hiç olmazsa yıkılmaları an meselesi olan minarelerin onarımını rica ettim. Zat sonuçta uzun felsefeler, bahaneler, açıklamalar ve ayrıntılar vererek ve sonunda para olmadığını gelirlerin de yok hükmünde olduğundan bir şey yapamayacağını belirtti.
İmaret’in kapısının sağından yukarı kata merdivenle çıkılır. Yukarıda geniş bir salon ve salonun her iki ucunda birer medrese odası olması gereken hücreler vardır. Sağdaki kemeriyle (tonoz kubbesiyle) duruyor iken soldaki göçmüş. Böyle geniş duvarlar arasında özel odalı yapılar Ancak Ayasofya ve Süleymaniye camilerinde görülür.
Yukarı kat salonundan kubbeye çıkan beş altı basamaklı bir merdiven bulunur. Oradan türbenin konik tepesine de varılır.
İmaret minâresi
Dışarıda ayı bir temelden çıkan İmaret’in minaresi İstanbul’da bile örneği az görülür tarzda kemerli, çinîlerle süslüdür. İmaret’in sanat ve süslemede mebustan mütenâsib (en ince ayrıntısına kadar birbiriyle uyumlu) olan minaresinin şerefesinden üst kısmı zamanında çökmüş Allah korusun şerefesinin de göçme olasılığı çokdur.
Çeşmesi
İmaret ana kapısının on metre karşısında yumuşak mermer (küfeki) taş ile süslenmiş büyükçe bir çeşme vardır ki bu da tarihi bir eserdir. Önünde bir havuz vardır ancak ne çeşmede ne de havuzda su vardır.
İbrahim Bey İmareti metin çözümlemesi
Sapancalı’nın İbrahim Bey İmareti için oluşturduğu metinde konum bilgisi, mimari ve sanatsal özellikler, kitabe bilgileri, halk kültürü ve inancı, dönem olay kayıtları vardır.
Konum bilgisi
Şu binanın yerini bir türlü tarif edemeyeceğim, dibine kadar tarla olan burasının çevresinde ev adına bir şey kalmamış.
Mimari ve sanat tarihsel anlatımı
İbrahim Bey Künbed’indeki mezar taşı: (…) kendisi ortada ‘Alâ’e’l-dîn ve Kâsım begler nâmında oğulları iki tarafda medfûndur mezârların her tarafı vaktiyle alçıdan düzedilmiş güzel yazı ve nakşlar ile mestur iken şimdi alçılar kireç yıgını gibi ortada duruyor yalnız ayak tarafındaki süsli taşlar [resimde görülüyor] saglam duruyor.
İbrahim Bey Künbedi mimari: Türbe ‘İmâret’e muttasıl ayrı bir binadır ‘İmâret’in sakafı hizasına kalur dört köşeli olarak yükselince tepesi ehrâm-ı müsebbi’an zemîni teşkil ider ve ‘İmâret kubbesini aşıncaya kâdâr sivrilir tâm ucînda bir arşun uzunlugunda 10-15 santim kutrında beyâz bir mermer sütunu vardır
İmaret girişi: Yalnız kapu deliğini gösteren dîvârı kalmış girişi tarla olmuş olan cümleden kapusında 40-50 hatve yürüyünce sol kolda ‘İmâret’in nâdîde kapu mahalli görünür.
İmaret giriş eyvanı: Kapunun sağ ve sol dîvârları geniş oldıgından küçük mihrâb vardır
İmaret harim ve iç görünümü: İçeriye girilince kendinizi büyük bir kubbe altında görürsünüz kubbenin sag ve solunda alt katda beş göz dar ve karanlık kemerli otaları vardır ön tarafda ortada mescid tarafeynine iki dershâne vardır.
Ana eyvan anlatımı: Mescid dört metru ‘arzında beş metru tûlündeki zemîn üzerine altı metru irtifâ’ına ve çevrilmiş kemerden ‘ibâretdir iki metru yüksegine kâdâr müseddes şeklinde parlak yeşil ve mor çînî ile döşenmiş oldıgı kırık ve sökük parçalarından anlaşılıyor.
Sapancalı ana eyvan için mescid ya da kışlık mescid adını kullanır.
Ana eyvan iki yanındaki odalar: Mescidin tarafeynindeki dershâneler otuz metru terbî’atda zemînleri ikişer pencereleri ihtivâ ider muhâcirler dershâneleri tavandan ‘İmâret’in kubbesini delüb ocak meydâna getirmişler
Taş vakfiyeler: (…) deshânelerin kapularındaki bir buçuk arşun irtifâ bir arşun arzunda mermer kirişler üzerine ‘İmâret’in vakfiyeleri hakk idilmişdir.
Buranın yabancısı oldıgım hâlde şu kitâbede vakf idildikleri yazılı olan köy ve kasabaları kısmen anlatdım evkâf sicilâtı daha iyi ve derîn tedkîk olunursa bu köylerin arâzîsin hepsi meydâna çıkar.
İmaret üst katı: ‘İmâret’in kapusından girerken sag kolda dîvâr içinde bir taş merdivenden beş on basamak çıkınca geniş ve uzun bir salon göze çarpar bu salonun nihâyetlerinde kubbenin sag ve sol taraflarında müte’add ve taksîmâtlı dâ’ireler vardır ki her hâlde medrese odaları idi sağındakinin kemeri çatısıyla durıyor sol tarafdaki göçmüş
İmaret üst katından kubbeye çıkış yeri: Mezkûr merdivenden sonra salondan kubbeye çıkmak içün beş altı basamaklı bir taş merdiven daha vardır. Orada türbenin tepesini teşkil iden ehrâm ve kubbenin etrafına varılır.
Minare: Dışarısında ayrıca temelinden başlayan minâresi İstanbul’da emsâline az tesâdüf idilir bir tarzda kemerli, çinîlerle süslidir İmâret’in san’at ve ziynetle mebsûtan mütenâsib olan minâresinin şerefesinden üst kısmı vaktiyle göçmüş ma’azallah bir hareket-i arz olursa şerefesinin de göçmek ihtimâli çokdur
Çeşme: Kapusının on metru karşısında kenârları yumşak mermer taşlarıla nakş idilmiş büyücek bir çeşme vardır ki bu da âtîka bir yapıdır
Kitabe bilgisi
İmaret inşa kitabesi
İmaret taş vakfiye metinleri
İbrahim Bey’in mezar taşı kitabesi
Alaaddin Bey’in mezar taşı kitabesi
Kasım Bey’in mezar taşı kitabesi
Kitabe okuma ve kayıt yanlışları
İnşa kitabesi:
rikâbu’l-umemu mulûku’l-‘arabu (yanlış)
rikâbu’l-umemu müvellâ mulûku’l-‘arabu (doğru)
vâzı’u râsimu’l-adlu (yanlış)
râzı’u râsimu’l-adlu (doğru)
bi-şerâhun (yanlış)
bi-şirkun (doğru)
Taş vakfiye sağ kitabe
bi-gâzî alt (yanlış) (sağ kitabe)
bi-gâzî alp (doğru)
bi-inşâun (yanlış)
başa (doğru)
besile (yanlış)
bi-sinle (doğru)
el-birru lidiyyehu (yanlış)
el-bezzâziyyetu (doğru)
Taş vakfiye sol kitabe
salub (yanlış) (sol kitabe)
salur (doğru)
el-kurbu (yanlış)
furunu (doğru)
Halk kültürü ve inancına ait bilgiler
Esâs mezâr taşlarındaki yazılara kadınlar du’â içün parmaklarını sürterken ba’zılarını okunmaz hâle getirmişler
Dönem olay kaydı
İmaret çini mihrabı ve kündekâri kapısının İstanbul’a taşınması olayı: Mescidin mihrâbı sınâyi’-i İslâmiye’nin enmûzeci itlakına sezâ olacak sıfat ve zîynetde idi 23 sene evvel İstanbul’dan gelen me’mûr-ı mahsûsla müzeye aldırılmış kezâlik iki kanaddan ibâret cevîz agacından birbirine geçen zarîf kapusı dahi İstanbul Müzesine nakl olunmuş kapu kanadlarında “amele el-Hâc Ömer bin İlyâs el-Neccâr el-Karamanî” yazılı oldıgını müftî efendi söyledi
İmaret’e yerleştirilen muhacirler: (…) belki muhâcirler cevîz kapularıyla yimek pişirir mihrâb çinîleriyle ocaklar yapardı. Devr-i ‘âliye kabilden Karaman hükûmet mahallesi muhâcir geldikçe bu âtîka binâlara doldurmuş eserden mü’essirden anlamayan o bi-çâreler kiriş, minber ne varsa yakmış çînîleri son def’a olmak üzere dağıtmış
Konya Vakıflar müdürünün dönemi bürokrasisini örnekleyen açıklaması: Tesâdüf olarak bu sahifeleri yazmazdan evvel Konya Evkâf müdîrinin Karaman’a geldiğini haber aldığımdan müftî efendinin otasında ziyaretine varub eski ve ‘âtîka yapıların perîşân vaz’iyetlerini anladarak hiç olmazsa yıkılmaları melhûz olan minârelerin biraz ta’mirini ricâ itdim. Zât hâsıl uzun felsefeler, bahâneler şerh ve tafsîl iderek ‘âkibet parası olmadıgı [?!] vâridâtı lâ-şey [?!] hükmünde oldıgından bir şey yapılmayacagını dermiyân itdi
Terimler, terim yerine ifadeler
kırık minaresi, güzel yazı ve nakş, sakaf, dört köşeli, ehrâm-ı müsebbi’an, kubbe, arşun, santim, kutr, mermer sütun, mezâr taşları, kapu mahalli, dîvâr, küçük mihrâb, beş göz dar ve karanlık kemerli ota, mescid, dershâne, metru, arz, tûl, müseddes, yeşil ve mor çînî, kitâbe, vakfiye, hakk idilmiş, evkâf sicilâtı, binâ-yı mu’azzam, ‘âtîka alçı, Konya Evkâf müdîri, eski ve ‘âtîka yapılar, basamak, salon, ehrâm, minare, ziynet, çeşme, havz
Özel adlar
Sapancalı metinlerindeki özel adlar: ‘Alâ’e’l-dîn ve Kâsım beg, ‘İmâret, Alâ’e’l-dîn bin İbrâhîm Beg, Anatolı, el-Hâc Ömer bin İlyâs el-Neccâr el-Karamanî, İbrahim Beg İmâreti, İbrâhîm Beg, İbrâhîm bin Mehmed bin Karaman, Kâsım Beg, Kâsım ve Alâ’e’l-dîn begler, tâcu’l-dunyâ ve’l-dîn İbrâhîm bin el-merhûm Mehmed bin Karaman,
Taş vakfiyede geçen özel adlar: ‘imrânlar, aşık pınar, balgand, beg şehri, bilecik el-âsgar, bilecik, çakalluca, çıpla, çıplak, dede gümü, el-hâc yûsuf, el-hâcc ‘alâ’e’l-dîn, eridünne kışlağı, gâferyâd, gâzî alp, hâcc ‘alî, hâce lu’lu’, kafir ini, kalın ahur, kayacı, kızıl kilis, kızılca köy, kızılcayük, mezre’âtun ece, mut, orta) vîrân, sahra-i konya, salur, şemse’l-dîn, vâdi foni, vîranlu,
Edebi ifadeler
“zarîf kapusı”
“Şâyân-ı dikkat ve ehemmiyet olan bu kıymetli kitâbeyi”
Öznel ifadeler
(...) bugün kenârların kenârı dimekden zavâllı ‘İmâret!!.
‘İmâret’in ve türbenin perîşân hâline bakınca mutlakâ aglar ve ağlamalıdır.
(...) bagçelere, tarlalara korkuluk hıdmetini gören taş ve kireç yığınıdır (...)
(...) kireç yıgını gibi ortada duruyor
(...) kasaba hâricine atılmış öksüz çocuklar gibi meydânda boynı bükük duruyor
Gönül isterdi Karaman halkı bir cür’et-i medeniye gösterek bir cem’iyet veya komisyon teşkiliyle bunları muhafazaya kendileri kâdir olsalardı
İstanbul’un Anatolı’dan bunları ‘âdetâ çalub götürmesine insân kızıyor ve kıskanıyor ise de (...)
Allah’dan başka gören bakan yokdur.
Yoksa dört yüz sene sonra bizim gibi her şey’i vîrân ve harâb görmekde lezzet alan, mescidin kapusı eşigine varıncaya kâdâr arâzîsini çalub tarla yapan bir neslin gelecegini kable’l-vukû’ hiss itmiş mi idi?!
Tamlamalar, söz öbekleri, kelimeler
Diyâr-ı İslâm’ın âsârı, sınâyi’-i İslâmiye’nin enmûzeci, sezâ, cür’et-i medeniye, terbî’at, vîrân ve harâb, şâyân-ı dikkat ve ehemmiyet, kable’l-vukû’ hiss itmiş, vâridâtı lâ-şey,
İbrahim Bey İmareti değerlendirme
Sapancalı, çevresinin tarlaya dönüştürülerek esere büyük saygısızlık gösterildiğini girişte belirtmiştir.
1922 yılında İmaret’in çevresinde hiç yerleşim yeri yoktur.
Sapancalı, İmareti, taç kapı, harim (avlu) eyvan, hücreler, minare, türbe ve lahitler ile anlatmıştır.
Sapancalı’nın İmaret anlatımına dönem mimari ve sanat tarihi terim ve ifadeleri girmiştir.
Sapancalı, İmaret anlatımında, bilmediği terimler yerine kendi ifadelerini kullanmıştır.
Sapancalı, İmaret’teki tüm kitabeleri anlatımına dahil etmiştir.
Metin çözümlemesinde tespit edildiği üzere Sapancalı, kitabe okuma ve kayıtlarında yanlışlar yapmıştır.
Sapancalı, İbrahim Bey Türbesi’nin kaydettiği dönemde İbrahim Bey ve oğullarının lahit kitabeleri yerinde idi.
Sapancalı’nın tespitlerine göre 1922’de lahitler aşırı yıpranmış ve toz yığını haline gelmeye başlamıştır.
İmaret’in taş vakfiye kitabesi metni ve özellikle metinde geçen yer adları, özel adları başka bir çalışma konusu olabilir.
Sapancalı’nın tespitlerine göre İmaret üst kat sağ hücresinden kubbeye ve türbe külahına çıkılabilmektedir.
Yine İmaret minaresinin külah kısmı tamamen göçmüştür.
İmaret Çeşmesi adıyla bilinen ve İmaret’in tam karşısındaki İmaret Bedesten’i taç kapısı 1922 yılında da halk tarafından İmaret Çeşmesi olarak bilinmekte yine su akmamaktadır.
Halk arasında İbrahim Bey ve oğullarının alçı lahitlerine parmakla sürterek dua etme inancı vardır.
Sapancalı’nın aktardığı bilgiye göre İmaret’in çini mihrabı ve kündekari kapısı 23 yıl önce yani 1899 yılında İstanbul’dan gelen (özel görevli) me’mûr-ı mahsûsla İstanbul’a götürülmüştür. Mevcut bilgilere çini mihrap ile kündekari kapıyı Osman Hamdi Bey götürmüştür. Kapının 1905 ya da sonraki yıllarda götürüldüğüne dair kesin olmayan bilgiler vardı. Şimdi Sapancalı’nın bilgisi daha itibar edilir hale geldi. Çünkü Oppenheim’ın 1899’da çektiği fotoğraflarda İmaret’in kündekari kapısı yerinde değildir.
Sapancalı çok önemli bir dönem bilgisi vermiştir. Balkan Savaşlarınndan kaçan mhacirler ilk geldiğinde İmaret’e yerleştirilmiştir.
Olüm kalım sorunuyla boğuşan muhacirler, kaldıkları süre içinde İmaret’in ana eyvan çinilerine zarar vermişler, ahşap işlemeli malzemeleri yakmıştır.
Sapancalı, eleştirel değindiği ve çözüm üretmeyen dönem bürokrasisini, Konya Vakıflar müdürü üzerinden örneklemiştir.
Sapancalı, İmaret anlatımıyla ortaya zengin sayılabilecek bir dil bırakmıştır. Bu dilde mimari, sanat tarihi, edebi ifadeler ve Osmanlı Türkçesinin tamlama, söz öbekleri ve ilginç sözcükleri öne çıkar.
Sapancalı, İbrahim Bey İmareti ve Türbesi ile lahitlerin fotoğraflarını çekerek eseri görseliyle de tespit etmiştir.
Sonuç
Sapancalı’nın anlatımından da anlaşılacağı üzere Karamanoğullarının çini, mimari ve ahşapta nadide eseri İbrahim Bey İmareti, döneminde hareketli bir merkez iken, 20. yy başında harabeye dönmüş, çevresi tarla, bahçeye dönmüş sahipsiz bir mekan haline gelmiştir. İbrahim Bey Türbesi de aynı akıbete uğramıştır.