BİLİNMEYENLERİ İLE İMARET!
Yusuf YILDIRIM
Sadece bir cami midir?
Karaman’ın özgün mekânı, Karamanoğullarının nadide eseri İmaret; bir camiden öte medeniyetin sembolü!
Herkes bakar ancak ilgilileri, meraklıları görürmüş. İmaret de sadece ilgililerin görebileceği birçok unsur ve özelliğe sahip.
Tüm cephelerinden ortama hâkim görünüm verir. En iyi görünüme sahip olduğu Aktekke yönünden caddeye derinlik verir.
Son cemaat yeri ile dışarıdan Osmanlı camilerine benzer. Şişkin kubbesi, kalem gibi minaresi ve İbrahim Bey Kümbeti ile şehrin incisidir. Yaklaşınca göz minareye takılırtıkça, göz minareye sabitlenir.
Muhteşem kapı!
Kitabesine göre 1432 yılında yapılmıştır. Taklit ahşap kapısı, aslına benzetilmek istenmiş. Zevkli gözler için söyleyelim; kündekârî tekniğinde yapılmış otantik kapısı Türk İslam Eserleri Müzesindedir. Kündekârî; ahşap eserlerde tahta parçalarını çivisiz birbirine takma tekniğidir. Kapı, ünlü Türk tarihçisi Halil Edhem tarafından 1907 yılında İstanbul’a götürülmüş. Götürülmese ne olurdu? Ya çalınacak ya da kaderine terkedilip kıymet bilmezlikten yok olup gidecekti. Kapının titiz bir işçilik eseri; sanatkârane bir süsleme ile yapıldığı ilk bakışta belli olmaktadır. Simetrik karesel panolarına geometrik desen işlenmiş. Kenar kuşakları ince ve küçük rumilerle sonsuzlaştırılmış. Üstteki simetrik yatay panoya kitabe yazılmış. “Bâbunâ meftûhun li-men dahâle, Mâlunâ mubâhun li-men ekele!”dir. Arapçadır.
Kapımız açıktır girene! Malımız helaldir yiyene!
Evet! Kelimesi kelimesine anlamı böyle.
Şiir gibi değil mi? Dikkat çekici, etkileyici ve akılda kalıcı. Daha önemlisi kucaklayıcı, sıcak ve değer belirten bir anlatım.
Bir medeniyeti ifade edecek kısa özlü bir söz bulun deseler; herhalde bu olurdu!
Herkes soruyor bu şiir kime ait?
Bir şairin yazdığını kim söyledi!
Şimdiye kadar bu sözün bir şaire ait olduğu tespit edilemedi. Çünkü bu söz; profesyonel markaların kendilerini ifade etmek için geliştirdikleri sloganik ve veciz bir ifade gibidir.
Karamanoğlu İbrahim Bey! 42 yıllık sultanlığı hep mücadelelerle geçti. Doğu ve güneyde Memlüklüler; kuzey ve batıda Osmanlılar! İkisi de güçlü ve baskın. Ama İbrahim Bey, Karaman Beyliğini en geniş sınırlarına ulaştırır. Ninesi Melek Hatun tarafından dayı çocukları olmasına rağmen çağdaşı II. Murad ve Fatih ile mücadele içinde, savaş halinde geçer ömrü.
Asıl mücadelesi, kendisini ölümsüzleştirecek ebedî eserleri yaptırmak üzerine olur. Her sultan gibi. Sayısız yaptırdığı cami, han, hamam, köprü gibi eserler içinde en özelliklisini Larende’ye kazandırır. İbrahim Bey’in 12. yılında ve o dönemin şartlarında en az beş yıllık süreçte ölümsüz eseri biter. Yapının adını inşa kitabesine İmaret olarak özellikle yazdırır. Burasının sadece mescid işleviyle sınırlı bir mekân kalmasını istemez. Hem imaret hem medrese hem zaviye hem de misafirhâne olarak hizmet vermesi asıl amaçtır. Çünkü hizmetlerin en üstünü insana hizmettir. Karamanoğlu İbrahim Bey bu mekânın işlevine uygun akılda kalıcı bir söz bulunmasını ister. Danışmanlarını toplar konuyu açar, tartışır, fikir alışverişinde bulunur. Ve nihâyet bu söz ortaya çıkar: Kendi hizmet ülküsünü derin anlamla belirtecek özlü, etkili, veciz ve hatırlatıcı ifade.
Bâbunâ meftûhun li-men dahâle: Kapımız açıktır girene!
Mâlunâ mubâhun li-men ekele: Malımız helâldir yiyene!
Bu ifade tekrardan şehirde geçerlilik ve yaygınlık kazanmaya başladı. Nasıl oldu da herkes tarafından bu söz duyuldu ve kullanılmaya başlandı? Onun cevabı da İmaret dergisinde saklı. İmaret; bir dergi adı olarak 2007 yılında keşfedildikten sonra “Kapımız açıktır, girene! Malımız helâldir, yiyene!” sözüyle sloganik ilişkilendirildi.
Tuttu mu?
Hem de düşünülenden, beklenilenden kat kat fazlası ile!
İçinden bambaşkadır.
Girişin orta yerinden yukarıya dar bir merdiven çıkar. Kenarlarda ince uzun odalar var. Odalar arası bağlantı, enlemesine koridor ile sağlanmış. Bir baştan bir başa dar, uzun ve derin bir tünel gibi. Orta bölüm, sultan mahfillerini andırmakta. Seyirlik manzarası var. Kapalı avlu ve mihraplı eyvan, ayaklar altında.
Aşağıda, avlunun ortasında bir küçük havuz olmalıydı. 70’lerdeki tamiratta yok edilmiş. Selçuklu ve beylik mescit-medreselerinde havuzlu avlu, tipik özelliktir. Bursa Ulucami örneği gibi. Kim bilir bir gün basiretli biri; o havuzu tekrar orta yere konduruverir. İnşallah.
Pandantifler aracılığı ile kubbe; kasnaksız olarak avlu duvarlarının üzerine oturtulmuş. Kubbenin tepe noktasına sekizgen gövdeli aydınlık feneri yerleştirilmiş. Fenerin kubbesi de minikçe, kürece. Takke gibi.
Yanlardaki simetrik odalar; ya misâfirhâne ya da talebe odaları. Hadis-i şeriflerde buyrulduğu gibi İmaret’te barınma süresi “üç gündür!”.
Taş vakfiyeli tek eser!
Ön odaların kapı üstlerine, birer kitabe yerleştirilmiş. Yazı, Karamanoğulları dönemi sülüs yazısı. Harfler altûnî renkte boyanmış. Bu kitabe İmaret’in taş vakfiyesidir. Yani İmaret’e gelir getirmesi için vakfedilen arazilerin yazılı olduğu kitabe. Bir taş vakfiyeye sahip dünyada ikinci bir eser yok.
Ama asıl vakfiye Topkapı Sarayı Müzesindedir. 1431 ve diğerleri sıra ile 1439, 1445, 1447 ve 1465 tarihli olup hepsi tomar halinde birbirine bağlı, uzunluğu 7 metreyi bulan bir belgedir. Bu da Karamanoğlu İbrahim Bey için İmaret’in ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter de artar da!
İmaret’in taç kapısı gibi kündekârî tekniğinde yapılmış olan minberi de İstanbul’daki Türk İslam Eserleri Müzesinde. Müzede bir de döneminden kalma pencere kanadı var. Muhteşem. Ortasına 12 ışın kollu yıldız işlenmiş. Alt kısmına yönleri dışa bakan simetrik aslan motifi kabartılmış. Üst bölüm yüzeyindeki sivri kemer alınlığına işlenen “savaşçı silüeti”; Karamanoğulları eserlerinde niye figür yok sorusunun en iyi cevabı.
Çinili mihrap
Giriş ile karşı karşıya olan ana eyvan, bir tünel gibi uzun ve ince. Yan duvarlar lacivert çinilerle kaplı. Bunlar son tamiratta döşenmiş. Otantik çiniler tahmin edileceği üzere çalınmış. Kim bilir hangi Avrupa müzesinde sergileniyordur. Dip duvarın cephesine kalıptan dökme çirkin bir alçı mihrap var. Osmanlı mihrap tipinin ucuz ve basit bir kopyası.
Asıl mihrap, söylendiği gibi Halil Edhem tarafından 1907 yılında İstanbul’a götürülmüş. Çinili köşkte sergilenmektedir. Tamamen çini. Kenar kuşağına sülüs ile “Ayete’l-Kürsî”, kufi ile “Lâ ikrâhe fî’d-dîni ile başlayan Bakara süresinin 256. ayetleri yazılmış. Tüm yüzey hiç boşluk kalmayacak biçimce arabesk ve bitkisel motiflerle bezenmiş.
Bugün böyle bir eser yapılabilir mi?
İmkânsız!..
Ne böyle bir eseri yapabilecek sanatçılar ne de böyle bir eserin yapılabilmesi için para bulabilirsin.
İmaret mihrabını ön plana çıkaran onun bir diğer özelliği de Osman Hamdi Bey’in “Mihrap/Tekvin (Yaratılış) resmidir. Kaplumbağa terbiyecisi ile daha çok bilinen Osman Hamdi Bey’in birçok anlam yükleyerek yaptığı Mihrap/Tekvin resmindeki kadının; eşinin gençlik dönemine ait bir modelleme olduğu sanılmaktadır. Resmin genel kompozisyonu; arka planda mihrap, önde rahlede oturan sarı elbiseli kadın ve ayak uçlarında sere serpe el yazması kitaplar biçimindedir.
Sağ odanın sağ penceresi İbrahim Bey ve oğullarının yattığı kümbete açılmaktadır. İbrahim Bey, İmaret ile beraber yaptırmış kümbeti. Vefatından 32 yıl önce.
Kümbet, Selçuklu formunda. Çokgen tabandan yükselen gövde üzerine sivri bir külah giydirilmiş. Kümbet içinde üç adet alçı lahit var. Ortadaki İbrahim Bey’in lahiti. Konya’da Gavele Kalesi’nde zehirlenerek öldürüldükten sonra buraya gömülmüş. Kendisinden dört yıl sonra da Alâaddin Bey yanına gelmiş. 1480 yılında da oğlu Kasım’ın cenazesi buraya konulmuş. Naaşlar alttaki mumyalıkta, yani cenazelikte.
Kümbetin bir diğer özelliği de, külâh tepesine yuva yapan leyleklerdir. Her yıl Mart 15 gibi gelen İmaret’in leyleği, İmaret’i ve çevresini şenlendirmektedir. Bir dost gibi yakın; bir akraba gibi sıcak…
Yaşlıların anlattığına göre şehir içinden geçen derelerden birinin suyu yıllarca türbe içine akmış. Ve yine söylendiğine göre ahmak ve aç gözlü defineciler günümüzde de olduğu gibi mezarları açarak tahrip etmiş.
Kümbetin yakınında kaleye doğru giden ve bir parçası bozulmamış olarak bir evden devam eden bir tünel var. Yaşı 60 ve üzerinde olanların anlattıklarına göre onlar çocukluklarında burada zaman zaman saklambaç oynarlarmış. İnşaallah bir gün bu tüneli de fotoğraflayıp bu ecdâd yadigârının tescillenmesine vesile olacağız.
İmaret’in doğu cephesinde iki adet payanda; 20 kadar basamakla duvar yarısıyla yükselmektedir. Bu payandalara kimse anlam verememektedir. Eğer o payandalar olmazsa kubbenin devasa kütlesinin oluşturduğu basınç ile yapının duvarları patlar. Payanda; dayanak işte…
Doğu cephe demişken minaresi tek camilerde minareler; caminin kuzey doğu köşesinde olur. İmaret’in minaresi ise zıt köşededir. Yani solunda değil de sağındadır. Talat Duru Amca’nın söylediğine göre; bir yapının minaresi sağında ise orası imâret/zâviye türündedir. Şehir dışından gelen ziyaretçiler kimseye sormadan sadece minare kılavuzluğu ile imaret/zaviyeleri bularak orada misafir olurmuş.
İmaret Çeşmesi
Çok yüksek.
Ulu bir çeşme gibi.
İmaretin sekiz metre kadar önündedir. Ön cephe işlemesi bir dantel inceliğinde.
Nişli çeşmelerle hemen hemen aynı forma sahip. Ama aynalık, taslık, ülük, kitabe ve tekne gibi bölümleri yok!
Alt yarısında sivri kemerli geçiş boşluğu var.
Şimdiye kadar buradan su aktığını gören de duyan da bilen de çıkmadı.
Niş boşluğu, kenar sütunceleri ve köşelik kabaraları ile de daha çok taç kapıya benzemektedir. Bu yapının, belgelerde bir İmaret Bedesteni ile ilişkili olma ihtimali yüksektir.
Halk varsın burayı çeşme olarak bilmeye devam etsin.
Dört eyvanlı, çift katlı ve diğer özellikleriyle İmaret; mescit-medrese tipi eserler arasında ikinci örneği bulunmayan eşsizliktedir.
Karamanoğullarının tek taş misâli; müstesnâsıdır.