TOPLUMSAL CİNNETİN EŞİĞİ…
Osman Nuri Koçak
Boş kaldıkça eş dost, ahbap ziyaretleri yaparım.
Cuma günü akşamüzeri bu türden bir gezi esnasında bir esnaf arkadaşımın yanına uğradım.
Arkadaşın işyerinde iki kişi daha vardı. Sohbet para kazanma, kazandığını iyi değerlendirme ve harcama kültürü üzerine yoğunlaştı.
Misafir kişilerden birisi sanıyorum sohbete renklilik katmak amacıyla olsa gerek, “Yahu! Şu Zübeyde’ nin oğluna biraz değer verseydik hali vaktimiz çok iyi olurdu” deyiverdi.
Başımdan aşağıya buz gibi bir suyun döküldüğünü hissettim. Sohbetten koptum. Beynim uğuldamaya başladı. İnsanların ne konuştuğunu anlamaz oldum. Bu sözü sarfeden kişi ise öteden beri milliyetçi görüşleri ile müsemma birisiydi.
Tabii ki, Zübeyde’ nin Oğlu Atatürk’ ten başkası değildi.
Paranın üzerinde onun resmi olması münasebetiyle, hem para onunla özdeşleştiriliyor, kişi maddileştiriliyor hem de aşağılık bir niteleme ile Atatürk adı iki kere zayıflatılıyordu.
Hani bir zamanlar Bülent Ecevit Başbakan olunca, başbakanlığı baba mirası bellemiş bir böyyük zatın ona hep “Hökümetin başı” deyip, hiç başbakan demediği gibi. Güya ona başbakan demeyerek onun o makamda olmasının ağırlığını da o makamı da zayıflatmak istemesi gibi.
Bu hitabı ne amaçla kullandığını sordum. Afalladı. “Hocam yeni mi duydun, birçok insan böyle söylüyor” demez mi. İyice yıkıldım.
Planlı bir şekilde ve sistemli olarak özellikle toplumun daha az okuyup yazan kesimleri arasında bu türden nitelemeler yaygınlaştırılarak mücevher değerinde olan kazanımlarımızı ucuz bir mahalle jargonuyla yok etme politikası ustaca sürdürülüyor. Bu lâfı kullananların çoğunun, bunun sonuçlarının ne olacağı konusunda en küçük bir fikirlerinin olduğunu sanmıyorum.
Tıpkı bir dönemlerin Beton Mustafa’ sı gibi…
Karaman’ ın en işlek bulvarı olan Atatürk Bulvarına inatla 30 metrelik yol denildiği gibi…
“Ya Rabbim! Toplumsal bir cinnetin eşiğinde miyiz?” diye kendime sormadan edemedim.
Bir ülke kendi tarihine, milli kurumlarına ve şahsiyetlerine karşı zevzeklik seviyesinde bir duruş sergilemeye başlamışsa, daha doğrusu başlatılmışsa bütünlüklü bir şekilde ayakta kalmasının imkânı olmaz. Ulusal değerlerini yok eden bir tutum esasında o duruş sahibinin de içinde olduğu koskoca bir toplumu yok etmektedir. Ama o kişi büyük bir hileli yönlendirme bombardımanı altında olduğu için sonucun nereye varacağını bilemeyebilir. Ama onları böyle davranmaya sinsice yönlendirenler sonucun nereye varacaklarını çok iyi bilenlerdir.
Ne yaptığımızın farkına varmadan böyle devam edersek büyük iç kavgaların eşiğindeyiz demektir. Bizlere düşen görev de toplumu uyarmaktır. Böyle yanlışlara tevessül etmelerine direnmektir.
“Atatürk, Kâzım Karabekir, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar gibi daha nice eli öpülesi büyük insanları ve onların getirdiği Cumhuriyeti ve değerlerini alaycı bir üslup ile anamayız. Tıpkı Peygamberimizi, sahabeleri, büyük din önderlerini ve dinimizi alaycı bir şekilde anamayacağımız gibi. Kaldı ki her ülkenin parasının üzerinde o millet ile özdeşleşmiş saygın ve simge şahsiyetlerin resmi olur. Gidin o ülkelerde böyle bir söz sarfedin bakalım başınıza neler gelir. Bizzat halkın tepkisinin şiddetine dayanabilir misiniz?” Dedim.
Bu büyük değerlerimiz bizim iç siyasetimizin üstünde ve dışındaki topyekûn değerlerimiz olması gerekirken, onları en aşağılık şekilde tahrip etmek kendi başımıza sıkmak demektir.
Kim veya kimler ve hangi meşum odaklar bu ülkenin tüm hazinelerini değersiz hale getirmek istiyor?
Bunlar bu milletin dostları olabilirler mi?
Olmadıkları malum da, bu yüce millet o odakların bu ülke içindeki eşbaşkanlarını da bir tanısa sorun önemli ölçüde aşılacak; ama!…