“Eğitim üretim içindir” dedik.
Başımıza tufan indi.
Ülkenin, ilelebet dünyanın efendilerine bağımlı kalmasını isteyenler bu ifadeyi susturmak için tüm cellatlarını üzerimize saldılar.
Üreten toplum tam bağımsız olur.
Peki, farklı biçimde kapitülasyonları geri getirmek isteyenler için uygun bir durum mu bu? Elbette hayır. Üreten toplumlar fabrikalar, çiftlikler, köprüler, limanlar, uçaklar, arabalar ve yüksek bilim gerektiren şeyler yaparlar. Ülkelerinin kaynaklarının millet aleyhine talan edilmesine izin vermezler.
Aydınlığa ve refaha kavuşurlar.
“Bunun temeli de demokratik ve bilimsel eğitimden geçer” dedik.
Sınıflara sığmadık.
Tarlalara, fabrikalara, fene, edebiyata, sanata ilham olduk. Sınıflara ve yedi on dört yaş arasına sığmadık. Taştık, coştuk büyük Türk Devriminin ateşiyle. Milletin okumuşu, milletin kendisinden kopmadan elele ülkesini n yönünü aydınlığa çevirmek için savaş verdik.
Okullarımızda bunu öğrendik. Kalem kadar kürek tutmayı, kaynak yapmayı, ağaç dikmeyi, bağlama çalmayı, şiir ve öykü yazmayı öğrendik.
Köy Enstitülerini kapatan ve okuyan insanı üretimden koparan ve onların öncü rollerinden korkan efendiler, onlardan sonra kurulan ama onların ruhunu taşıyan Öğretmen Okullarını’ da sevmediler
Çıldırdılar.
Bu idraksiz Türklere de ne oluyordu böyle. Üretecek, ürettiklerini dünyaya satacak, kalkınacak ve atasının işaret ettiği muasır medeniyetin aktif bir parçası olacak.
Tayyare yapmışlar, tren fabrikaları kurmuşlar, demiryolları, limanlar, rafineriler yapıyorlar, ilaç ve aşı üretiyorlar, salgın hastalıkların belini kırıyorlar. Kocaman kocaman üretim çiftlikleri kurmuşlar kendi tohumlarını geliştirmişler, kendi marka ürünlerini geliştirmişler, kendi insanlarını istihdam etmişler.
Köy Enstitüleri ve Öğretmen okulları da bu yüce amaçlara yönelik öğretmen yetiştirmiş. Çok da başarılı olmuşlar.
Olur mu?
Olmadı. Oldurmadılar.
Dünyanın efendilerinin içteki acentelerinin cellatları tüm sokakları tuttular.
Olimpos’un kötü tanrıları yıldırımlar saçan kırbaçlarını öyle bir şaklattılar ki, nefes bile alamadık. Kimimiz öldü, kimimizin beli kırıldı.
İsrafil sûru üfürdü ve tüm bu güzellikler bir anda yok oldu.
Öğretmeni sınıflara sıkıştırdılar. Öğretmenin gündeminden tarla, fabrika, yoksulluğu yenme, kalkınma, demokrasi, ulusal ve bilimsel eğitim kavramlarını çıkardılar.
Elinden kör eşeğin yem yemediği ve yüce hedefleri olmayan bir öğretmen tipolojisi yarattılar. Önce öğretmeni ve giderek tüm aydınları üretimden ve milletten kopardılar.
Göz kamaştırıcı bir bağımsızlık savaşının ardından ülkemizden kovulan Düyunu Umumi’ nin haysiyetsiz ve teslimiyetçi uygulamaları o günden beri bir bir geri geldiler. Yeni kapitülasyonlar ülkemizi nefessiz bırakmaya başladı.
Dünyanın efendileri tüm kaynaklarımıza geri çöktüler.
Ulusal olan, yerli olan ne varsa canına okudular. Kurtuluş öncesinden yarım kalan ne emelleri varsa çantalarından çıkardılar ve uygulamaya koydular.
Bunları bilmeyen ve ülkesinin parsel parsel dünyanın kartellerine peşkeş çekilmesini göremeyen ve algılayamayan bir öğretmen dokusu oluşturulduğu için toplum öncüsüz ve sessiz kaldı.
Analitik düşünce yerine skolastik düşünceyi ikame etmeye memur bir öğretmen yapısı büyük bir tevekkül ile gidişata boyun eğdi.
Elbette Devrimin okullarını tümüyle esir alamadılar ama öncülüklerini bitirdiler.
Tüm bu uğursuzlukların cellatlığına soyunan Evrenizmin bize armağanı kuru bir öğretmenler günü oldu.
Eh idare ediverin artık.
Ziyade olsun.
Hocam yüreğinize,elinize sağlık selamlar
Başkanım çok güzel özetlemişsiniz 16 Mart gitti 24 Kasım geldi üzücü ve acıklı daha fazla yazamayacağım Tebrik ederim Sağlıklı güzel günler dilerimCevdet Gökyer
Ziyade olsun.