30 Ekim 1918. Limni Adası’nın Mondros Limanı’na demirli Agamemnon zırhlısında yapılan ateşkes Türk milletinin yok oluş belgesi gibiydi. Mondros Ateşkesi’nin hemen ardından Türk yurdu İngiliz, Fransız ve İtalyan müttefik kuvvetlerinin yanı sıra oyuna yeni dâhil olmuş Yunanlar tarafından işgal edilmeye başlandı.
Mondros Ateşkesi’nden 14 gün sonra başkent İstanbul işgal edildi. Aynı gün İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, işgalci düşman zırhlılarına bakarak “Geldikleri gibi giderler.” diyecektir. Kurtuluş Savaşı’nın işaret fişeği atılmıştır.
Hatay Dörtyol’da sıkıldı düşmana ilk kurşun. İzmir’de gazeteci Hasan Tahsin aldı bu mesajı ve İzmir’e çıkarma yapan Yunan’ın karşısına dikildi korkusuzca.
Doğuda Ermenilerin Kazım Karabekir’in ordusu karşısında Sevr hayalleri yıkılırken güneyde Antep “gazi”, Maraş “kahraman”, Urfa “şanlı” oluyordu. Millet ayağa kalkmıştı.
Öte yandan Halide Edip, Sultan Ahmet Meydanı’nda binlerce insanımıza "Kardeşlerim, evlatlarım! Ruhu göklerde olan yedi yüz senelik şanlı tarihimiz bu minarelerden bugün, Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam, bu tarihi meydanda, zafer alayları tertip eden ecdadımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna at süren namağlup erlerin evlatları önünde baş eğiyor…” derken Millî Mücadelemizin sadece silahla gerçekleşmeyeceğini ortaya koyuyordu.
Batı Cephesi’nde gerçekleşen ilk önemli savaş olan I. İnönü’de Yunan ilk kez sarsıldı. Bu moral ve güçle TBMM İstiklal Marşımızı kabul etti. Milletimiz şöyle haykırıyordu dünyaya:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Yunan, İnönü mevzilerini bir daha zorladı; yine yenildi. Yunanların mağlubiyeti Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa tarafından 1 Nisan 1921'de TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa'ya telgrafla duyuruldu. "Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza bırakmıştır." diye çekilen telgrafa cevaben Mustafa Kemal Paşa "Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makûs talihini de yendiniz. İstila altındaki topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor." diye yazdı.
Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını kaybeden Yunanistan, genel seferberlik ilan etti. Ordusuna moral vermek isteyen Yunan kralı Konstantin, İzmir’e geldi. Asırlar önce, Selahattin Eyyubi’nin elinden Kudüs’ü almak için yola çıkan İngiliz kralı Aslan Yürekli Rişard gibi Kordon’dan İzmir’e çıkmıştı. Adeta kendisini Rişard gibi gören Konstantin öyle havalı, zaferden öyle emindi ki etrafını saran gazetecilere “Acele etmeyin, basın açıklamasını Ankara’da yapacağım.” diyordu. (Ne diyecekti acaba?)
Türk ordusu, Kütahya Eskişehir Savaşlarının ardından Sakarya’nın doğusuna çekilerek daha elverişli şartlarda yeni bir savunma düzeni kurmaya hazırlandı. Meclis tarafından “Başkomutanlığa” getirilen Mustafa Kemal Paşa, “Düşmanı anayurdun harim-i ismetinde (temiz kucağında) boğacağına söz veriyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Tekâlifi Milliye Emirlerini yayınlayarak herkesten gücü oranında yardım istedi. Bu, topyekûn savaş emriydi. Halk, elinde avucunda ne varsa ordusuna veriyordu.
Mahallenin delisi de çoraplarını bıraktı masanın üzerine. “Temizdir, yeni yıkadım.” Sonra çarığına şöyle bir bakan mahallenin delisi onları da çıkarıp odanın ortasına bıraktı. “Duydum ki Kemal’in askerlerinin ayağında bir şey yokmuş, ben yalın ayak da gezerim be. Askerimize feda olsun.” (Olay Emirdağ’da yaşanmıştır.)
Delisinden köylüsüne, zanaatkârından aydınına milletimiz topyekûn savaş hâlinde olan milletimiz tüm dünyaya şöyle sesleniyordu:
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.