Osman Nuri KOÇAK
Bu günlerin en hummalı çalışması, üniversitelerimizin tercihleri konusudur.
Sınavların sonucu ilan edilir edilmez, öğrenciler ve anne babalar seferber oldular. Okulların ve gönüllü rehberlik bürolarının en dolu günleri…
Yaşam boyu onları hem mutlu edecek ve hem de muhanete muhtaç olmadan yaşamasını sağlayabilecek bir mesleğim olsun isteyen öğrenciler en doğru tercihi yapabilmenin telaşı ve stresi içindeler. Hepsine esenlik dilerim.
Karşılaştığım her öğrenci ile konuşuyorum. “Gazeteciliği seçiyor musun?” diye de soruyorum. Ancak hiç birisinden ilk ve değer verdiği tercihler arasında olduğunu duyamıyorum. Sonlara doğru ve “bari” koşullu tercihlerin arasında olduğunu görüyorum.
Bu durum karşısında, aynı öğrenciye ikinci bir soru daha sormam gerekiyor. Soruyorum. “Peki, gazeteciliği seviyor musun?”
İstisnasız hepsi “seviyoruz, hatta bayılıyoruz. Müthiş enerjik ve insani bir meslek” diyorlar. İyi bir gazeteci olmanın da rüya mesleklerden birisi olduklarını söylüyorlar.
Peki, hem çok sevilen, hem rüya meslek olarak görülen gazetecilik mesleği, üniversite tercihlerine, beyinlerdeki kudreti oranında niye yansımıyor?
Çünkü öğrenci veya öğrenci velileri etraflarına bir bakıyorlar ki, kafalarındaki meslek nere, mesleğin vardığı yer nere? Tanıdıkları birçok gazeteci kara yoksulluklar içinde. Hasbelkader gazete sahibi olmuş olanlar ise, kurumlarını satmak veya kapatmak gibi seçenekler peşinde. Her gün çıkan gazeteler tarihe karışmış, haftada üç gün veya bir gün çıkmaya başlamışlar. Gazetecilik itibarı diye bir şeyi mumla arasan kalmamış.
Daha yukarılara doğru baktıkları zaman durum daha da vahim bir hal almaya başlıyor.
Gazeteciler, gazetecilik yaptıkları için hapisteler. Hapiste olmayanların gazetecilik özgürlükleri büyük baskılar altında. Doğru bildiklerini yazamıyorlar veya bir haberi baştan tasarladıkları şekilde yayınlatamıyorlar. Yaptıkları haber ile yayınlanan haberin arasında karlı dağlar oluşuyor. Direnirlerse işlerinden oluyorlar. Hatta mesleklerinden.
Ancak kendisine gazeteciyi diyen bir kesim çok rahat.
Egemenlerin havuzuna su taşıyanlar gönenç içinde.
Gazete sahipliğini başka işlerin manivelası olarak kullananlar gönenç içinde.
Ama milletin gazetecisi olmak istiyorsanız vereceğiniz çok hesap var.
Sahi, gazeteciliğin esbabı mucibesi ne idi? Baskı ve zorbalık nereden gelirse gelsin her zaman milletin, adaletin ve hakkın yanında saf tutmak değil miydi? İşin sadece bu kısmı ile ilgilenen ve büyük heyecan duyan gençler, acı gerçekleri görünce bu mesleği tercihleri içine almıyorlar.
Bir ekmek uğruna ömür boyu insanlık onurları zedelenen bir mesleğe sahip olmak onlara doğru bir şey gibi gelmiyor.
24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı.
Bir de, cezaevlerindeki meslektaşlarımıza sorsak…
Bir de, haftada üç gün çıkmak zorunda bırakılan ve her an iflas etme korkusu ile burun buruna yaşayan eski günlük gazetelere sorsak…
Bir de, 7/24 haber peşinde koşan gencecik gazeteci arkadaşlarımın cebinde kaç liraları var bir sorsak…
Bir de, hadi unun yok da, ünün var mı, itibarın var mı diye onlara bir sorsak…
Basında baskının kalktığı gün değil miydi bu gün. Hemi de bayram.
Hadi canım sen de…
Boynu bükük bayram mı olur?
Sayın Koçak, gazeteciliğin onur duyulacak bir meslek olması için gazetecilere büyük görevler düşüyor. Görevlerini özveriyle yaparak halkı bilgilendiren, hak ve özgürlükler için savaşım veren, kimsesizlerin kimsesi o*** o*** gazetecilere selam olsun.