Bir milletin bir bireyi veya bazı grupları mensup oldukları milletin diline neden hor bakar?
Milletin oluşmasını sağlayan ana unsurlardan birisi, tartışmasız bir dil olması gerekirken, bir uğursuz el sürekli olarak bu sahada niye kargaşa yaratmaktadır?
Ortak bir toprak, ortak bir ülkü ve şuur, ortak bir dil denildiği zaman kimileri sesli veya sessiz hemen karartma harekâtına geçiyorlarsa bu durumu nasıl yorumlamalıyız?
Birinci ve en kuvvetli ihtimal, tüm güçlerini bitmez ve yıpratıcı bir iç sorunlardan yakasını kurtarmış ve ilerisi için harcamaya hazır bir toplum olmamızı istemeyen güçlerdir.
Doğal mı?
Doğal.
Tarihin başından bu yana bu durum var. Rakip ve ilerisi için tehdit gördüğünüz bir toplumu en hassas noktasından vuracaksınız ki ya kendisini hiç toparlayamadan yok olup gitsin ya da gücünü kendi içindeki kavgalar ile tüketerek asal etki alanlarını boş bıraksın.
Milli unsurlar için dikkatlerin yoğunlaşma alanı, bu güçlerin ısrarla saldırdıkları alanlardır.
Dil bu saldırı alanlarının en başında gelir.
Burada sorun var ama ha deyince çözülecek bir sorun değildir. Ayrıca, bu sadece bizim yapacağımız bir iş de değildir.
İkincisi ana sorunu teşkil eder ki, böyle düşünen emperyal güçlerin, söz konusu millet içinde o millete mensup veya kendisini öyle yutturmuş kişi ve gruplara sahip olmasıdır. İşte bu durum sadece bizim ortak olarak çözebileceğimiz bir sorundur.
Bunu belirgin olarak Osmanlı’nın son döneminde sıkça görmek mümkün.
Adı bile iğrenç “ İngilizsverler” diye bir derneğin bizzat saray tarafından kurularak yaşatılması bu iddialar için en çarpıcı örnek olsa gerek.
Bunu her zaman öncelikle ve yakıcı olarak dil alanında yaşıyoruz.
Ne zaman dil ile ilgili bir çaba görsek, bir takım kişi ve gruplar garip tezler ile
topyekün saldırıya geçerler.
En garibi de, Türkçe’yi kendi içinde olmadık sınıflandırmalara ayırarak sözde yeni Türkçe’nin bizi fakirleştirdiği tezlerini ileri sürmelerdir.
Yani bizi gene biz ile vuruşturarak yapıyorlar işlerini.
Tarihin ilk çağlarından bu yana bu milletin dili Türkçe’dir. Selçuklu yönetim dünyasında ve devlet kayıtlarının tutulmasında Farsça’ya ağırlık verse de, tebasındaki tüm Türk Beylikleri Türkçe konuşup, Türkçe yazdılar.
Bu beylikleri, klasik vilayetler ile karıştırmamak gerekir. Yapılanışları küçük birer devlet gibidirler . Saray erbabı da, merkezi devletin eğitimine uyumlu olarak yetiştirilir.
Yani Farsça’ya hakimdirler. Devletin tüm işleyişine vakıftırlar ve zaman zaman devletin üst kademelerinde görev yaparlar.
Karamanoğulları bu beyliklerin en karakteristiğidir. Saraya hakim olunca resmi devlet dilini Türkçe yapmalarını, Farsça’yı bilmedikleri şeklinde aktarma gayretleri Türk ve Türkçe’ye karşı göz yumamayacağımız bir düşmanlıktır.
Osmanlı Devletinin dili ise resmi olarak her devirde Türkçe olmuştur. Bazı bozulma ve yozlaşmalara rağmen bu durumu kimse değiştirmemiştir. Tartışılacak şey yok mu? Çok. Ama ceddimizin reddiyesine varacak kadar değil.
Cumhuriyet ve Atatürk ile Türk ve Türkçe yeniden dünyanın itibarlı alanlarına talip olmuşlardır. Dünyanın efendileri ve içerideki mutemetleri de bildikleri şekilde onunla savaşıyorlar. Bunlara pabuç bırakırsak her seferinde başa döneriz.
Beka diyenler mi vardı?
Bundan büyük beka sorunu olur mu?
Dil yoksa millet de yok.
Bu bir Karaman veya Dil Bayramı
sorunu değil ki...
Türk ve Türklük olarak var olmak veya olmamak sorunu...
Yani BEKA...
Her cümlesine katıldığım bu güzel ve aydınlatıcı yazınızdan dolayı sizi yürekten kutlarım sevgili Osman Nuri Koçak hocam..!