Ülkemiz geçtiğimiz günlerde yüzyılın felaketi olarak adlandırılan ve benzeri görülmemiş bir afetle sarsıldı. Yitirilen on binlerce can, meydana gelen zararlar hiçbir kelimenin ifade edemeyeceği hiçbir kalemin yazamayacağı ve hiçbir kitaba sığmayacak kadar büyük. Kilometrelerce ötedeki vatandaşlarımızın feryatları bütün bir millet olarak hepimizin kulaklarında yankılandı. Öyle ki yeri geldi yediğimiz yemekten utandık yeri geldi sıcacık uykularımız haram oldu. Ancak her şeye rağmen kalbimizdeki merhamet adlı çınar yeşerdi ve tek bir yürek olmayı başardık. Deprem bölgelerine gönderilen ayni ve nakdi yardımların boyutu bunun en güzel göstergesidir.
Peki, yaşanılan bu afetle ilgili sorumluluk kime ve nasıl yansıtılacaktır? Olayın derinine inildiğinde sorumluların sayısının artması muhtemeldir. Fakat ilk planda yıkılan binaları yapan yüklenicilerin/müteahhitlerin meydana gelen ölüm olaylarında hukuki ve cezai sorumluluğu olduğu açıktır. Müteahhitlerin hukuki manada tazmin sorumluluğu bir kenara bırakıldığında bu haftaki yazımızın da konusunu teşkil eden cezai sorumlulukları üzerinde durmakta yarar var.
Ceza hukukumuzda kusur sorumluluğu esası kabul edilmiştir. Yani kişi ancak kusurlu bir davranışı bulunması halinde cezalandırılacaktır. Kusur ise kast ve taksir olarak ortaya çıkmaktadır. En basit haliyle kast, suçun bilerek ve istenerek işlenmesini ifade ederken taksir ise dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık sonucu suçun neticesinin öngörülemeyerek işlenmesidir. Suçun manevi unsuru olan kast ve taksir de yine kendi içerisinde failin psikolojik durumu ve davranışları esas alınarak doğrudan kast-olası kast ve bilinçli taksir-bilinçsiz taksir olarak ayrılmaktadır.
Uygulamada en sık karıştırılan ve ceza yargılamalarında ehemmiyet arz eden durum, aralarındaki yakınlık sebebiyle bilinçli taksir ve olası kast ayrımıdır. Zira failin davranışının olası kast olarak değerlendirildiği durumlarda cezası artmaktadır. Bu noktada olası kast; failin, suçun kanundaki neticesini öngörmesine, bilmesine rağmen bu neticeye rıza göstermesi veya neticeyi önemsememesidir. Başka bir ifadeyle suçun oluşumuna “olursa olsun” diyerek adeta umursamaz bir tavırla yaklaşması durumunda olası kasttan söz edilecektir. Bir örnekle açıklamak gerekirse; kalabalık bir mekâna elinde silahla giren bir kişinin öldürmek istediği kişi dışında vurduğu şahıslar açısından olası kastla hareket ettiği söylenebilir. Yargıtay da düğünde havaya açılan ateş sonucu yaralanma veya ölüm hallerinde olası kastın olduğunu belirtmiştir.
Bilinçli taksire gelindiğinde ise suçun, kanundaki neticesi öngörülmesine rağmen fail tarafından istenmiyorsa bilinçli taksirden söz edilir. Diğer bir söyleyişle fail; kendi tecrübesi, bilgisi veya şansına güvenerek “inşallah olmaz” diyerek suçu işlemişse o halde olayda bilinçli taksir bulunmaktadır. Misal olarak trafikte hız sınırını aşan bir kişinin başka bir kimseyi yaralaması veya öldürmesi halinde bilinçli taksir üzerinden hüküm kurulmalıdır.
Görüldüğü üzere her iki kusur durumunda ortak olan nokta suçun öngörülebilir olmasıdır. Ancak kritik ayrım isteme unsuru üzerinde yoğunlaşmaktadır. Buna göre neticesi/sonucu öngörülen bir suç, fail tarafından önemsenmeden, varsın olsun şeklindeki (isteme ağırlıklı) bir anlayışla gerçekleştirilmişse olası kast; buna karşılık fail neticenin gerçekleşmeyeceğine inanarak, güvenerek (istemeyerek) hareket etmekte ise bilinçli taksir halinden söz edilmektedir. Hiç şüphesiz bu ayrımı yapmak her defasında bu kadar kolay olmamaktadır. Bu sebeple her somut olayın şartları ayrıca ve dikkatle irdelenmesi gerekecektir.
Yaşadığımız deprem felaketi özelinde müteahhitlerin ölüm olaylarında cezai sorumluluğu olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada müteahhitlerin, TCK/85 (taksirle öldürme suçu) kapsamında bilinçli taksir üzerinden yargılandığını ve cezalandırıldığını görmekteyiz. Fakat her olay açısından ezbere bir anlayışla gidilmesi doğru değildir. Zira binanın inşa edildiği zeminin doğru seçilip seçilmediği, inşaatın proje uygun yapılıp yapılmadığı, ilgili mevzuata uyulup uyulmadığı ve kullanılan malzemenin kalitesi gibi birçok hususun tek tek ve binanın yapıldığı dönem nazara alınarak bilirkişiler aracılığıyla araştırılması ve failin (müteahhit) bu konulardaki dikkat ve özen yükümlülüğüne ne derece önem verdiğinin bilinçli taksir ve olası kast ayrımı açısından tespit edilmesi gerekmektedir. Buna göre müteahhit, söz konusu durumlara aykırı davranırken binanın çökmeyeceğine inanarak/güvenerek hareket etmişse bilinçli taksirden; neticeye rıza göstererek hareket etmişse olası kast üzerinden cezalandırılmalıdır.
Yukarıda izah ettiğimiz üzere bu ayrımı yapmak her zaman kolay olmamaktadır. Zira kast, taksir gibi durumlar suçun manevi unsurunu oluşturduğundan fail ile suç arasındaki psikolojik bağı ifade eder. Kişinin iradesi ise ancak dış dünyaya yansıyan davranışlarla belirlenebilecektir. Ezcümle meydana gelen depremler sebebiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum. Ölüm olaylarında ihmali olanlarında en kısa zaman gerekli cezayı almalarını temenni ediyorum.