Eskiler, ölüm hak miras helal demişler. Ancak bazen helal olan bu miras hakkına kavuşabilmek çeşitli sebeplerle göründüğü kadar kolay olmayabiliyor. Geçmişte ve yakın zamanda belki sıklıkla karşılaştığımız bu sebeplerden biri de mirasbırakanın aile üyelerinden birine daha çok malvarlığı bırakmak ya da mirasçılarından birini veya birkaçını miras hakkından yoksun kılmak amacıyla birtakım hukuki işlemler yapmasıdır. Bu haftaki yazımızın konusunu da mirasbırakanın, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapmış olduğu söz konusu işlemler ve bu işlemlerin akıbeti oluşturmaktadır.
Mirasbırakanlar, çeşitli nedenlerle mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla işlem yapabilmektedir. Ülkemiz açısından bu nedenlerin başında; erkek çocuğun üstün tutulması, ikinci ya da son eş faktörü, psikolojik saikler ve zayıf durumda olan mirasçının güçlendirilmek istenmesi gelmektedir. İşte bu tür sebeplerle mirasbırakanlar, mallarının bir kısmını veya tamamını mirasçılardan birine veya birkaçına bağışlamakta ancak bu bağışı, satış sözleşmesinin arkasına gizleyerek satış gibi göstermektedir. Muris muvazaası olarak adlandırılan bu durum kanunlarımızda yer almamakla birlikte uygulamada sıkça rastlanan bir olgudur.
Muris muvazaası, her ne kadar kanunlarımızda düzenlenmemiş olsa da davalara konu olması sebebiyle 1974 tarihinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla yasal zemine kavuşmuştur. İlgili kararda; bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği taşınmazını satış gibi göstererek devretmesi halinde, miras hakkı çiğnenen bütün mirasçıların dava açmak suretiyle söz konusu işlemi geçersiz kılabileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla muris muvazaasının söz konusu olduğu hallerde mirasçılara belli şartlar altında dava hakkı tanınmaktadır.
Bu şartlara geçmeden önce kısaca muvazaa kavramı üzerinde durmakta yarar var. Muvazaa kelime anlamı itibariyle “danışık, danışıklık” anlamına gelen bir sözcüktür. Hukuki olarak ise muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak kastıyla, yaptıkları sözleşmenin hiç hüküm ve sonuç doğurmayacağı veya görünürdeki sözleşmeden başka bir sözleşmenin hükümlerini doğuracağı hususunda anlaşmalarıdır. Muvazaalı işlemler ise Türk hukukunda TBK/19 gereği kesin hükümsüzlük yaptırımıyla geçersiz kabul edilmektedir.
Muris muvazaasına döndüğümüzde ise bahsi geçen kararda mirasçıların dava açabilmesi için ilk olarak üzerinde işlem yapılan malvarlığı değerinin tapuya kayıtlı bir taşınmaz olması gerektiği vurgulanmıştır. Yani araba, motor gibi taşınır mallar dava konusu olmadığı gibi kadastro tespitinden önce devredilen tapusuz taşınmazlar da muris muvazaasına konu edilemeyecektir. Zira kadastro işleminden önce taşınmazlar hukuken taşınır hükmünde kabul edilmektedir.
Muris muvazaası için aranan şartlardan bir diğeri ise taşınmazın mirasçılardan birine devredilmiş olmasıdır. Eğer ki mirasbırakan, taşınmazı mirasçısı dışında üçüncü bir kişiye devretmiş ise bu durumda muris muvazaasına dayalı olarak dava açılamayacaktır. Fakat elbette tenkis ve diğer dava hakları olayın oluş şekline göre saklıdır.
Bunun yanında muris muvazaası için aranan en önemli ve kritik şart ise mirasbırakanın söz konusu devir işlemini mal kaçırmak kastıyla yapmış olmasıdır. Dolayısıyla muris muvazaası davalarında araştırılacak ve üzerinde durulacak en önemli husus mirasbırakanın asıl niyetidir. Yargıtay, mirasbırakanın gerçek iradesinin ne olduğu tespitini yaparken birtakım kriterler öngörmüştür. Bu kriterler mutlak olmamakla beraber yargılamada hâkime ve taraflara yol gösterici niteliktedir. Buna göre; murisin taşınmazı satmayı gerektirecek derecede ihtiyaç içinde olup olmadığı, satın alanların devir tarihinde alış gücünün bulunup bulunmadığı, devredilen taşınmazın satış değeri ile gerçek değeri arasında fahiş bir değer farkı olup olmadığı, ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, olayların olağan akışı gibi hususlar muris muvazaasının varlığı açısından yol gösterici olabilmektedir. Kısaca mirasbırakan, taşınmazı devrederken mal kaçırma amacı taşımıyorsa olayda muris muvazaasından söz edilemeyecektir.
Belirtmek gerekir ki muris muvazaası sayılmayan bazı haller de mevcuttur. Örneğin mirasbıran taşınmazı devrederken mirası paylaştırma amacıyla devretmişse, yine mirasçılardan birinin kendisine bakıp gözetmesi sebebiyle minnet duygusuna binaen bir devir var ise mirasbırakanın yaptığı bu işlemlerde haklı ve makul bir nedeni bulunduğundan bu hallerde de muvazaadan bahsedilemeyecektir.
Muris muvazaası davaları, mirasbırakanın vefatından sonra açılmakla birlikte bu davalarda dava açmak için herhangi bir süre sınırı bulunmamaktadır. Ancak yine de dürüstlük kuralı gereği uygun bir süre içerisinde dava açılmasında yarar vardır. Nitekim Yargıtay da bazı kararlarında taşınmazın devir tarihi ve murisin ölüm tarihini dikkate alarak, davanın uzunca bir süre geçtikten ve taşınmaz fiyatlarının artmasından sonra açılmış olmasını hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirmiştir.
Sonuç olarak muris muvazaası davaları uygulamada kendine önemli bir yer bulmaktadır. Bu yazımızda bu davanın özünü ve şartlarını ortaya koymaya çalışsak da her somut olayın şartları açısından ciddi bir incelemeye muhtaç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Çok güzel bilgilendirici bir yazı ama kafama takı*..Çok güzel bilgilendirici bir yazı ama kafama takılan soru şu Geta 4 var mı bu olayda hukuken