Tıp bilimi insan sağlığı ve hayatıyla ilgilenirken hukuk ise insan haklarını inceleyen ve kurallar koyan bir bilim dalıdır. Bu sebeple iki disiplinin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Öyle ki hekimlerin, hastalarına yaptıkları müdahaleler onların vücut bütünlüğü başta olmak üzere birçok kişilik hakkını ihlal etmektedir. Bu yüzdendir ki tıbbi müdahaleler hukukun düzenleme alanına girmektedir. Nitekim kendilerine müracaat eden hastayı sağlığına kavuşturmak hekimin, dolayısıyla tıbbi müdahalenin amacı olmakla birlikte, zaman zaman istenmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilmektedir. Bu anlamda hekimin sorumluluğu hasta için gerekli ve en uygun müdahaleyi gerçekleştirmektir. Bu yükümlülüğün ihlali neticesinde ise hukuk nezdinde sorumluluk doğacaktır. Hemen belirtilmelidir ki hekimin hukuki sorumluluğu kendi içinde geniş ve farklı alanları da ilgilendirdiğinden bu yazıda yalnızca genel bir bilgilendirme yapılacaktır.
İlk olarak hekimlerin fiili olarak karşımıza çıkan tıbbi müdahale kavramı; tıp mesleğini icraya yetkili kişi tarafından hastalıkların teşhisi, tedavisi veya önlenmesi amacına yönelik olarak gerçekleştirilen faaliyetler olarak tanımlanabilir. Görüldüğü gibi tıbbi müdahale geniş bir kavram olmakla beraber cerrahi operasyonları, kan testlerini, aşıları, hastalığın teşhisi gibi birçok faaliyeti kapsamaktadır. Anayasa madde 17’de “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz…” denmiştir. Bu çerçevede tıbbi müdahalenin meşru kabul edilebilmesi için Türk Tıp hukuku ve Türk Sağlık mevzuatı bakımından aranan şartların gerçekleşmesi gerekir.
Bu şartlardan ilki müdahalenin yetkili kişi tarafından yapılmasıdır. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 1. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve herhangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için tıp fakültesinden diploma sahibi olmak şarttır” denilerek yalnızca hekimlerin yetkili olduğunu düzenlemiştir. Müdahalede bulunacak hekimler açısından incelenmesi gereken bir diğer durumsa uzman olup olmamanın gereğidir. Kural olarak hekimin tıbbi girişimde bulunabilmesi için uzman olması gerekmese de uzmanlık gerektiren bazı tıbbi girişimler bakımından hekimin uzman olması, hukuka uygunluk şartları altında sayılmıştır. Yargıtay bir kararında kendi alanı dışında başka bir uzmanlık alanı gerektiren konuda hastaya müdahalede eden hekimin üstlenme kusuruna yol açacağını belirtmiştir. (Yarg. 4.HD. T. 06.05.1991, E.1991/990 E. K.1991/5104) Son olarak İntörn hekimler henüz diploma almadıkları için hekim sayılmayacaklarından onların hukuki durumu TBK/116 uyarınca yardımcı şahıs sorumluluğuna göre belirlenecektir.
Hukuka uygun tıbbi müdahalenin ikinci şartı bu müdahalenin tıp mesleği ve bilimine uygun olmasıdır. Esas itibariyle bu durum iki hususu bünyesinde barındırmaktadır. Bunlardan ilki müdahalenin zorunlu olmasını ifade eden endikasyon şartı İkincisi ise bu gereklilik neticesinde yapılan müdahalenin tıp bilimi ve mesleğine uygun gerçekleştirilmesidir. Endikasyon, tıbbi müdahalenin tıp bilimi verileri açısından gerekli ve zorunlu görülmesidir. Diğer bir ifadeyle endikasyon tıbbi yardım veya müdahalede bulunmanın haklı sebebidir. Bu sebeple hekimler hastanın arzusu doğrultusunda ölüme veya hayati tehlikeye yol açabilecek veya vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek yahut akli veya bedeni mukavemeti azaltabilecek hiçbir şey yapamayacaklardır. (Hasta Hakları Yönetmeliği md. 12 ve TDN md. 13) Endikasyonun varlığı yalnızca tedavi yönünden değil teşhisten itibaren bütün süreçlerde aranmalıdır. Ayrıca endikasyonun, mutlaka tıbbi endikasyon olması gerekmemektedir. Sosyal ve psikolojik endikasyon da endikasyon olarak kabul edilmektedir. Örneğin; estetik ameliyat, sünnet. Bunun yanında hekim tıp biliminin kural ve tedbirlerine uymak ve bu sınırlar içinde hareket etmek zorundadır. Dolayısıyla hekim tıptaki güncel gelişmeleri takip etmeli müdahaleyi bu güncel bilgiler doğrultusunda gerçekleştirmelidir. Nitekim Yargıtay da müdahale sonucunda hastanın şifa bulması değil kurallara uygun müdahalede bulunulup bulunulmadığı göz önüne alınmalıdır demiştir.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun sayılmasının son şartı ise hastanın aydınlatılmış rızasının alınmasıdır. Hastanın rızasının alınması da hastanın bilgilendirilmesi kavramını beraberinde getirmektedir. Zira hasta bilgilendirilmeden rızasının alınması mümkün olmaz. Alınacak rızanın da kendi içinde hukuka uygun olabilmesi için aranan birtakım şartlar mevcuttur. Bunlar; Rızaya ehliyet ve Rızanın konusunun hukuka ve ahlaka uygun olmasıdır. Rızayı açıklaması gereken kişi kural olarak üzerinde tıbbi müdahalede bulunulacak kişidir. Ancak ayırt etme gücüne sahip olmayanlar anlama ve kavrama yetisinden mahrum oldukları için rıza açıklamasını yasal temsilcileri yapacaktır. Küçükler açısından duruma bakıldığında HHY ve 1219 sy. Kanun uyarınca veli veya vasisinin izni alınması gerekir. Fakat Rıza açıklamak için temel şart reşit olmak değil, ayırt etme gücünün varlığı olduğundan hekim ayırt etme gücüne sahip olan küçüklere dahi müdahaleyle ilgili bilgileri vermeli onu aydınlatmalıdır. Rızanın ahlakiliğinden maksat ise hukuk düzenince uygun görülen bir neden olmadan gerçekleştirilen ve vücut bütünlüğünü ağır bir şekilde ihlal eden fiillerdir. Örn; 10 haftadan sonra kürtaj yasak olup verilen rıza geçersizdir.
Hasta rızayı verirken mutlaka müdahalenin taşıdığı riskler ve muhtemel sonuçları konusunda ayrıntılı biçimde somut ve özel duruma ilişkin olarak aydınlatılmış olması gerekir. Aydınlatmayı yapmakla yükümlü olan kişi müdahalede bulunacak hekimdir. Zaman itibariyle de müdahaleden önce yapılması gerekir. Söz konusu aydınlatma için bir şekil şartı bulunmamaktadır. Ancak yazılı aydınlatmalarda önemli olan husus kişisel olması matbu aydınlatmadan kaçınılmasıdır. Aydınlatma yapılırken her hastanın özel durumu göz önünde bulundurularak teşhis, süreç ve rizikoya ilişkin anlaşılabilir şekilde bilgilendirme yapılması zorunludur. Lakin acil durumlar, kamu yararı, aydınlatmadan vazgeçme gibi aydınlatma ve rızanın aranmadığı istisnai hallerde mevcuttur.
Hekimle hasta arasında genel kabul gören görüş uyarınca vekalet ilişkisi bulunmaktadır. Bu sebeple hekimler yukarıda bahsedildiği üzere sonuçtan değil süreçten ve bu süreç içerisinde gösterdikleri dikkat ve özenden sorumludur. Dolayısıyla bahsi geçen şartları taşımayan tıbbi müdahale hukuka aykırı olacaktır ve müdahale sonucu doğacak zararlardan hekimler sorumlu tutulabilecektir. Ancak unutulmamalıdır ki hekim ile hasta arasında, tedavi amacıyla kurulan ilişki, hekimin bulunduğu yer ve konumu, ilişkinin hukuki biçimi ve sonuçlarını etkilemektedir. Bu sebeple bağımsız çalışan hekim ile özel hastanede çalışan ya da devlet hastanesinde çalışan hekimin sorumluluğu farklı hükümlere tabi olacaktır.