Sağlık hakkı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (madde 25) başta olmak üzere birçok yazılı kaynakta kabul edilen en temel insan hakkıdır. Keza bildirgede bu durum; “her kişinin gerek kendisi gerek yakınları için...tıbbi ihtiyaçlar ve gerekli sosyal haklar dahil olacak şekilde sağlığı ve refahı sağlayacak uygun bir hayat seviyesine...hakkı vardır” denilmektedir. Başka bir ifadeyle sağlık hakkı, bireylerin sağlıklarının korunması, hastalandıklarında iyileşmeleri, tıbbi bakım görebilmeleri ve tedavi edilebilmeleri için devletin sağladığı her türlü imkândan yararlanma hakkı olarak açıklanabilir.
Nitekim bu kapsamda Anayasa md.56/3; “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler” demek suretiyle sağlık hakkına vurgu yapmış ve bu hak kapsamında devletin sorumluluklarının ve yükümlülüklerinin gereğini personelleri vasıtasıyla yerine getireceğini düzenlemiştir. Ancak söz konusu sağlık hakkına darbe vuran bir konu olan ve uygulamada “bıçak parası” ya da “ameliyat parası” olarak anılan uygulamadır. Hukuken bir geçerliliği bulunmamasına rağmen hekimlerin hastalardan veya yakınlarından menfaat talep etmesi Türk Ceza Kanunu kapsamında suç oluşturmaktadır.
Hekimler iş ve görev tanımı gereğince tıp eğitimi süresince kazandıkları bilgi ve birikimlerini tıbbi standartlar çerçevesinde birey ve toplumun teşhis, tedavi ve rehabilitasyon süreçleri ile olası komplikasyonların önlenmesi için uygularlar. (29007 sy. Yönetmelik) Yine Hekimlik Meslek Etik Kuralları 24. Maddesinde; hekim hasta üzerindeki etkisini tıbbi amaçlar dışında kullanamaz derken 30. maddesinde ise hekim gereksiz ve pahalı ilaçlar öne süremeyeceği gibi yararlı olmayan bir tedaviyi de öneremeyecektir denmektedir.
Yukarıda izah edilen hususlar çerçevesinde hekimlerin asli görevi, kişilerin sağlığının korunması adına her türlü tıbbi müdahaleyi gerçekleştirmektir ki bu durum aynı zamanda kamu görevi niteliğindedir. Hekimlerin bu hizmetleri neticesinde hak kazandıkları ve kazanacakları mali haklar farklı düzenlemelerle ele alınmıştır. Kanunlarla kendisine tanınan haklar dışında hekimin, hastalardan veya yakınlarından talep edebileceği maddi ya da manevi herhangi bir para ya da para ile ölçülebilen bir talebi kanunen ve hukuken bulunmamaktadır. Ancak toplumumuzda garip bir şekilde “bıçak parası” ya da “ameliyat parasının” hekimin hakkı olduğuna dair yanlış bir inanç bulunmaktadır. Öyle ki “Sağlık Hizmetleri ve Etik” konulu Yolsuzluğun Önlenmesi için Etik Projesi isimli çalışmada hastaların %14’ü, hekimlerin %21’i, eczacıların ise %32’si hekime yapılan fazla ödemelerin hekim hakkı kapsamında olduğunu düşünmektedir. Hâlbuki hastalar tarafından yapılan bu ödemeler hekimler açısından haksız kazanç doğurduğu gibi kamu yararı adına da bir tehlike oluşturmaktadır.
Türk Ceza Kanunu madde 250’de düzenlenen İrtikap suçu; “Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisinin beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağını” düzenlemektedir. Müteakip fıkralarda irtikap suçunun farklı işlenme biçimleri düzenlenmiştir. Buna göre;
Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla, kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi, üç yıldan beş yıla
İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur
Bu doğrultuda irtikap suçu 3 farklı şekilde işlenebilmektedir. İlki icbar suretiyle irtikaptır ki bu halde mağdurun iradesi manevi olarak zorlanmaktadır. Yani mağdur davranışın hukuka aykırı olduğunu bilmesine rağmen kendisini yapmaya mecbur hissetmelidir. Bir başka ifadeyle icbar, manevi baskıdır ve belli bir aşamaya, yoğunluğa ve ciddiyete ulaştığında suç oluşmaktadır. Mağdurun iradesinin, failin etkisinden kurtulma imkânı bulunmamalıdır. Bu konuda Yargıtay; müdahalenin hayati ve acil olup olmadığı, başka bir sağlık mensubu tarafından müdahalenin mümkün bulunup bulunmadığı ve bıçak parasının ameliyattan önce mi sonra mı alındığı hususları gibi birtakım kriterlere bakmaktadır. Yine kanun koyucu da maddenin devam eden cümlesinde; Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir diyerek icbarla ilgili kanuni bir karine öngörmüştür.
Yargıtay bir kararında; ‘’İskenderun SSK Hastanesinde Genel Cerrahi Uzmanı olan sanığın, olay günü hastanenin acil servisine müracaatta bulunan müşteki A.Y. gece 22:00 de muayene edip apandisit teşhisi koyduğu apandisitin patladığından bahisle gece ameliyata alındığını hastayı yatırmak ve tedavi etmek için hasta yakınlarının da içinde bulunduğu ruh halinden istifade ederek hasta 20.000.000 lira para istediği, bu parayı o an için temin edemeyen Antalya’dan gelen hastaların bir miktar parayı doktora teslim ettiği bakiye miktarı da dikişlerin alınacağı zaman getirileceğini ifade ettikleri, doktorun bakiye miktarın getirilmediği takdirde ameliyat dikişlerinin alınmayacağını söyleyerek memuriyet görev ve sıfatını kötüye kullanarak yaptığı icbar sonucu çıkar sağlamak suçunu oluşturmuştur.’’ (Yargıtay 5. CD. 31.05.2000 T. E. 1999/6734 K. 2000/4776)
İkna suretiyle irtikap suçunda ise kamu görevlisi hileli davranışlar sergileyerek mağdurun iradesine tesir etmektedir. İknadan bahsedebilmek için bu hareketlerin neticeyi gerçekleştirmeye elverişli olması gerekir. Kamu görevlisinin basit bir şekilde tavsiyelerde bulunması veya hile teşkil etmeyecek şekilde yönlendirmesi suç oluşturmaz.
Hatadan yararlanma suretiyle irtikap suçunda kamu görevlisi aktif konumda değildir. Mağdur farkında olmadan bir hata yapmakta, kamu görevlisi de mağdurun bu hatasından yararlanarak menfaat temin etmektedir. Suçun hatadan yararlanma suretiyle irtikap suçu olarak kabul edilebilmesi için kamu görevlisinin, mağdurun yapmış olduğu hataya hiçbir katkısının olmaması gerekir.
Sonuç olarak hekimlerin hastalardan hangi isim altında olursa olsun temin ettikleri maddi/manevi menfaatler hukuka aykırı olup TCK uyarınca irtikap suçuna vücut verebilmektedir. Ancak suçun işleniş biçimi itibariyle hangi hareketi oluşturduğu her olayda ayrıca incelenmeye muhtaçtır. Bununla beraber irtikap suçunun oluşmadığı hallerde dahi benzer nitelikte rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçlarının oluşabileceği unutulmamalıdır.