İşte yolumuz1
DOĞRU YOL /SIRÂTI MÜSTEQÎM-8-
Muzaffer CAN
3- Yol belirlemede din alimlerinin yetkisi var mı?
Şimdilerde ümmet arasında en çok tartışma konusu haline gelen sorunumuz, -konumu gereği- Ulemanın bu konuda yetkisi var mıdır? Varsa nelerdir? Yoksa ne için yoktur? Bu öyle bir meseledir ki tartışması bir türlü bitmeyen, mezhepler arası değil aynı Metodolojiyi paylaşan insanlar arasında bile bir ihtilaf, bir çekişme sorunudur.
İhtilaf /çekişme sebepleri
Yolumuz aynı olunca, kaynağımız Kuran ve sünnet olunca, aklımızı doğru kullanınca, bu ihtilaf nereden çıkıyor diye bir soru soruluyorsa, cevap gayet basittir. Bu sorunun en kısa cevabı “Kuran, Sünnet ve sarih /saf akılda çelişki yoktur” demekten ibarettir. O takdirde Kuranın açıklamasında, Sünnetin açıklamasında ve saf aklı kullanarak varılan sonuçta çelişki caiz olamaz.
Kuranı ve sünneti yorumlamada, saf aklın verilerine ulaşmada kendi çaba ve gayretimiz söz konusu oluyor ise o zaman durum değişiktir. Kurak ve Sünnetin iki yönü vardır, birincisi bize bakan yönü, ikincisi onlara bakılış yönü. Birinci yön Allaha ve Rasülüne ait yönler olup onda ihtilaf /çelişki olmaz. Sarih /saf akla gelince, Bazı tefsir alimleri “aklında Allahın ayetlerinden birisi olduğunu, onda da ihtilaf olmadığını” öne sürerlerse de bu ilk kısım için hiç öne sürülebilecek bir tez değildir. Bir kere aklın Kurana bakışı esas alınır, yoksa Kuranın ona hitap eden yönü Allaha aittir. Onun Kur’ana bakan yönü ise Kur’an ve Sünnet anlamak içindir, O zaman bu bakışın Allah’a ve Peygambere ait olduğunu nasıl iddia edebiliriz.
O zaman Kur’an diye ancak Allah’ın onu indirdiği dildekine Kuran denilir, tercümesine ise “falancanın Kur’an tercümesi” denir. Çünkü Allah o dil üzerine indirmemiş olup, Mütercimin orijinal metne tercüme ettiği dilde karşılık bulma çalışmasıdır. Onu için Kur’an tercümesi değil, yapılan bir tercümeyi geriye yani tekrar Arapçasına çevirmek esastır.
Bu anlaşıldığına göre şimdi esas konuya dönelim: Bu yolun şartları arasında alimlerin yeri var mıdır, yoksa Kur’ancıların bazılarının dediği gibi “bizim aklımız yok mu ki onlardan alalım, pek ala bizde Kur’an mealini okur ve anladığımızı uygular mıyız? Cevaptan önce soruyu iyice anlamalıyız. Kur’an okunması ve anlaşılması herkese farz dır, ama farz iki kısım olup 1- tek tek herkese farz olan 2- herkese farz olmayıp içimizde bazılar bunu bellemekle öbürlerinden bu sorumluluk kalkar ki buna da farzı kifaye denir. Hitap genel olur, uygulamada hususi olursa farz kifaye olmaktadır. Değilse Allah altından kalkamayacağımız bir yükü yüklemiş olur. O ise bize ancak gücümüzün yettiği yükü yüklediğini söyler (Bak Bakara ayet 286) İşte herkese farz olma bu demektir.
O zaman alimlere yapacak daha çok şey var demektir, ama bu verilen emrin devamlılığını, Allah emrine uygunluğu ve ya uygun olmamasını tespit, meselelere yeni bakış açısı getirmek, çağın tereddütlerine cevaplar hazırlamak, düşünce dünyamızı yabancı istilalardan korumak, bunları izah ederken yürekten gelen bir sada olmasını sağlamak, nihayet söylemiş olduğu sözlerin bir gün kendisine tekrar sorulacak olduğunun şuurunu yaşayacaktır.
İslam da alim kimdir, Batının tarif ettiğine alim denir mi? Genel olarak okunan ilimlerin ilim olma karakterini bilen kimseye o ilmin alimi denir.Ama bununla İslami ilimler okunmadan İslam alimi olmaz, olamaz. Kişi Arapçayı çok iyi bilmekle alim olamaz. Olsa olsa sadece edebiyatçı olabilir eğer edebiyatın sırrını okumakla olur. İnşallah “işte yolumuz” adlı dizinin son kısmı “İslam da alim kime denilir” Konusu olacaktır.