Şiirlerini beğenerek okuduğum söz sarrafı şairimiz Bekir Sıtkı Erdoğan ile tanışmamız 2012 yılının Temmuz ayında oldu. O tarihten vefat etiği 24 Ağustos 2014’e kadar kendisini sık sık ziyaret etme fırsat yakaladım.
2013 yılının temmuz ayında bir Ramazan günü yine kendisini ziyaret etmiştim. Ziyaretim öğleden sonra olmuştu. Uzun uzun muhabbet ettik, şiirler okuduk. Kendisi yaşlı olduğu için biraz yoruldu. Dinlenelim biraz bu kadar yeter, dedi. Biraz dinlendikten sonra: Evladım bu akşam müsaitsen iftara kal, misafirim ol, iftarı birlikte açarız, dedi. Ben de müsaittim ve memnuniyetle kabul ettim. Mutlu oldu, neşelendi ve zaman biraz ilerleyince: İnsanın iftarda yanında böyle birisinin olması ne güzel, dedi. Belki de o güzelliği onun yanında bulunmakla kendisinden katbekat daha fazla tattığımı fark edemiyordu. İstanbul, Ramazan ve Bekir Sıtkı Erdoğan’ın iftar sofrası… Bu güzelliklerin üstüne başka güzellik mi olur?
İftar yavaş yavaş yaklaşıyordu. Bekir hoca masanın kenarından bir şey aldı ve salonun girişindeki yuvarlak masaya oturdu. Ben de o esnada kendisini dikkatle takip ediyordum. Masanın üstüne iskambil kâğıtlarını koymaya başladı. Çok şaşırdım! Kendi kendime: Allah Allah bu adam hacılığını yapmış, namazında niyazında yaşlı başlı bir adam, üstelik de ramazan ayındayız… Diye düşündüm. Erdoğan, çok uyanıktı ve karşısındakinin ne düşünebileceğini iyi hesap edebilen bir adamdı. Evladım, fal açmasını bilir misin, fal açmak zihni zinde tutar, zihin için iyidir, dedi. Tamam, Bekir hocanın gayesi başkaymış, dedim içimden. Zihinle ilgili birkaç bilgi verdikten sonra sudokunun da zihin için iyi olduğunu söyledi. Gerçekten de şairler günlük hayatta etkili ve verimli yaşamayı biliyorlar. Aynı özellikleri halk şairimiz Dursun Ali Akıbet’te de görmek mümkün. O da tıpkı Bekir Sıtkı Erdoğan gibi zihni geliştirmek için sudoku ve fal açmak gibi zihni zinde tutan etkinlikler yapar.
Biz yine iftar soframıza dönelim. Bekir hoca iskambil kâğıdı ile falı açtıktan kısa bir süre sonra karanlık yavaş yavaş Erenköy’e çökmeye başladı ve akşam ezanı okundu. İftarımızı açtık. Muhabbet eşliğinde çorbalarımızı içtik, yemeklerimizi yedik. Bir taraftan da kendisine memleketten getirdiğim erik pekmezinin sulamasını içiyorduk. Mayhoş tadı çok hoşuna gitmişti.
İftardan sonra da koyu bir muhabbete daldık ve akşamı kahvelerle taçlanırdık. Vakit biraz ilerlemişti. Bekir hocadan müsaade istedim ve Çamlık Apartmanı’ndan ayrıldım. Püfür püfür esen rüzgârlı bir Erenköy akşamına kendimi bıraktım… Bekir Sıtkı Erdoğan’ınla, Osman Akkuşak’ınla, Halil Gökkaya’nla, Şenol Tombaş’ınla… Ne güzelsin İstanbul, ne güzelsin…
Sözü üstat Bekir Sıtkı Erdoğan hocamıza bırakarak yazımızı noktalayalım:
AYAK SESLERİ
Her akşam işte böyle gam gelir bana,
Benden kederli bir adam gelir bana!
Dostum değil gelen, benim garipliğim,
Dostum mu var ki bir selam gelir bana?
Zehr oldu yar elinden içtiğim kadeh
Zemzem de sunsalar, haram gelir bana!
Ağlar gönül o yemyeşil baharlara,
Meltemlerin hayali sam gelir bana!
Hüzzam olup giden o gizli yankılar,
Hala döner, makam makam gelir bana...
Toprak bu ızdırabı örtmez yarın,
Taş yağsa kubbe kubbe tam gelir bana!..
Dinler elif adım adım bu sesleri,
Her akşam işte böyle gam gelir bana...
(Bekir Sıtkı Erdoğan)
Ahmet DURAN