AKİFİN ŞİİRİNE TOPLU BİR BAKIŞ
Muzaffer CAN
Üstat eserini yedi bölüme ayırıyor;
Birinci bölüme çölü tasvirle girip öyle bir çöl resmi tasavvur ediyor ki şairin bu tarafı insanımız tarafından sanki hiç bilinmiyor. hiç okunmamış gibi, Akif bu tasvirlerde çağını aşarak çağlar üstü bir şairdir. Emin olun cahiliye devrinin dev şairleri Arapça gibi hem kelime zenginliği hem de aruz veznine uygunluğu tartışmasız ileri olan bir dili kullandıkları halde hiçbir zaman Akif’in yükseldiği yere varamamışlardır.
Ancak bu bölümü iyi anlamak için biraz kelime bilgisi birazda sanat bilgisine ihtiyaç var, geriye sadece his dolu bir kalp kalıyor. İşte Akif merhum da bunu istiyordu, Safahat kitabı ilk şiirinde şöyle der;
Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa,
Oku, zira onu yazdım iki söz yazdımsa.
İkinci bölümde çölü geçmeğe uğraşanları develer üstünde o cehennem sıcağı altında çölde kıvrılarak gidenleri son derece güzel anlatışı ile ateşe düşen büyük bit yılan bbir o yana bir bu yana çırpınışına benzetiyor ve “iniyorken yanıyor, çıkıyorken yanıyor” diye anlatıyor. Hele şu anlatım gücü ne kadar şahikalarda, “Bir avuç gölgeyi minnetle veren kuytuların, yani zaten çölde gölge ne arar, olsa ne olur, ya bir diken ya rüzgarın yalaya yalaya tükenmeye ramak kalan bir kaya parçasının gölgesi, oda Akif’in deyimiyle , o gölgeleri de binlerce fırın yalamış gibi.
Ne soluk var, ne de ses Badiyenin hali harab!
Çağlıyor sade ufuklardaki avare serab;
Bir de çan seslerinin dalgalanan tekrarı.
Geceden girdiği dehşetli mugaylan-zarı,
Gündüzün geçmek için kaafile olmuş develer,
Eğrilip büğrülerek, yangına düşmüş ejder
Izdırabıyle, ne müz'ic uzanıp kıvranıyor!
İniyorken yanıyor, tırmanıyorken yanıyor.
Ya o sırtındaki yüzlerce heyula-yı beşer,
Ateşin dalgalar üstünde yüzen bir mahşer,
Ki bu enginleri tayyetmek için çalkanarak,
Gidiyor bulmaya, heyhat, yeşil bir toprak!
Yok mu, ey bağrı yanık çöl! Ebedi payanın?
Merdedir vahası, ya Rab, bu serabistanın?
Necd'in a'makına dalmış, iki aydan beridir,
Koca bir kafile Mecnun gibi haib, haşir,
Koşuyor, merhamet et, badiyeden badiyeye,
Görürüm, bir gün olur Hayme-i Leyla yi diye!
Ne devam etmeye takat, ne karar etmeye yer;
Bir ılık gölge. İlahi O da olmazsa eğer,
Kalmıyor sahil-i maksuda vusul imkanı.
Yeniden cuşa gelirken bir alev tufanı,
Üçüncü bölüm o sıkıntılı yolculuktan sonra Medine’nin görülmesiyle başka bir hale dönüşür. Akif adeta kendinden geçmiş gibi mırıldanmaktadır:
Karşıdan Kubbe-i Harda edivermez mi zuhur,
O nasıl cephe-i didar, o nasıl cephe-i nur!
………………………………………………….
O cehennem gibi vadide bu cennet ne güzel,
En büyük şir-i tezadın mıdır ey Hüsn ü Ezel,
Sana bir mısra- bercestedir etmiş ki sünuh,
Duyar amma varamaz yükselen ahengine ruh.
Evet, geldiği nokta ruhun duyuma erdiği ama doyuma asla ulaşılmayan bir halin izahıdır bu.
Dördüncü bölüme heyecanın doruğunda ulaşır, Meneha deve parkı anlamına gelir, deveye ıh diyerek yere çöktürülür ve üstünden inilir. Yer ismi mimli kullanılır, yani çöktüğü yer menah olur. Ama sırf develerin çöktürüldüğü ve yani suyu verildiği yere Meneha denirdi. Medine de mescidi-i nebevinin batısı ben ilk gittiğim yıllarda selam kapısından batıya doğru yüzlerce acık han, Medine’ye gelenlerin deve ile uğraşmakta kurtulup peygambere misafir olmasını sağlamak için yapılmıştı hanlar. Artık deve yolculuğu tarihe karıştı ama Selam caddesine hala Meneha denilir.
İkindi zamanı Meneha’dan geçerken birden sevgilinin yeşil kubbesi görününce, gözü kararıyor, cemaati yararak direklerin dibine düşüp orada bir yere kendini adeta gömünce, korku elbisesi bürünmüş gibi önce heyecan içinde donarak ardından her zerresi ürpererek kendini rahatlatıp ravzada duasına başlıyor: Artık o koskoca alem, o koskoca sessiz sakin alemin hulasası, batıdan uzak doğuya uzanan bir alemin saygı değer evladı, bu mahşer gibi kalabalığı huzur içinde bırakıp ayrı lisanlarla Mevlaya niyaz ediyorlar.
Beşinci bölüm: Ardından ezan başlıyor, ama ne ezandır Akif beyin dinlediği, ezan seslerinin cihana hakim bir seda olarak dinlenişi ve üçüncü şahadetle birlikte Üstat coşarak,
Ne gulguleydi o yaddın peyinde dalgalanan,
Nasıl uyanmadı bilmem k, uykudan canan,
………………………………………………..
O Mihriban-ı Ezel, ruhu nazeniniyle,
Uyanmasın koca bir mahşerin eniniyle?
…………………………………………….
…………………………………………….
Önümde ümmet-i mazlumsiyle peygamber,
Gözümde sel gibi yaşlar, içimde titremeler, …
diyerek onun bayılışına sonra ayılısına şahit oluyoruz, artık o sadece şiir söylemiyor, aynı zamanda Mevlaya şiir ile iltic eden insan;