Sevgili dostlar,
Rahmetli Bozkurt Güvenç, “KÜLTÜR İÇGÜDÜSEL YA DA KALITIMSAL DEĞİL, HER BİREYİN DOĞDUKTAN SONRAKİ YAŞANTISI İÇİNDE KAZANDIĞI ALIŞKANLIKLARDIR” der.
Yani kültür, içgüdüsel değildir, doğuştan gelmez, biyolojik aktarımı yoktur, alışkanlıklardan oluşur; insan içine doğduğu kültür aracılığıyla ve içine doğduğu kültüre göre oluşturur, üretir, tüketir, fikirlerini ve düşüncelerini ortaya koyar. Kültür değişir, değişim uyum yoluyla gerçekleşir. “Üzüm…….Üzüme” gibi.
Toplumumuza irdeleyici bakış açısı ile bir göz attığımızda; Bahane Üretme, Serzeniş/Şikâyet etme, Dedikodu/Gıybet, Yalan gibi pek çok kötü alışkanlıklarımızın sürekliliği, tekrarı kültüre dönüştüğünü görmek hiç de zor değildir! Bu yüzden de toplumuzun duyuş ve düşünüş birliği, birlikte iş yapma, çalışma, birlikte başarma, değer üretme yetilerimiz gelişmiyor.
Bu durumun daha vahimi bu olumsuz alışkanlıkların sürekli tekrarlanmaları içgüdü durumuna geçerse, bireysel ve toplumsal huya(vazgeçilemeyecek alışkanlıklara) dönüşüyor. Huya dönüşen kültürün ıslah edilip dönüştürülmesi çok ama çok zordur. Derler ya “Can çıkar huy çıkmaz”. İşte o zaman fertte toplumda iflah olamaz.
Sevgili dostlar,
Bahane üretme, şikâyet(serzeniş, yakınma), dedikodu (gıybet) ve yalan söyleme alışkanlıkları birbirlerini tetikleyen alışkanlıklardır. Örneğin: Bahane üreten; Sürekli serzenişte de bulunur, dedikodu da eder, yalan da söyler. Bu alışkanlıklar birbirlerine geçişlidir. Bazen bir bahane bir yalandan başka bir şey değildir. Bu sadece kişilerin belirli gerçeklikleri saklamak için kullandığı bir stratejidir.
Bahane üretme kültürünün kişinin kendisi ve toplum üzerinde olumsuz etkileri; tembellik, yalancılık, fitnecilik, riyakârlık, fesatlık, kıskançlık, başarısızlık, kolaycılık vb. Olduğu gibi kişiler ve çevre üzerindeki; motivasyon bozukluğu, iletişim aksaklıkları, ekip ruhunun bozulması, başarısızlıkların sebeplerinin zamanında görülememesi, hedefe ulaşmada gecikme ya da hedeften uzaklaşma, güven ortamının bozulması, önlemlerin gecikmesi gibi olumsuz etlileri de vardır. Bu olumsuz etkiler öyle küçümsenecek etkiler değil kişiyi ve toplumu mahvı perişan eden; ölümcül kansere eşdeğer kişisel ve toplumsal kültürel bir hastalıktır.
Bahane, yalan söyleme, şikâyet, dedikodu kültürü toplumun ve kişisel gelişimin önünde en büyük engeldir. Hatta ve hatta bu kültür toplumun ve kişinin kendinden kendisine oluşturduğu; suikast ve intihar aracıdır der psikologlar ve sosyologlar.
Yakınma, bahane, şikâyet ve dedikodu (gıybet) döngüsünü sürekli gündemde tutmak insanı hipnoza sokar. Sürekli darlıktan şikâyet ve yakınma bize bolluk sağlamaz. Darlıktan bolluğa çıkabilmek için yakınmayı bahaneyi sonlandırıp zihnimizi bolluğu sağlayacak çözümlere odaklanmamız gerekir.
Her şeyden memnuniyetsizlik duyan, sürekli dedikodu yapan, çeşitli bahaneler üreten insanlar başkalarının enerjisini sömürmekten başka hiç bir işe yaramadıkları gibi bir zaman kaybından ibarettir. Mümkün mertebe bu tiplerden uzak kalmak psikolojimiz için yapabileceğimiz en doğru seçim olacaktır.
Keşke bahane üretmeye, dedikoduya (gıybete) harcadığımız zamanımızı ve enerjimizi müspet bir iş için harcamış olsak. Neler başarırız, neler?
Başarmanın önünde en büyük engel bahanelere sığınmaktır. Bahane kültürünün bize maliyetlerini ilerdeki paylaşımlarımızda daha detaylı anlatmaya çalışacağız.
Peki; nasıl aşarız ve kaldırırız olumsuzluklarla dolu bu engelleri?
Bir sonraki paylaşımlarımızda İnşallah!
Hoşça, dostça, sevgiyle kalın.
Tekrar paylaşımlarda buluşmak dileğiyle!