Sorup durmayın artık. Birçok konuyu sıralayıp da “bunlar hakkında neden yazmıyorsun?” diye sorup durmayın.
Yazmaya yazarız da… (Tabi dahi anlamındaki ‘da’ lar ayrı yazılır…)
Yazarız:
Bir çelik kılıçtan ince, bir kılıçtan daha keskin,
Bal ve zehri üretecek sivri uçlu kalemim var.
Yazsak ne olur ki;
Al eline kalemi, sayfalar dolusu yaz babam yaz,
Kimisi eleştiri, kimisi teklif, kimisi ikaz, kimisi niyaz…
Ne okuyan anlar, ne de atfedilen muhteremler;
İçinde olmayınca ince yağ ve biraz da soğanlı piyaz…
Birilerinin yanlışını edepli ve nezaketle ikaz içeren yazılar yazarsınız. Kılı kırk yarar, bir takım yanlışlara engel osun diye nezaket ile birkaç satır yazarsınız. Gecenin bir yarısı bir “DANGALAK” arar, başlar saydırmaya. “Bu yazı derhal kalkacak, ne haddine, sen bilirsin” vb… sayar da sayar…
Sabrınız taşar ve “Hadi lan dangalak der” kapatırsınız. Ki; biz Anadolu’nun tozlu topraklı yollarında yetişmiş kişiler insanlara genellikle sıfatları ile hitap ederiz…
Siyaset yazmaya kalksak; biz kimiz ki; Nicolla Machiavelli’ye taş çıkartacak siyasetçilere kaldı ortam. Öyle başarılılar ki, her seçimde, aday seçimleri ile kazanacak adayları kovalayıp, rakiplerine makam hediye etme rekoru kırıyorlar. Büyük başarı.
Ekonomi yazsak; alın teri ile kazanımların suç sayıldığı bir ortamda başka yöntemleri hiç bilmiyoruz ki ne yazalım.
Spor yazsak; Spor artık sahada değil banka hesapları ile yapılır hale geldi. Hanımız yok apartmanımız yok, fabrikamız çiftliğimiz yok ki… Spor camiasının sadece harika geçmişi ile bir takım ilişkilerimiz var ama maalesef onlar da sosyal mezarlığa defnedileli çok oldu.
Eğitim hakkında yazsak; Ne gerek var yahu. Haçlı gâvuru bizi mahvedecek kadar mükemmel bir sistemi her üç beş yılda değişecek şekilde zaten hazırlamış. Bize laf mı düşer…
Hele ki ahlak, edep, hayâ, örf, adet, gelenek, manevi değerler, toplum kültürü, tarihi geçmişimizdeki güzellikler, sevgi ve saygı hakkında yazsak; Allah esirgesin köteği yeriz. AB var, uyum yasaları var, “önce ahlak ve maneviyat” sloganı yerine geçmiş olan haçlı ve gâvur yasaları var. Allah esirgesin aforoz edilmek işten bile değil.
Hoca Nasreddin’in köyünün bulunduğu bölge Timur’un istilasına uğrar. Timur’un filleri vardır. Köylüler sık sık filleri görmeye giderler. Bu hayvanlar çok dikkatlerini çekmiştir. Timur ilişkileri kuvvetlendirmek adına köye bir fil hediye eder. Köylüler sevinir. File en iyi şekilde bakmaya başlarlar ama uzun sürmez. Fil köyün hayvanlarından daha fazla yem yiyor, bakımı ve kontrolü zor. Toplanıp karar alırlar. Fili geri alması için Timur’a ziyarete karar verirler. Doğru Timur’un otağına yollanırlar. Ama Timur’un şerrinden korkanlar çaktırmadan sıvışırlar. Hoca Nasreddin en önde olduğundan fark etmez. Timur’un karşısına varınca Hoca başlar: “biz köy halkı olarak…” Dönüp arkasındaki köylüleri göstermek ister ama o ne, kimse kalmamış tek başınadır.
Durumu anlar ve devam eder; “Biz köy halkı olarak verdiğiniz filden çok mutlu olduk. Teşekkür ederiz. Ama garibanın bir eşe ihtiyacı var çok sıkılıyor, ona bir de eş verirseniz çok mutlu olacağız...
Durum bu…
Onlarca konuda yüzlerce şikâyetle binlerce huzursuzluk sayıp: “Neden yazmıyorsun” diye sormayın.
Yazdığımızda nerede idiniz?
Doğruları yazdığımızda çıkarcılar saldırdığında neredeydiniz?
Müptezellerin hedefinde iken onların hemen gerisinde hedef tayin eden kimdi?
Salak siyasetçilere yalan yanlış senaryolarla hedef gösterip de iftira atan kimlerdi?
Salak siyasetçiler doğruyu araştırmak yerine kılavuz kargalarına kanıp da meydan savaşı ilan ettiklerinde neredeydiniz?
Yazmaya gerek yok…
Bu memleketin hala liyakatli evlatları var ve bir telefon kadar size yakın. Bizim yazacaklarımızı siz onlara söyleyin. Onlar en güzelini yapsınlar da biz de yapılan güzellikleri yazalım… Bin olumsuzluk varsa yüz kişi onar tanesini dile getirse her on yanlıştan birisi düzelse oluşacak yüz güzellik geri kalanlar için bir alışkanlık haline dönüşür ve her şey güzel olmaya başlar…