Çok hassas bir denge ile kurulmuş, bir hücrenin, bir atomun yapısına bile akıl erdiremediğimiz kainatın en büyük gerçeği şüphesiz ölüm. Her canlı tadacak…
Hatta tasavvuf penceresinden bakınca bir vuslat, bir görevi tamamlayıp terhis olmak.
Peki o görev ne? Nasıl ifa ediyoruz?
Hani meşhurdur sorar İmam Efendi: Nasıl bilirsiniz bu Âdemi?
Hüzün vardır, duygular gergindir ve kimse aksini söylemez. Toplumda yerleşmiş bir şeydir. Hep bir ağızdan “Allah Rahmet Eylesin” sesleri yükselir.
Yükselir de… De ifadesini biraz düşünmek lazım.
Bu sesler ne kadar gür ve içten çıkar. Acaba gönüllerin bir kenarında, bir isteksizlik bir buğuz, bir kahır var mıdır?
“Gidinin tekiydi, fakir fukaranın hakkını gözetmeden çalar çırpar, zimmetine alırdı. Hile hurda ve desise ile mal mülk kazanmaktan başka amacı yoktu. Devlet malından aşırırdı. Kimseye saygısı yoktu ama hep kendisi saygı görsün diye beklerdi. Mevki ve makam uğruna yalan söyler, insanları satar, iftiralar atar, dedikodu üretir, hak ve hakkaniyeti tanımazdı. Her işinde Allah’ın rızasından önce gösterişi ve çıkarını düşünür, ibadetlerini bile reklam aracı olsun diye abartırdı” diye düşünen olmuyor mudur?
Ya da: “Ey Allah’ım. Ne güzel kulundu. Örnek bir insandı. Makamına kabul et ve bu dünyadaki şahit olduğumuz bu güzel yaşantısından dolayı onu Cennetin ile mükâfatlandır” mı deriz?
Şöyle veya böyle bir avuç toprağa havale olur bedenlerimiz…
Peki, öncesi ve sonrası?
Öyle deliler bilirim ki… Sabahtan akşama güzel bir şeyler yapmak için çırpınır durur. Bir aç karın doysun, ağlayan bir yüz gülsün, toplumda herkesin refahı dünden daha iyi olsun, toplumda güzellikler, kardeşlikler hâkim olsun diye çırpınır durur. Hatta kendi yaşantısını bile topluma, insanlığa hizmet için unutur. Belki ekonomik sıkıntılar yaşar, belki sağlığından bile olur ama bu huyundan bir türlü vaz geçmez. Tüm ömrü maddi ya da manevi bir şeyler üretmekle geçmiştir. Üstelik bunlar içinde gelecek nesillere faydalı olacaklara özel önem vermiştir.
Onlar da bir gün baki aleme giderler…
Gariptir. Sağlığında bu tür güzellikleri yapanlar hep yalnızdır. Belki sevilirler, sayılırlar da… Ama yine de yalnızdırlar. Hasta olsa arayan soranı birkaç kişiyi geçmez, dara düşse belki bir iki insan evladı elinden tutar.
Ama bir de ölmeye görsün. Cenazesinde cemaati musalla almaz. Binler övgü yarışına girer…
Öyle ki mevtalara definden önce son bir söz hakkı olsa, rahmetli kafasını kaldırıp: Yahu sağlığımda nerede idiniz mübarekler? Diye sorardı herhalde…
Hele bir de rahmetlinin geride kalanlarından kariyerli, varlıklı, mevki makam sahibi olanlar var ise, o zaman çıta yükselir onlara yaranmak adına bu övgüler tavan yapar.
Garip bir toplumuz… Garip.
Sağ olanı öldürmek için, ölüyü de yaşatmak için uğraşırız. Üstelik kainatın en büyük gerçeğinin ölüm olduğunu bile bile. Bir gün aynı şerbetten bizim de tadacağımızı bile bile…
Güzellikler üretenlere moral vermek, gayrete getirmek, yardımcı olmak adına kılımızı kıpırdatmaz, hatta belki de yok sayarız. Onun yaşadığının, güzel yaşadığının verimli yaşadığının farkına varmasını sağlayan en küçük bir davranışımız bile olmaz. Ama ölüsünden kendimize pay çıkarmaya gelince yarış halinde oluruz.
Ya aksi? Nemrut gibi yaşayan, insanlık değerlerini ayakları altında ezenlere karşı tavrımız. Gizli gizli kınasak da yüze karşı ya piyaz yaparız, ya da sessiz kalırız. Piyaz yaparak teşvik ettiğimizi, sessiz kalarak da tastik ettiğimizi düşünmeyiz.
Kendisine defalarca küfreden, yerden yere vuran birisine karşı çok iyi davranan ve hatta onu onere edip maddi kaynakları akıtan bir devlet ve siyaset kariyerlisine, bunun nedenini sorduğumuzda cevabı iğrenç idi: “Abi, şerrinden emin olmak lazım. Kemiği verelim ki çenesini tutsun”
Konunun can alıcı noktası da şu ki gelecek nesiller tüm bunları örnek alıyor.
“Haram helal ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım” deyip gemisini karanlık sulara sevk ediveriyor. Ya da “güzellik üreten kim sahip çıkıyor da” deyiveriyor.
Allah korkusu, Allah’ın emri diye başlarındaki saçın bir telini göstermeyen ama gübüşü açık sosyal medyada kalça kıvıran, iç çamaşırını gösteren giysilerle gezen nesillere de bunları anlatmak atom fiziğini anlatmaktan daha zor. Tüm kaygısı bir markalı mont, bir ayakkabı, lüks bir kafede manitası ile öz çekim yapıp arkadaşlarına hava basmak olan delikanlıya hangi manevi değerlerden bahsedebilirsiniz ki?
Dünyayı, içinde bulunduğu saniyeden ibaret sayan bir nesil yetiştirmek için büyük hatalar yaptık, yapıyoruz. Temeli önce ahlak ve maneviyat olan, sözüm ana inancını özgürce yaşayacak bir demokratik düzen vaadinde olanların bu gün bu ortamdan dolayı veballeri o kadar büyük ki…
Tüm bu sosyal yapı içinde güzellikleri üretenlere yaşarken sahip çıkıp yaşatmak çok zor. Çirkinlik üretenlere de kainatın her canlısı günde bir hatim inse faydası olur mu dersiniz?
Topluma hizmet edenleri ölmeden yaşatmak, onlara sahip çıkıp gelecek nesillere örnek göstermek, üretimlerini arttırmak için katkıda bulunmak dileği ile…
Bir zerre güzel hizmeti olanlara Mevla hayırlı ve verimli ömürler versin, baki aleme intikal edenlere de gani gani rahmet eylesin.
Kalemine yüreğine duygularına sağlık Hasancım