Adam öyle beceriklidir ki, hayretler uyandıran bir iş yapar…
Bir kütüğe saplı bir dikiş iğnesinin 3 arşın uzağından attığı ipi iğnenin deliğinden geçirmektedir.
Durumu ülkenin padişahı da duyar. Görmek ister.
Adamı getirirler. Adam gösterisini yapar. Padişah inanamaz gözlerine. Tekrarını ister. Birkaç tekrarda adam hep başarılıdır…
Alkışlar… Adama 40 altın verilmesini emreder. Altınları verdikten sonra da 40 değnek vurulmasını…
Maiyeti şaşkındır.
Veziri sorar bu durumu…
Padişah: “Yaptığı olağanüstü. Kimsenin yapamayacağı, gayret ve beceri isteyen bir şey. Üstelik bunu başarmak, için tam 10 yıl çalışmış. Bu altınları hak ediyor”
Vezir: “Aman efendim ama değnek?”
Padişah: “Bu kadar becerikli, başarılı birisi tam 10 yıl harcayarak böyle hiçbir faydası olmayan işe uğraştı ise onun aklını başına getirmek gerekir. Vurun kırk değneği de bu kadar zamanı, emeği daha faydalı bir işe kullansın”
Tam bizlik… Üstelik kırk değnekten fazlasını hak eden o kadar çok kişi var ki…
Plastik maşrapa için bile para ödeyip dışardan alan bir toplum olduk çıktık. Üretim adına yatırımlara baktığınız zaman yok, yok, yok…
Devlet zaten üretimden çekti elini ayağını. Yeni yatırım yapmak yerine var olanı da birilerine hediye etti. Üstüne de diş kirası vererek…
Özel sektör salaklık edip de üretmeye kalkarsa karşısına bin bir yasal engel. Devleri koruna kalkanları. Haçlıyı koruma kalkanları. Zira bir avuç DÖNME bu gün temel üretimi elinde tutuyor.
Sadece Karamana bakarsak durum burada bile net… Dünya devleri arasına girebilecek yapıda ve liyakatte Karaman sanayicisi yasalarla boğuşmaktan üretmeye ve katma değer elde etmeye vakit bulamıyor. Tüm bu güçlüklere rağmen kırk ok yemiş de yine de savaş kazanmış Malkoçoğlu gibi başarı peşinde koşuyorlar…
Herkesin elinde bir cep telefonu var… Elindeki de belki 10. Telefonu… Şan şöhret ve görsellik adına yapılan binlerce yatırımdan bir tanesinin bedeli ile devlet bir cep telefonu fabrikası kursa idi milyonlarca telefona ödediğimiz milli gelir cebimizde kalmaz mıydı?
Güneş ve rüzgâr enerjisi yönünden dünyanın en şanslı ülkesiyiz. Ama onların teknik malzemeleri yine haçlıdan…
Okullarda okuttuğumuz ders kitaplarının kâğıdını, tarlamıza attığımız tohumu, (üstelik 2. Defa kullanılamayacak bir gen taşıyan) sırtımızdaki ceketi, ayağımızdaki ayakkabıyı, ürettiğimiz tütünden imal edilen cıgarayı, soframızdaki eti, her evin önünde artık 2 tane olmaya başlayan otomobili haçlıdan, uzak doğudan hatta eski müstemlekelerimizden alıp da görsel cicili biçili yatırımlarla övünmek şaşkın bir akıl değildir de nedir?
Kırk değil kırk bin değneği hak edecek kadar şaşkınlıktır.
Ama tüm bunların daha kötüsü gavurun ürettiğinin reklamını yaparken “falanca malı, falanca menşeli, falanca ülkenin şaheseri” diye ballandırmak kimlerin gücüne gitmiyor…
Sütçü İmam, Hasan Tahsin, Seyit Onbaşı, Kara Fatma, On beşliler, bağımsızlık için kan dökmüş, can vermiş milyonların vebali nerede?
Bugün ekonomik bir manda olarak görülen bu ülkede hiç kimse bağımsızlıktan, Kurtuluş Savaşından, demokratik kazanımlardan bahsetmesin…
Üreten değil tüketen, açlıktan nefesi kokarken altın kupalardan şampanya içip altın kürdanla çürük dişlerini karıştırmak başarı mı?
Savaşın son siperindeyiz. Ekonomik olarak çöküşün eşiğinde, kültürel olarak da mahvoluşun son noktasındayız.
Üstelik bu savaşta sona gelindiğinde topyekûn kan döksek, can versek geri dönüşü olmayacaktır.
Üretmek, üretmek üretmek.
Ne pahasına olursa olsun üretmek ve üreticiyi korumak.
On binlerce yıldır bu milleti ayakta tutan manevi değerlerin bütünü olan kültürümüze derhal bir çeki düzen vermek…
Ekonomiyi ellerinde tutan bir avuç DÖNME, aslı nesli belirsizlerin işine son vermek gerek…
Sanat adına bu toplumu uçuruma götüren, haçlı ipleri ucundaki kukla, soytarı sanatçı bozuntularının yok ettiği kültür, ahlak ve manevi yapıya çok ciddi bir müdahale ile kurtarılmalı, bir çeki düzen verilmelidir.