Hikâye oldur ki:
Padişahın birisi, paşalarından birisini bir beyliğin üzerine salar. Git şunlara gücümüzü göster de baş eğsinler der…
Şiddetten zevk alan paşa şehre hücum eder. Ordusu kalabalık ve güçlüdür. Üstelik beyliğin ordusu da şehirden uzak bir yerde olduğundan işi kolay olur.
Asar keser, yıkar yakar. Meşhur laftır ya gövde üstünde baş, taş üstünde taş bırakmamaya kararlıdır.
Yine de halkın bazısı canını kurtarmıştır. Bir kısmını sürgün eder dünyanın dört bir tarafına…
Yine de kalanlar olmuştur…
Fitne fücur ile yoğrulmuş paşa, bu sefer güya iyilik etmeye kalkar ve tellallar çıkartır. “Ey ahali yıkılan kale, camiler, medreseler ve binalar yeniden daha güzel inşa edilecek. İnşaatta harç yapımında kullanılmak üzere çok sayıda yumurta ihtiyacı vardır. Her yumurta için bir akçe ödenecektir. Yumurtalarınızı falanca meydana getirin”
Halk kümeslere hücum eder. Kaz ördek hindi tavuk derken dallardaki kuş yumurtalarına varıncaya toplar ve getirir. Öyle ya hem para kazanacaklardır, hem de yıkılan yapılacaktır. Etrafı göller ve ormanlarla çevrili şehrin göllerinde, ormanların dallarında yaban hayvanlarının bile yumurtası kalmaz.
Ama yumurtayı teslim alanlar yumurta cinslerini yazmaz. Falanca kişi şu kadar yumurta getirdi diye sadece yumurta adedini deftere not eder. Paraların da birkaç gün sonra bu defter kayıtlarına göre ödeneceği duyurulur.
İki gün sonunda tellal yine bağırır… ”Paşa hazretleri yumurtaları almaktan vaz geçti. Herkes gelsin yumurtasını alsın”
İkinci bir hücum başlar. Herkes defterde yazılı yumurta adedince yumurta alır, ama güvercin yumurtası getiren kaz yumurtasına saldırır, alır ve gider. Bu kargaşada pek çok yumurta da telef olur. Son gelenlere yumurta kalmaz.
Paşa hinliğini göstermiştir. Tüm halkın hakkı, bir birine karışmış, herkes bir birinin hakkını yemiştir. Tabi bu durum halk arasında kavgalara bile sebep olur.
O günden beri de o bölgede rahat huzur ve dirlik düzenlik hiç olmamıştır.
Ol hikâye iki:
Şehirlerarası bir yarışma yapılır. Her ile eşit miktarda arsa ve eşit malzemeler dağıtılarak, tek tip bir projeden bina yapmaları istenir.
Tertip heyeti birkaç gün sonra alanı gezmeye çıkar. Herkes canla başla çalışmaktadır. Kimi çatıyı çatmış, kimi sıvayı atmıştır. Sıhhi tesisat döşeyen, kapı pencere monte edenler vardır.
Her ekipte bir mesleğin ustası çalışırken diğer meslekten olanlar da ona çıraklık, kalfalık ederek yardım etmektedirler.
Epey yer gezdikten sonra bir yere gelirler ki inşaat daha temel aşamasındadır.
Hayretler içinde kalırlar ve sessizce izlerler.
Temeli kazan usta elinde kazma kürek deli gibi çalışırken, bir başka usta bağırmaktadır. “Bu temel şöyle olacak” bir diğeri elinde kürekle açılan temeli doldurmaktadır; “hayır bu kısmı ben kazacaktım” Sıva ustası elinde malası ile önüne gelene taş toprak çamur atmaktadır. Ustabaşı oturmuş çitlek çitlemekte, bolca ziyaret yapmakta ve gelen gideni ağırlamaktadır.
Alan bir inşaat alanı değil sanki bir savaş alanıdır.
Günler geçer yarışmanın galibi belli olur. Diğer şehirler yaptıkları konaklara girer kutlama yaparlar, rahat ve huzur içinde yaşam sürdürürler. O şehrin alanında ise inşaat durmuş herkesin eli diğerinin gırtlağında, kavga devam etmektedir…
O günden beri o şehirde kimse, hiçbir zaman merdivenin son basamağına ulaşamamış, çünkü aşağıdakiler bacağından çekip düşürmüşler. O şehir bir arpa boyu yol gidememiş. Beytülmale dâhil olan onlarca bina bomboş durmakta, halkın yararına, millet menfaatine kullanmak isteyene “cıss” denmektedir.
Üç kişi bir araya gelip bir işe kalkışsa üç yüz kişi onlara hücum ederek hadlerini bildirmişler. Herkes doğan güneşi doğduran, yağan yağmuru yağdıran, uçan kuşu uçuran olarak övünmekte ve kendisini alkışlamayana da sövmekte imiş. Çalana göz yumulmakta, talana yardımcı olunmakta imiş.
Yoldan engel olan bir taşı kaldırana ise bin bir yafta vurulmakta imiş.
Herkes bir ağızdan bağırdığı için kimin ne dediği ise hiç anlaşılamamış.
Alimini zır cahil ilan edip, evliyasını hakir görmeye başlamışlar.
Aklıselim bir azınlık çabalasa da bu kargaşada güçleri yetmemiş, sesleri duyulmamış. Herkesin ben uzmanım dediği yerde bilim intihar etmiş, akıl tatile çıkmış.
Durumdan vazife çıkaran haçlı onlara bir de sosyal medya tuzağı kuruvermiş. Yumruk kullanmadan birbirlerini sanaldan linç etmeye başlamışlar.
Yarışma başında inşaat yapılsın diye verilen malzemeler, başka alanlara, başka mecralara atta gitmiş.
Aklıselim, alın teri bilek gücü emekçisi, sade vatandaş kabuğuna çekilmiş, ekmek ve yumurta fiyatlarından başka bir şeyle ilgilenmez olmuş.
Her gün pek çok güzellik üretip de topluma bir şeyler vermeye azimli kişiler yapayalnız, çaresiz, imkânsız kalıvermiş…
Ol iki hikâye de aynı şehirde olmuş. Teşbihte hata olmaz da bu hikâyelerde bir şehir gizli.
Bilenler bilmeyenlere söylesin.
Bilmenin suç olduğu bir devirde biz bilmiyoruz da…
Bilenler bize de söylesin lütfen…