Sabah sığır süren kadınlar,kahveye erkenden giden erkekler hep Döne kadının atlarının çalındığını konuşuyordu..
Kahve de Kör Salih bağırdı “ula deynek, kazma, kürek alıp ezelim şunların başını” dedi.
-Veli , “bu iş teynekle falan olmaz Salih, “adamlarda mavzer var. Silah lazım silah” dedi.
Kör Salih dişlerini sıktı, yutkundu, “sen de haklısın” dedi.
Bugün Mehmet’in de görüş günüydü.
Sabah erken den uyanan Mevlüt Ali’ye uğradı.
-“Ali Marziya yengemi Mehmet abiye götürecem, sen de gelir misin?” dedi.
Ali “babama soruyum, müsade ederse gidelim Mevlüt, iyi de olur valla” dedi.
Ali babasından izin istedi, Derviş “git oğlum, selam söyle, keşke köyümüz de böyle bir olay olmasa iyiydi amma oldu bir kere” dedi.
At arabası hazırlandı. Marzıya ana bulgu, yağ, kavurma, bal koydu heybeye, Cezaevinde herkes kendi yemeğini yapardı. Mehmedim aç kalmasın diyordu.
Hacı Bayram boynunu bükmüş avlunun bir köşesin de onlara bakıyordu..Selam söyleyin desem mi ki diye kendisiyle savaş halindeydi..
Marzıya ana, Mevlüt ve Ali Karaman’a doğru sürdüler arabayı.
Bir kaç saat sonra Buğday pazarının önünden Arabacı Ali Usta’nın hanı geçip, eski kerpiç bir bina olan Karaman Cezaevinin önün de durdular.
Her zaman olduğu gibi Marziya ananın dizleri titriyordu. Mevlüt bir kaç defa gelmişti ama Ali ilk defa görüyordu cezaevini.
Hacı Bayram oğlu Mehmet dediler çağırdılar, siz karşıda bekleyin dediler.
Bir kaç ağacı olan cezaevi avlusuna oturdular.
Marzıya ana “guzum, guzum” deyince Mevlüt ile Ali o yana baktılar.
Karşıdan Mehmet geliyordu. Biraz zayıflamış ve rengi soluktu. Ana, Anam dedi kuçakladı Marzıya anayı.
Marzıya ana aĝladı. Mehmet Mevlüt' ü, Ali’yi de kucakladı. “Ali sen de mi geldin çok sevindim. Nasılsınız bakalım. Ne var ne yok köyde, babam nasıl. Alime nasıl?” dedi.
Oturdular bir kenara, anlattılar, dertleştiler.
Mevlüt, Döne kadının geçen gece atlarını çaldıklarını, Çuku ve adamlarının iyice azdıklarını anlattı.
Mehmet dinledikçe derinlere daldı. Rengi iyice attı.
Marzıya ana, “guzum sen nasılsın, rahatın iyi mi? Rengini soluk gördüm” dedi.
Mehmet “dalmıştı. İyim ana iyiyim sen beni düşünme. Hadi yolunuz uzun. Babam hala küsmü bana, yinede selamımı söyleyin affetsin beni” dedi.
Ayrıldılar. Marzıya ana, Mevlüt ve Ali köye doğru yola çıkarken,Mehmet cezaevine giriyordu.
Hacıbaba Dağı’nın arkasından güneş batarken, Mehmet’in de yüreğine duydukları hançer gibi batıyordu.
“Neden?,nasıl yaptım ben bunu.Demek Döne kadının atları da gitmiş.
Süleyman olsaydı o hırsızlar gelemezdi oraya. Ben sebep oldum bunlara ben.”
Mehmet sabaha kadar sessizce ağladı. Sabah sayımı oldu. Kara Said sordu.
-“Ne o la gardaş, kötü bir haber mi var. Çok üzgün gördüm seni” dedi.
Mehmet,
-Said “gardaş öyle pişmanım, öyle vicdan azabı çekiyorum ki tarif edemem. Düşman topraklarımızı işgal etmiş, eşkiyalar köylüme zulüm ederken, ben bir mazluma kıymışım. Canına kıydığım insanın atlarını çalmışlar. At olmazsa toprak işlenmez, toprak sürülmezse mahsül olmaz. Mahsül olmazsa karnı doymaz insanların. O iki kadın ne yapar şimdi” dedi.
Gözleri doldu..”Said gardaş cezaevi pek sıkı değil, alış veriş için gardiyan ile çarşıya bırakıyorlar ya”..
Sessizlik oldu..Said’in gözleri fal taşı gibi açıldı.
-“Ne diyon gardaş sen,aklınımı kaçırdın”dedi.
-“Yok, Said gardaş yeni akıllandım. Sen bir akrabandan bahsediyordun. Mavzeri var satacak diye.
Bana yardım et. Haber sal o akrabana bana bir at bir de mavzer getirsin.Parası neyse veririm.
Yoksa ben iflak olmam bu azap ile” dedi Mehmet.
Said,”Yapma Mehmet sonu yok bu işin” diye uğraştı.
Mehmet, “karar verdim gardaş, firar edecem. Yardım edersen ne alâ etmezsen de kaçacam” dedi.
Gardiyan iki mahkum aldı yanına, biride Mehmet idi, tüm mahkumların ısmarladıkları şeyleri alacaklardı. Sırtların da heybe vardı. Alış veriş yapılırken,
Mehmet gardiyana tuvalete gitmem lazım dedi. Kervan sarayın oradan sokak satıcısından bir bıçak aldı. Usuldan sıvıştı, hızlı adımlarla dar sokaklarda kayboldu.
Açık olan bir samanlık deliğinden atladı saklanıp havanın kararmasını beklemeye başladı.
Karaman'ın üstünü matem elbisesi gibi karanlık örmüştü.
Samanlıktan atladı dışarı, karanlığın içinde kaybolmuştu. Aktekke’nin karşısında ki mezarlıktan geçip Karaman'ın dışına çıktı.
Said haber saldığı akrabası at ve mavzer ile Karaman’ın dışında Deli Çayın akarken açtığı derenin kenarında Mehmet’i bekliyordu.
Mehmet Said’in akrabasına parasını ödedi.
Ata baktı, zararı yok fena değil dedi kendi kendine, mavzeri aldı,” mermi de vardır inşallah gardaş” dedi.
“Bir torba dolusu mermi var onu da getirdim, mermisiz mavzer olmaz be gardaş” dedi. Said’in akrabasının yüzünü karanlıkta tam göremiyordu.
Mehmet mavzeri omuzuna taktı,bata atladı.
“Hakkını helal et gardaş. Korkma yakalanırsam ne seni ben tanırım, nede sen beni.” dedi.
Sürdü atını Karaman’ın kuzeyine Karadağ’a doğru.
DEVAM EDECEK…