İLGİLİ GALERİ
Karamanlı Issız Ozan: Mustafa TuraniRöportaj: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK
“Çepeçevre kuşatsın kelimeler dünyamı,
Hasretime binbir renk binbir seda olsunlar.
Dürülsün mesafeler zaman çıksın aradan,
Sonsuzluğun rabbine arzı nida olsunlar.”
.....
Ozan Turani’nin şiirleri aşk, ölüm, gurbet ve ayrılık üzerinedir.
“ Açılsım yollarım sana geleyim,
Derdime dermanı sende bulayım
Bendime de yıldız gözlüm bendime
Aç gönül kapını kurban olayım”
“Dilimiz bizim irfan ve medeniyet mabedimizdir”
İlk sorumu sizin dizeleriniz ile sorayım:
“ Kelimeler kavrulan yüreğime serinlik,
Kelimeler ezel ve ebed yüklü derinlik”
Kelimelerin büyülü bir dünyası var hayatımızda; yar da oluyorlar, yara da… Sizin dizelerinizde bambaşka bir anlama bürünüyor Sayın Turani. Bunu ilk ne zaman ve nasıl fark ettiniz?
Mustafa TURANİ: Benliğimi titreten ve sarsan bu sualiniz için teşekkür ederim. Kelimelerin diline ve ruhuna yeterince vakıf değilim henüz. Onların mana ve aşk ocağında elli yıla yakın bir zamandır yanmaya ve kısmetse pişmeye çalışıyorum. Dilimiz bizim irfan ve medeniyet mabedimizdir. Kelimeler ise bu mabedi inşa, ihya ve ikmal eden, asaletimize, ikbalimize remz inci taneleridir. Kelimeler ki mazi-ati ufkunda yankılanan hafızamız, mefkûremizi besleyip süsleyen ışık ışık, kandil kandil varlık ve bahtiyarlık fezamızdır.
Kelimeler, bir milletin ruhudur. Gören gözü, işiten kulağı, sızlayan vicdanıdır. Onun içindir ki bir kelimenin kaybı, irfan ve medeniyet mabedimize ab-ı hayat bir ruhun sönüşüdür. Öyle kelimeler vardır ki her biri başlı başınca bir medeniyetin inşa ve ikmaline yetişir derinliktedir. Edep, irfan, adalet, sevgi ve vicdan gibi…
Çepeçevre kuşatsın kelimeler dünyamı,
Hasretime binbir renk binbir seda olsunlar.
Dürülsün mesafeler zaman çıksın aradan,
Sonsuzluğun rabbine arzı nida olsunlar.
Sönsün kara geceler fecre doğuş başlasın
Feza feza açılsın kapılar sonsuzluğa.
Katından rahmet rahmet ecre doğuş başlasın,
Dayanmaz derunumuz bir lahza onsuzluğa.
Son olarak şunu demek istiyorum. Zahiri anlamda dinsiz bir medeniyet inşa etmek mümkün olabilir ama dilsiz bir medeniyet asla!.. Milletleri millet kılan ve yaşatan olmazsa olmaz, olmazsa onulmaz iki varlık ve haysiyet ana sütunu vardır. Bunlar dil ve hürriyettir. Demem o ki diline sadakat bir milletin haysiyeti, hürriyetine adanmışlık ise sebebi varlığıdır.
Mustafa Turani kimdir, siz kendinizi nasıl anlatırdınız?
Fikrim süzülür de binbir haddeden,
Neden bir arif geçmez bu caddeden?
Benim öyle satırlar dolusu, insan egosunu süsleyen şatafatlı ve yaldızlı bir hayat biyografim yok. Turani kimdir sualinize kesretin, lağviyat ve hamaset yüklü girdabında boğulmaktansa; uzletin, tefekkür ve teemmül ikliminde kelimelerin irfan ve medeniyet ışığında bir lahza doğuşa sevdalı bir garip yolcu demek istiyorum.
Ey bedenim! Ruhuma giydirilmiş suretsin,
Dünya senin gurbetin, sen ruhuma gurbetsin.
Sizi uzun yıllardır tanıyor ve zevkle okuyorum. Bana sorsalar;Size “ıssız ozan” derim. Çok okur, çok yazar ama az konuşursunuz. Bu çağın ozanı olmayı bize siz anlatır mısınız Turani… Neden bu derin sessizlik!
“Bu çağın ozanı olma sualinize gelince; uzun, ince ve çetin bir yolculuk…”
Benimle ilgili “ıssız ozan” tanımınız nefsimiz adına hoş bir tanım. Nefsi törpüleyen, saran, sarsan ve kuşatan bir tanım. Pişmeye vesile… Ancak Turani adına bakacak olursak, “ıssız ozan” tanımı yürek burkan ve irfan örseleyen bir tanım. Şöyle ki, eğer bir milletin edipleri ıssızlar ise o toplumda zihni bir erozyon var demektir. Buna bir diğer ifadeyle kimlik erozyonu veya ruhi kopuş da diyebiliriz.
İlm adına dolmaya muhtaç bakracım var,
Son ana dek okumaya ihtiyacım var.
Evet, okuyan bir insanım. İnsan, okumalıdır. Okuyorum çünkü insanım. İlkokul çağlarımdan itibaren kitaplarla olan ünsiyetime halel düşürmeden onların kimlik ve kişiliğimi şekillendiren mana ve hikmet tezgahında ilmek ilmek, çile çile dokunmaya çalışıyorum. Son on yıldır da kendi varlık kitabımla meşgulüm. Afaktan enfüse, zahirden batına tefekkür ve ferasetin pörsümez ışığı altında ve eşliğinde kelimelerin irfan ve hikmeti önünde diz çökerek bir katre kısmet tahsili peşindeyim. Neden bu derin sessizlik diye sordunuz. Uzletin ve tefekkürün dili, zahiri anlamda ve algıda ıssızlık, sessizlik ve suskunluk olarak nitelendirilebilir. Ancak enfüsi manada uzletin ve tefekkürün dili afakı titreten ve eriten bir çığlıktır. Ab-ı hayat da bu çığlığın yankılanan vuslatındadır.
Bitmesin, bitmesin hiç yolculuğum,
Afaktan enfüse iç yolculuğum.
Bu çağın ozanı olma sualinize gelince; uzun, ince ve çetin bir yolculuk… Kinsiz, nefretsiz ve ötekisiz bir gönül yolculuğu… Her adımı binbir çile, her adımı binbir zahmet… Mensubu olduğunuz milletin diline, edebiyatına, kültürüne, ezel-ebed medeniyet ruhuna vakıf olmadan; bu toprakların Yunus kokan, Hacı Bektaş kokan mefkuresini koklayıp solumadan bu çağın ozanı olamazsınız. Gönüllere aşkla, sevgiyle seslenmeden; gönüllerce aşkla, sevgiyle beslenmeden; edebiyatın edeb ve izzet ikliminde kelimelerin nakşıyla süslenmeden bu çağın ozanı olamazsınız. Benlik mihenginde tartılmadan, bencillik batağından kurtulmadan bu çağın ozanı olamazsınız.
Bir kalbur misali zaman,
Günbegün eler de eler,
Ey şair! Zaman üstü kal,
Bırak elensin gölgeler…
Bir nesle miras kalacak şiirleriniz ve siz, biraz saklanıyor gibisiniz. Bunun bir sebebi var mı ozanım?
Etmeyin. Adımızı lütfedip duyanlar, kim bu Turani, bu da mı şair diyecekler…
Hamlar, ben oldum türküsü çığırır,
Beni, “Hamsın, ol” ülküsü çağırır.
Ya da;
Bugüne dek gördüğüm,
İnsanmış en kör düğüm.
Şaşıların şaşı terazisinde, şaşı tartılmaktan tiksindiğim ve çekindiğim içindir olsa gerek… Bugüne kadar asla ve asla meşhur olma uğruna değerlerine şaşılığın, bahtsızlığın ve hamlığın mezesi olmadım. Kendi fakir ve fikir dünyamda yarınların nesline bir katre sevgi, bir demet sevda, bir demet hicran ve bir lahza seda bırakabilme heyecanı ve hasretiyle yanmaya çalışıyorum. Zaman zaman şair ve yazar dostlarımızla beraber oluyor, onların idrak ve belagatinden istifade ediyorum.
Şaşıların şaşı terazisinden kastım; her şeyi çok bilen, başı kaf dağında, zihniyetini kibir ve egosuna ipotek etmiş, hakikatte ise fikir ve çile cücesi ekabirlerdir.
İlimiz edebiyatına, şair ve yazarlarına baktığımız zaman, düne nispetle bugün daha verimli bir güzelliğin ve derinliğin yaşandığını görüyor, seviniyorum.
Türk Halk Edebiyatının müşterek bir özelliği olan uyak konusunda çok örnekleriniz var. Kimlerden etkilendiniz ve kimleri okursunuz?
“Şiirde şiirin kadim geçmişini, kadim hatıratını ve hafızasını bilmek vardır.”
Ben edebiyatımızı, gönüller gülistanına benzetiyorum. Bu gönüller gülistanında edip gönüllerin yürek seslerinin silinmez ayak izleri vardır. Her biri bu gülistana hece hece, kelime kelime gönüller iz düşümü bırakmışlardır. Ben de bu gönüller gülistanında ikbalime hatırat bir gönül iz düşümü bırakabilmenin derdinde ve virdindeyim. Zaman zaman farklı bir renk, farklı bir nefes sunmaya çalışıyorum. Bu yolculukta Yunus’un ve Necip Fazıl’ın gönül izlerini takip ettiğimi söyleyebilirim.
Şiir nedir ve kimlere şair denir Sayın Turani?
“...Beni şair edecek şiiri yazabilmiş değilim.”
Şiire olan saygım gereği başta kendi öz nefsim olmak üzere her şiir diye yazılana şiir, her ben şiir yazıyorum diyene de şair diyemem.
Şiirde şiirin kadim geçmişini, kadim hatıratını ve hafızasını bilmek vardır. Şiirde kelimelerin diline, ses rengine ve mana ahengine vakıf olmak vardır. Şiirde mensubu olduğun milletin değerleriyle yoğrulmak vardır. Şiirde kelimelerin pörsümez ruhuyla şekillenmek ve yarınlara bu ruhun vücut bulduğu medeniyet ikliminden haykırmak vardır…
Şiir yazmak zordur azizim,
Alev alev kordur azizim.
Elli yıla yakın bir zamandır yazıyorum. Geldiğim bu nokta itibariyle beni şair edecek şiiri yazabilmiş değilim. Müteşairlerin kulakları çınlasın!..
Şiiri; şiir odur ki beni bir şair yazdı desin.
Sayın Turani,vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor bu keyifli söyleşimizi bir şiirinizle sonlandıralım istiyorum. Kelamınız daim olsun.
Sevgili Yasemin, röportajlarınız içerisinde bize de yer ve değer verdiğinizden dolayı memnuniyet duyduğumu ve müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim. Bütün okurlarınıza saygılarımı sunuyorum.
Yunus'la Sohbet
Dün gece Yunus'la divana durdum,
"Oğul, şöyle yamacıma çök" dedi.
Destur aldım, nice sualler sordum,
"Oğul, buyur hasretini dök" dedi.
Dedim "miskin kimdir"; dedi "Yunus'tur"
Dedim ki "talibim"; dedi ki "destur"
Dedim "ne yapayım"; dedi ki "dost, dur"
"Oğul, benliği bedenden sök" dedi.
Dedim "mülkü dünya"; dedi "yalandır"
Dedim "akıbeti"; dedi "talandır"
Dedim "ne gün"; dedi "ahir zamandır"
"Oğul, dünya bir zehirli ok" dedi.
Dedim "Muhammed kim"; dedi "hasretim"
Dedim "yokluk nedir"; dedi "servetim"
Dedim "dünya nedir"; dedi "gurbetim"
"Oğul, fânide bâkilik yok" dedi.
Dedim "hayır dua"; dedi "ahtımdır"
Dedim "ya Karaman"; dedi "tahtımdır"
Dedim "hoşnut musun"; dedi "bahtımdır"
"Oğul sorma, hasretimiz çok" dedi.
Dedim "dava nedir"; dedi "İslam’dır"
Dedim "İslam nedir"; dedi "nizamdır"
Dedim "sualim çok"; dedi "tamamdır"
"Oğul, yolumuzda edep Hak" dedi.
"Gönlünü gönlü verene yak" dedi.
Değerlerimize sahip çıkmak adına güzel röportajınız için teşekkürler