Yıl 1967, Öğretmen okulundan mezun olmuş, heyecanla ve merakla tayinimi beklemekteyim. Nihayet beklediğim gün geldi. Heyecanla Milli Eğitim Müdürlüğünün merdivenlerini birer ikişer atlayarak çıktım. Tayin listelerinin asılı olduğu salona soluk, soluğa girip tayin yerimi listeden öğrendim.
Tayin yerim bulunduğum yere 40 Km mesafede bir köydü ve artık okulların açılacağı günü beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.
Nihayet beklediğim gün geldi. Sabahleyin erkenden kalkıp tıraş olup, en yeni elbisemi giyinip, kravatımı bağladıktan sonra garaja doğru yola koyuldum. Otobüste hemen şoförün arkasında oturmaktaydım. Hafifçe eğilip şoförün kulağına beni tayin olduğum köyün yolunda indirmesini söyledim.
Başını sallayarak olur demek istedi. Yol boyunca hep köyümün, okulumun ve öğrencilerimin nasıl olduğunu düşündüm. Bu düşünceler içerisinde iken otobüs yavaşladı
Ve şoför bana dönerek:
‘Senin köye geldik, şu yolu takip et köye varırsın’ dedi
Otobüsten inip valizimi alarak patika yolu takip etmeye başladım. 10-15 dakika yürümüştüm ki birden karşıma büyük bir ırmak çıktı. Tahminime göre bu Irmak Ceyhan Irmağı olmalıydı. Etrafıma bakındım beni karşıya geçirecek bir köprü aradım fakat nafile.
Köprüye benzer hiçbir şey yoktu. Karşı tarafa baktığım zaman bir ağaca bağlı duran kayık gördüm. Bir an kendi kendime düşündün; yol burada bittiğine göre herhalde bu kayıkla karşı tarafa geçiliyordu ama nasıl? Ben bu düşünceler içerisinde iken ağaçların arasından kayığa doğru gelmekte olan bir adam gördüm ve heyecanla bağırmaya başladım.
- Kayıkçı, kayıkçı!
Beni duymuş olmalı ki elini kaldırarak geliyorum dercesine bir işaret yaptı.
Kayakçı ırmağın akıntısından kayığı bulunduğum yerden 10-15 metre aşağıda ancak durdurabilmişti. Koşarak yanına gittin. Kayıkçı yaşlıca bir ihtiyardı:
---Selamın aleyküm
---- Aleyküm selam
Önce valizimi koyduktan sonra kendimde kayığa atladım. İhtiyar kayıkçı öğretmen olduğumu derhal anlamıştı. Kısa bir sohbetten sonra karşı kıyıya vardık.
Beraberce yürümeye başladık. Kısa bir yürüyüşten sonra köyümüze geldik. Kayıkçı ilerideki yeni bir yapıyı eliyle işaret ederek
---Öğretmen bey işte okulun dedi
Okulum tek katlı, tek dershaneli, 5 sınıflı bir okuldu.
Günler çok çabuk gelip geçti. Okul açılalı nerede ise 3 hafta olmuştu. Öğrencilerime yavaş, yavaş ısınmaya başlamıştım. Tek dershanede 5 sınıfı birden okutmak bir hayli yorucu olmasana rağmen mesleğimi çok seviyor ve canla, başla çalışıyordum. Köyde kalabilecek müsait bir yer bulamadığım için de köye her gün otobüsle gelip gidiyordum.
Bir gün teneffüs yapmak üzere öğrencileri dışarı çıkardım, bende bahçede yalnız başıma dolaşırken bahçe kapısından içeriye orta yaşlarda bir köylü girdi. Ağır adamlarla yanıma yaklaştı şapkasını eline aldı ve:
-- Selamın aleyküm öğretmen bey
_-- Aleyküm selam
Ve kendisini tanıttı
-- Fen öğrenciniz Eyüp’ün babasıyım.
----Buyrun bir isteğiniz mi var?
---Evet, öğretmen bey nasıl desem, banim oğlan az geri zekâlıda, onu söylemek istedim. Ama senden önceki öğretmenler idare ettiler 4. sınıfa geldi. Öğretmen bey sende idare ette hiç değilse bir ilkokul diploması bulunsun’ dedi. O anda ne diyeceğimi bilemedim.
Adamda sıkılmış olacak ki müsaade alarak yanımdan ayrıldı. Hemen okula girip dolaptan Eyüp’ün dosyanı buldum. Birinci sınıftan başlamak üzere gelen her öğretmen Eyüp’ün dosyasına ‘özel eğitime muhtaç geri zekâlı öğrencidir’ diye şerh koymuşlar. Zili çalıp öğrencileri içeriye aldım. ^
4. sınıfları oturttuğum sıraya bir göz attım acaba Eyüp hangisiydi? En iyisi bir soru ile Eyüp’ü tanımaktı. Sınıfa bir soru sordun ve akabinde
---Eyüp sen söyle dedim
En arka sırada tek başına oturan bir öğrenci ürkek bakışlar arasında ayağa kalktı
O sırada bütün sınıftan bir gülme sesi yükseldi. Sınıfa kızıp Eyüp’ü oturttum. Evet artık
Eyüp’ü tanımıştım. Daha okuma yazmayı hatta harfleri dahi tam olarak bilmiyordu. Teneffüslerde de hiçbir öğrenci onunla oynamıyordu. Sınıfta da işi gücü resim yapmaktı.
Yaptığı resimler çok dikkatimi çekiyordu, geri zekâlı bir çocuğun yapabileceği resimler değildi.
Bir gün matematik dersinde bir zihin problemi sordum ve öğrencilere problemi zihinden doğru cevaplayana kitap hediye edeceğimi bildirdim. Bir kaç öğrenci yanlış cevaplar verdikten sonra Eyüp’ün parmak kaldırdığı gördüm ve hemen söz verdim.
---Söyle bakalım Eyüp
İşte o anda dona kaldım, O soruya ve ondan sonra sorduğum bütün sorulara Eyüp’ten doğru cevap aldım. Sınıfa Eyüp’ü alkışlamalarını söyleyerek bütün sınıfın huzurunda hediyesi olan kitabi verdim. O günden sonra Eyüp ile daha yakından ilgilemeye başladım.
Bir gün kendisini yanıma çağırıp
--- Eyüp sen aslında zeki bir çocuksun niye çalışmıyorsun?
--- Öğretmenim ben İlkokul birinci sınıfı hastalığım sebebiyle 2 ay geç başladım. Öğretmenlerim beninle ilgilenmediler, onun için okuma yazmayı öğrenemedim’ dedi. Bunun üzerine
Eyüp ile özel olarak ilgilenmeye başladım. Önce okuma yazmayı sonra matematiği öğrettim.
İkinci dönem Eyüp sınıfın en iyilerinden birisi oldu.
Teneffüslerde de artık yalnız değildi
Nihayet yılsonu gelmiş öğrencilerimle vedalaşıyordum. En son Eyüp yanıma geldi yaşlı gözlerle boynuma sarılıp
---Güle güle öğretmenim sizi hiç unutmayacağım.
Sınıftan çıkıp dolaptan Eyüp’ün dosyasını bulup 4.cü sınıf hanesine ‘EYÜP ÇOK BAŞARILI BİR ÖĞRENCİDİR’ diye yazdım.
Aradan 20 yıl geçti gezmek üzere gittiğim eski görev yerimde şöyle bir levha gözlerimi tekrar yaşarttı DOKTOR EYÜP…