Shakspeare’ e ait olduğu söylenen bir söz dizini vardır. Arkası önü var mıdır yok mudur bilmiyorum. Ama yaşam felsefem ve kabullerim ile uyuştuğu için bugün okurlarımızla onu paylaşmak istedim.
Hoş; Türk düşünce dünyasında bu sözlerle örtüşen o kadar değerler var ki, Türk toplumunun bu değerlere ciddi oranda yabancılaşmış olması içimi acıtmıyor da değil.
Diyor ki Shakspeare;
İnsanların çoğu;
*Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için,
*Düşünmekten korkuyor, sorumluluktan korktuğu için,
*Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için,
*Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin değerini bilemediği için,
*Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey veremediği için,
*Ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilemediği için…
Yaşamı değerli veya değersiz kılan bizzat onu yaşayanın kendisidir ve kişinin ulaştığı kemaliyet mertebesidir. Yaşam salt maddi varlıkla değer bulan bir görüngü olsaydı, tarihin yönünü değiştirmiş birçok kişinin, insanlığa en büyük kalıtlarını en kahir yoksunlukların yaşandığı zindanlardan ve sürgünlerden veremezlerdi.
Çünkü en büyük hazine insanın özüne saklanmıştır. Onu bulacak ve ürün verir hale getirecek olan da kişinin kendisinden başkası değildir.
Ünlü bir Doğu düşünürünün kapısına dayanan bir adam avaz avaz onu ünlüyormuş. Yavaş yavaş kapı önüne çıkan düşünür sorar; “Hayrola kardeşim nedir bu telâşın, kimi ararsın?” diye. O da kendi adını söyleyince “Aah! Kardeşim niye acele edersin ki, ben de tam kırk yıldır o dediğin adamı ararım.”
Kişi, ergenliği, zenginliği, doygunluğu dışarılarda arar durur da durup bir türlü kendi bilmecesini çözmeye uğraşmaz, kendi iç fısıltılarına kulak vermez. Kendi büyüklüğünün sadece elindeki maddi birikim ile orantılı olmadığına kaçımız ikna olmuş durumdayız ki ? Asıl büyüklüğün kendi özündeki cevherde saklı olduğunu bilmeden boynundaki bir sopaya bağlanmış olan havucun arkasında koşarak ömrünü tamam etmiş insanlarla tıka basa dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Sevmekten, düşünmekten, konuşmaktan, yaşamaktan, unutulmaktan ve ölmekten çekinmeden, korkmadan yaşamanın olanağı var mıdır?
Sanıyorum vardır.
Galiba onun da bir koşulu var. O da Yunus’ un “bir ben vardır bende benden içeri” de söylediği “ben’i” keşfetmektir. Bu iş öyle “aradım, buldum” diyecek kadar da kolay değildir. Onun bedeli vardır ve bedelini ödeyecek yürek ve beyin ister.
Bu bedeli ödemiş birçok insan örnek olabilir ama benim önerim, İmam-ı Azam’ ın ve Mustafa Kemâl’ in yaşamını ve yapmak istediklerini okumak bile o iç keşifte önemli bir merhaleyi aşmamıza vesile olabilir.
Korkmadan ve dolu dolu yaşayabilmenin yolu kendi, iç gücümüzü keşfetmekten geçer. Bunun için ise yaşamın hiçbir zamanı geç değildir.
Bilmek için okumak, düşünmek ve onları insanlık adına paylaşmak...
Girdiğimiz bu yolda da söze konu korkuları yenmek mümkündür.
Korku denen olgunun da genellikle sadece kendi adında saklı bir yıldırıcılığının olduğunu da belki bu arada keşfedebiliriz.
Yoksa baştaki dizelerdeki tanımlamaları bilmem kaç milyarıncı kez doğrulayarak ve hiçbir şeyin farkında olamadan göçüp gideriz bu fani dünyadan.
Sevmekten de, düşünmekten de, konuşmaktan da, ölmekten de korkarak yaşadım diyebilir miyiz? Hâsılı buna yaşam diyebilir miyiz?
İnsanlık yeniden insan olmaya dönüş yapmalı.
Yapmalı ama nasıl?