Aşk
kelimesi sarmaşık bitkisini tanımlayan ‘’aşeka’’ kökünden türetilmiş bir
sözcüktür. Zira sarmaşık her neye ve nereye tutunursa; tutunduğu şeyin can ve
öz suyunu emerek zaman içerisinde yavaş yavaş öldürür. Öldürünceye kadar da
sardığı şeyin işlevselliğini engeller ve tüm yetilerini köreltir.
Fuzuli
‘’Her kim, âşıktır; işi ahu figandır’’ der. Pek çok aşka düştüğünü söyleyenler
fuzulinin söylemine yakın aşka düşenin ahu figanının ve ıstırabının
bitmeyeceğini anlatırlar.
Sevginin,
muhabbetin ifrat derecesine aşk denir derler. Ben buna katılanlardan değilim.
Aşkta ilk anda fark edilemeyen sonuç itibarı ile açığa çıkan öfke, kin,
kıskançlık, nefret gibi insanın etkinliğini, yetkinliğini, verimliliğini,
toplumun gelişimini öldüren negatif duygular, düşünceler, tembellik ve pasiflik
vardır. Sevgide ise bu olumsuz duyguları kontrol edip hayatı anlamlandıran,
kişiyi ve toplumu geliştiren olumlu duygular, davranışlar ve eylemler vardır.
Aşkta
her daim dert, sıkıntı, ahu figan varken; sevgide huzur, mutluluk ferahlık ve
akıl vardır. Aşk ta akıl devre dışıdır. Sevgide dengesiz tavırlar ve
davranışlar görülmez. Aşkta ise çoğu zaman dengesizce tavırlar, davranışlar ve
inançlar görülebilmektedir.
Sevginin
ifrat derecesine aşk dense bile haddi bilmemek anlamına gelir ki ifratta
tefritte bozar dengeyi. Kulluğun güzeli ve iyisi ‘haddini bilmektir.’ (İfrat
terim olarak ölçüyü aşma, aşırı davranma (haddi aşma). İfratı hangi durumda
olursa olsun “aşırılık” diye anlamak mümkün.)
İfrat
ve tefrite kaçmamak, evrenle ve doğa ile uyum ve ahenk kurmak demektir. Zira
evrende her şey bir denge ve ahenk üzerine yaratılmıştır. İnsan bu ahenk ve
dengeye ancak aklı kullanarak dengeli bir davranış ile uyum sağlayabilir. Bunun
dışına çıkmak, yani ifrat ve tefrite gitmek uyumsuzluk ve dengesizliktir, her
ikisi de insan gelişimini engelleyen durumlardır, her ikisi de bozar dengeyi.
Aslında
aşk insanda aklı devre dışı bırakarak sağlıklı düşünme yetisini köreltir. Duygu
ve davranışlarda bozukluklarla sebep olur. Aşk insanın kendine özgü bir dünyada
yaşadığı, gerçeklerden uzaklaştığı, hezeyan bozukluğu/düşünce sapıklığı
psikiyatrik hastalıktır.
Bilindiği
üzere, aşk denilen ifrat derecesinde aşırı tutku duygusu, duygusal şehevî
arzulardan çok farklı bir gerçektir. Genellikle aşk, kişinin iradesini ve
tutkusunu kontrol etmeme/ edememe durumunda, insanın kalbine gelip yerleşen bir
olgudur. Gözü kör olan aşkın cazibesine kapılan kişi bazen cinnete varan bir
durum söz konusu olabilmekte ve akıl tamamen bloke olmaktadır.
Aşka
düşen kişiler akıl ve mantıkla yorumlanamayacak pervasızca iddialarda ve
davranışlarda bulunurlar. İşte bu aşktır ki, Mecnun’u çöllere salmış ve
Ferhat’ı da koca dağı delme macerasına itmiştir. Mecnun demek cinnet geçirmiş,
cin nenmiş, anlamına gelmekte. Bir cinsin karşı bir cinse ifrat derecesinde
duyulan aşka kara sevda da denmektedir.
Sonuçta
bir şeye taparcasına aşırı tutku duygusu ile hayat güzel bitmiyor. İnsan hem
bedenî hem ruhî bütün cihazlarını darmadağın ediyor bu yollarda. Dolayısıyla bu
bizim biyolojik ve ruhî yapımıza, genel teçhizatımıza çok uygun bir yaşam
biçimi değil. Sinir bilimci Prof. Sinan Cananın deyimiyle aşk insanın fabrika
ayarını yani fıtratı bozan bir durum oluyor.
Aşk ve
Nefret aslında birbirine çok benzer hatta iç içedir. Hatta aşk moduna girenler
ve o durumda yaşayanlar iyi analiz edilse, olumsuz ve kötü duyguların çok
baskın olduğu rahatlıkla gözükür.
Aşkın
kara sevdasına düşenler en fazla hikâyelere ve masallara konu olurlar insanlara
ve topluma pek zararları olmaz. Duygu ve düşüncelerini kontrol edemediklerinden
ahu figan içerisinde meczupça, sefil ve ıstıraplı bir hayat sürerler.
Birde
mutasavvıfların ‘ilahi aşk’ diye terennüm ettikleri bir aşk türü vardır ki hem
bilimsel hem de İslam dini açısından oldukça sıkıntılıdır.
AŞK KELİMESİ KUR’AN’DA HİÇ GEÇMEZ,
SEVGİ İSE TÜREVLERİYLE BİRLİKTE ÇOK YERDE GEÇER.
Mutasavvıflar,
ilahi aşk dediklerine isteyerek talip olurlar. Riyazet, uzlete çekilme, az
uyuma, bir kelimeyi sürekli mantra olarak tekrarlama gibi daha farklı yöntem ve
teknikler kullanarak ilahi aşk dedikleri olguya girerler. Uygulanan yöntemler
ve teknikler genelde Zerdüştlük(Mecusi), Hinduizm ve Budizm kaynaklıdır.
Aşk
kapısından içeri girecek bir mutasavvıf aklı dışarıda bırakır. Çünkü tasavvuf
aklı dışlar. “ Oysa din akıl istiyor, tasavvuf istemiyor. Din akla gelmiş,
tasavvuf akla soğuk. Din 'akılsız olmaz' diyor, tasavvuf 'akılla olmaz' diyor.
Din 'aklını başına al' diyor, tarikat ' aklını başından at' diyor. Din aklı
göreve çağırıyor, tarikat aklı kovuyor.” Hal böyle olunca Kurandaki hüküm
başlıyor işlemeye. ‘’aklını işletmeyenlerin üzerine pislik/sıkıntı yağar’’.