Sevgili dostlar,
Yüce Yaratan bizi kesinlikle bir görevle, bir sorumlulukla donatarak yarattı. Allah bir insana hangi konuda yetenek ve nimet verdiyse; mutlaka insanın o konuda görev ve sorumluluğu vardır..
İnsan sürekli kendisine benim bu dünyada görevim ve sorumluluğum nedir diye sormalı. Bu soruyu kendimize içtenlikle sorduğumuzda Yüce Yaratıcının bize ne tür bir toplumsal görev verdiğinin, bu evrende sorumluluklarımızın neler olduğunun farkına varabiliriz.
Bu işin altın anahtarı: Kendini diğer insanların yararı için geliştirmektir. İnsanın bu yönde gelişimi çok daha büyük bir anlam ifade eder. İnsan yaratılış gayesini, amacını, anlayıp bulduğu zaman kendini anlamlandırır. Kendini anlamlandırabilen insanın aldığı ruhsal ve zihinsel zevkin verdiği huzur ve mutluluk anlatılamaz, yaşanır.
İnsanın dünyada tek gayesi huzurlu ve mutlu olabilmesidir. Bunu da yakalamanın tek yolu; Hayır ve İyilik etmeye, hayır ve iyilik üretmeye bağlıdır. Biz buna din dilinde Salih Amel (varlığa, yaratılmışa değer katma, katkıda bulunma çalışması) diyoruz.
Fakir fukaraya, garip gurebaya, darda kalmışa, yetime, öksüze yardım eden insan kendine yardım eder. İyilik yaptığımızda her şeyden önce kendimize iyilik yapmış oluruz. Yardımseverlik ve iyilik yapmanın oluşturduğu duygu insanı mutluluğa ve huzurlu bir yaşama götürür.
Hangi noktadan bakarsak bakalım; ister din/inanç açısından, ister felsefi, ister bilimsel açıdan verdiğimiz, paylaştığımız/infak ettiğimiz bizim. Tuttuğumuz bizim değil! İşin ilginci paylaştıkça varlığımız/zenginliğimiz eksilmez daha da artar.
İslam’ın bir buyruğu da Zekât vermektir( yani sende var olanı olmayanla paylaşmak). Zekâtın hukuki/şeriat anlamı sahip olunan varlığın, zenginliğin bir kısmını ihtiyaç sahibi olanla zorunlu paylaşımıdır. Zekâtın epistemolojik kök anlamı arınmaktır, temizlenmektir. Yani iyilik yaparak, paylaşarak arınıp huzur ve mutluluğa ulaşmaktır.
Aldığımız nefesi geri vermeliyiz yoksa havasızlıktan boğuluruz. Verdiğimiz nefesi geri almak zorundayız yoksa yaşayamayız. Zenginlikte böyle. İyilik yaparak, paylaşarak “Alma-Verme” dengesinin bilincinde olmalıyız, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürebilmek için.
Huzurlu ve mutlu olma halini tatmadığımız, tadamadığımız zaman, bu eksiklik hissinin farkına varmayıp yaşayınca; huzur ve mutluluğu yanlış yollarda aramaya başlarız. Hayatımızı haz ve hız üzerine kurar sanki her şey bizimmiş gibi sanma yanlışına düşeriz. Bu kısır döngü içinde kendimizi kısa bir süre huzurlu mutlu olduğumuz zannederiz.
Hayır ve İyilik yoluyla huzur ve mutluluğu tadamayan pek çok kişi( özellikle zengin kişiler) bedensel dürtü ve isteklerin verdiği hazların etkisiyle yanlış ve kötü yollarda huzur ve mutluluğu bulmaya çalışır. Tercih edilen bu yön ve yöntemler insanın maddi-manevi olumsuzluklara ve felaketlere sürüklenmesine neden olabilmektedir.
Bedensel ve EGO sal hissedilen tatlara haz denir. Haz geçicidir haz veren şey ne ise ona bağımlılıktır sürekli tekrar ister. Hazzın çok fazla yan etkileri vardır. Uyuşturucu alındıktan kısa bir süre haz verir. Ya Sonraları ….???
Sürekli yemekten alınan hazda öyle değil mi? Haz almaya dayalı fazla yeme sonucunda aşırı kilo alırız, kronik hastalıkların getirdiği acı ve ıstıraplar içinde huzursuz ve mutsuz yaşarız.
Hayır ve iyilik üreterek, insana huzur ve mutluluk veren ruhsal ve zihinsel oluşan duyguya ZEVK denir. Zevkin verdiği huzur ve mutluluk kalıcıdır. Ruhsal ve Zihinsel zevkler, bedensel hazlardan daha derinliklidir, daha kalıcıdır.
Hoşça, dostça ve sevgiyle kalın, İnşallah tekrar paylaşımlarda buluşmak dileğiyle.