Kör nokta diye bir tabir vardır. Bulunduğunuz konumdan bazı yerleri göremiyor iseniz kör nokta diye adlandırılır. Daha ziyade araçların aynaları ve kameralar için kullanılsa da sosyal hayatımızın da kör noktaları var.
Nedir bu sosyal hayatımızın kör noktaları. Sizler de pek çoğunu tespit edebilirsiniz.
İlk aklımıza gelen eğitimdeki kör noktalar…
Dijital dünyaya benzer bir eğitim sistemi oturmaya başladı. Çocuklarımız bir dijital makine ve biz onlara bilgi yüklüyoruz. Ve bunları tek tuşla geri istiyoruz. Hatta onlara yapay zekâ kadar bile değer vermeyip düşünmelerini, sorgulamalarını, değer yargılarını kullanarak karar vermelerini hiç düşünmüyoruz. Bir anlamda robotlar yetiştiriyoruz.
Daha pek çok kör nokta sayabiliriz.
Bunlardan birisi de STK lar. (Sivil Toplum Kuruluşları)
Demokrasinin belki en temel taşlarından birisidir STK lar. Bir konu için kurumsallaşmış bir topluluğun, bu konuda topluma bir şeyler katması, ve amaçladıkları idealleri için yenilikler oluşturması gereken topluluklar.
Geçmişimizde çok güzel örnekleri olan topluluklar… Leylekleri beslemeden tutun da duvar ve sokak temizleme, herkes meyve yesin diye bahçeler oluşturma konusunda çalışan STK ların varlığı bir gerçek.
Günümüzde de binlerce STK var. Basit bir araştırma ile ilke.org isimli bir siteden yurt genelinde 185 Bine yakın STK nın olduğunu öğrendik. Bunların 53 binden fazlası da kooperatif. Yani nüfusun dörtte biri bunlara üye veya ilgili.
Karaman’da rakamlar nedir bulamadık. İlgilileri arayıp da rahatsız etmek de istemdik. Üstelik kaldırıp da ters bir cevap alırız da rencide oluruz diye de çekindik açıkçası. Malum bilgi en büyük yasaklar arasında son yıllarda. Cahil ve pejmürde bir toplum oluşması yolunda en büyük engel.
Bu kadar kurumun olması demokrasi adına iyi bir şey mi?
Örgütlü toplum oluşması için elbette çok da iyi.
Peki, uygulama nedir?
İşte orası içler acısı…
Bu kuruluşlara baktığımızda varlıkları ve yoklukları pek belli değil.
Konken partisi benzeri toplantıların, protokolde sandalye işgallerinin dışında pek fark edilmiyorlar. Eğer bir meslek kuruluşu ise ve resmi bir işiniz var ise işte o zaman da kapısını çalıp beş on lirayı bayılacağınız kurumlar…
Siyasi tarafgirlik adına aynı meslekten birkaç tane STK yı en küçük yerleşim birimlerinde bile görebiliyorsunuz. Sendikalar hakkında sık sık sarı sendika cümlesi geçiyor. Ekonomik olanlar için de patronlar veya onlara muhalif siyasi yapılanma ve fikir içinde olanların kurumlarını da görmek mümkün. Hatta iş inada binince isimlerine siyasi çağrışım yapacak birkaç harfi de ilave ediveriyorlar.
Bir de yasal süreleri içindeki seçimlerde varlığını duyuyorsunuz. Kıran kırana bir koltuk kavgası. Bazılarında da o makamın cukkası...
Bunların bu yapısına bir yaptırım yok mu? Olması gerekmez mi. Yasal bürokratik işlemler dışında yok. Kayıt kürek tamamsa ister bir faaliyeti olsun isterse olmasın kimsenin hesap sormak haddine değil.
Öyle mi? Öyle değil elbette. O kuruma üye olanlar ne diye duruyor. O kuruma aidat ödeyen ve o kurumdan beklentisi olan üyeleri ne güne duruyor. Yönetimlere teklifte bulunmak, fikir sunmak, etkinlik talep etmek, haklarının aranmasını istemek hakları var. Var da bu hakkını kullanan var mı? Yok, yok, yok!
O zaman bu kurumlar neden var. Neden kuru gürültü, havanda su dövmek, yayıkta hava tokmaklamak… Kağıt kürek, lokal kiraları, kırtasiye masrafları, zaman ve emek kaybı…
Yemekler, kahvaltılar, protokol ziyaretleri, törenlerde koltuk işgalleri, makamların o balon şişkinliğindeki havaları, ballandırılarak söylenen sıfatlar topluma hizmet değil külfettir.
Yasal süreler sonunda yapılan kongrelerde bir faaliyet raporu okunur ve bu ibra edilir. (Aklanır) Yani üyeler aferin tamam ne güzel yapmışsınız der. Ama maalesef çoğu yürünmemiş bir arpa boyu yol veya bir susam tanesinden bile küçüktür bu faaliyetlerin.
Karamanımızda fani ömrümüzde, bu konudaki yüzlerce toplantıya katıldık. Tüm bu eleştiriler farklı ağızlardan ifade edildi. Zaman zaman bunları aşacak bir oluşum içine de girildi. Adı ne olursa olsun, topluluk, platform, dernek, vakıf gibi ifadelerle bir araya gelindi. Hala da bu tür çalışmalar var. Sevindik, heyecanlandık.
Ama bunlar daha atılan imzalar kurumadan kadük duruma düşüveriyor. Herkes baş, herkes fikir adamı, tonlarca laf salatası, ama en çok da ben “burada bir yöneticiyim herkes haddini bilsin benim dediğim olur” mantığı, ya da belirli bir siyasi gurubun hegemonyası hakim oluveriyor.
Hevesiniz, heyecanınız beklentileriniz bir anda yok olup gidiyor. Benim borum ötecek diyenler arasındaki çekişme pek çok teşebbüsü başlamadan bitiriyor.
Karaman özelinde “Bu şehirde bir şey olmaz” mantığı maalesef akılların en tepe noktasında yerleşti.
Görünen en belirgin virüsler: Kariyer hastalığı, siyasi saplantılar, maddi ve manevi çıkar kaygıları, geçmişin intikam duyguları…
Diliyoruz bazı kurumlar kendilerine çeki düzen vererek demokratik bir yapı içinde üzerine düşeni hakkı ile yapacak kıvama erişirler.
Dileriz ki bu kurumlara üye olanlar bir uyanış içinde kurum yöneticilerini amaçları doğrultusunda ikaz eder, zorlar, ikna ederler…