Bazı arkadaşlar Demirtaş davası ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ( AİHM) 22.12.2020’ de (dün)açıklanan kararını nasıl yorumladığımı soruyorlar. Bildiğiniz gibi AİHM, dört yıldır içerde tutulan Demirtaş’ın tutukluluğu ile ilgili öne sürülen gerekçelerin yetersiz olduğuna hükmetmiş ve bu şahsın hukuki olarak değil, siyasi gerekçelerle tutuklu bulundurulduğu sonucuna varmış. Aynı zamanda şahsın seçme ve seçilme hakkının da ihlal edildiğine hükmetmiş. Kendisi bir parlementer olduğundan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararını da vermiş. Bu kararlar yerine getirilmezse ilgili şahsın haklarının sürekli olarak ihlal edilmiş sayılacağını da bildirmiş. Avrupa insan hakları sözleşmesinin 46. maddesine göre Türkiye’nin de bu kararları yerine getirme zorunluluğu var.
Elbette AİHM çok önemli bir kurum hepimiz için. Çünkü iç hukukta çözemediğimiz ya da hakkın iadesinin yerine getirilmediğini düşündüğümüz kararları en son merci olarak AİHM’ne götürüyoruz. Fakat burada şunu söylemeliyim ki AİHM’nin bazı kararları, özellikle de Türkler ve Türkiye ile ilgili olan kararları, hukuki olmaktan daha çok siyasi olabiliyor. Bazan amaç bir hakkı yerine getirmekten çok Türkiye’nin imajına zarar vermek ve tazminat kararlarıyla Türkiye’yi ekonomik olarak sıkıntıya sokmak şeklinde görülebiliyor. Ona rağmen AiHM’ni önemsediğimi belirtmek isterim.
Selahattin Demirtaş’la ilgili olarakta birkaç şey söyleyip sonra kararla ilgili kanaatlerimi, değerlendirmelerimi açıklamak istiyorum. Selahattin Demirtaş’ın bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak önemli özellikleri olduğu devam eden siyasi hayatında görülmüştür. Kabul etmeliyiz ki Türkiye’de Demirtaş’ın bölücülük ve bölücülere destek dışında, Türkiye’nin genel sorunları ile alakalı açıklamaları, etnik kökenine bakmaksızın toplumun önemli bir kısmı tarafından tutarlı görülmüş ve kendisine şahsi olarak bir sempati yaratmıştır. Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığına aday olması da, daha çok yarattığı Bu kararlılık ve tutarlılık imajı nedeniyle ilgi görmüştür. Bunu sadece benim düşüncem olarak görmemek lazım. Özellikle Cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde Demirtaş’ın bölücülüğe karşı olanlar tarafından bile desteklediğini söylemek yanlış olmaz.
Ancak hem mensubu olduğu siyasi partinin hem de şahsının basına yansıyan siyasi demeçleri kendisinin de bölücü terör örgütüne destek veren bir çizgide olduğunu gösteriyor. Özellikle 2015 ve sonrasındaki açıklamaları bu yöndedir. Mesela birini ben çok iyi hatırlıyorum. Bir Alman gazetesine verdiği demeçde, 5 Eylül 2016’da,”…biz PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamıyoruz…” diye açıklamaları var. Yine bölücülük anlamında kullandığını düşündüğüm Kürdistan kelimesi içi
“…Sizin savcılarınız 40 kere karar verse de Kürdistan vardır…” gibi Türkiye’yi, bence, bölme amacına yönelik açıklamalarına şahit olduk.
Ama AİHM’nin kararına uymak gerekir. Çünkü oradaki konu tutuklama sırasında ortaya konan delillerin yeterliliği ve hukuki inandırıcılığı konusunda olabilir.
Fakat asıl sorun, bence, mensubu olduğu, bir dönem eş başkanı olduğu partinin Türkiye’de kurulabilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde faaliyetlerini sürdürüyor olmasındadır. Şahsi kanaatim olarak söylüyorum, Türkiye’de, anayasamıza göre Cumhuriyete karşı olan, Cumhuriyetin diline, bayrağına, başkentine, milli marşına ait olan hükümleri değiştirme amacı güden bir parti olması ve o partinin böyle politikalar yürütmesi anayasanın ihlali olur. Ben hukukçu değilim, ama üniversitede ders veren bir hoca olarak bunları rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca değerli hukukçu hocalarımız da bunu söylüyor.
Anayasamızın 68. maddesine göre siyasi partiler bütün faaliyet ve politikalarını anayasa çerçevesinde kanun ve hükümler çerçevesinde yürütmek mecburiyetindedirler. Siyasi partilere yasaklanmış faaliyetler vardır. Bu yasaklanan faaliyetlerden biri de teröre ve terörü örgütlerine destek vermek, terörü desteklemek, ülke bütünlüğüne Türkiye’nin bütünlüğüne aykırı faaliyetlerde bulunmaktır. Bunlar yasaktır. Bu tür çalışmalara izin verilmez, verilmemelidir de. Anayasamız suç işlemeyi suçu teşvik etmeyi kesin olarak yasaklanmıştır. Üstelik bu yasak sadece Türkiye’ye has bir konu da değildir. Avrupa ülkelerinde de teröre, terör faaliyetlerine, bırakın destek olmak, bu tür faaliyetlere sessiz kalmak bile parti kapatmak için yeterli bir sebeptir. Bunun örnekleri de çoktur. Söz konusu partinin ve mensuplarının gerek meclis içerisindeki konuşmalarına gerek meclis dışındaki açıklamalarına, davranışlarına, tutumlarına bakarsanız ülke bütünlüğünün lehine faaliyetler olmadığını, göreceksiniz. En azından ben böyle düşünüyorum. Elbette buna yargı karar verecek ama benim kanaatim sorulduğu için burada bunları açıklıyorum. Bir siyasi partinin adeta bir terör örgütünün sözcüsü gibi davranması bu partinin kapatılmasını gerektiren suçların en büyüğü olarak ortada duruyor. Anayasanın 69. Maddesi bu faaliyetlere engel.
Ayrıca siyasi partiler kanunumuzun 84. ve 86. maddeleri de engel ve bu tür faaliyetleri yasaklıyor.
Bu siyasi parti mensuplarının başka ülkelerle görüşerek onların Türkiye’nin içişlerine karışmalarına sebep olduklarını hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Siyasi partilerin ülke bütünlüğünü ortadan kaldırma amacı olamaz. Bu tür faaliyetler yasaktır. Söz konusu siyasi partinin faaliyet ve çalışmalarının ülke bütünlüğüne yönelik olduğunu söylememiz ise mümkün değildir.
Yine siyasi partiler kanununun 89. 90. maddeleri bölgesel siyasi faaliyet yürütülmesini yasaklıyor. Dolayısıyla, kendi kanaatim olarak söylüyorum, bu siyasi partinin kapatılması gerekir. Buna elbette karşı çıkanlar olacaktır. Sonuçta buna karar verecek olan hukuktur, yargıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin imkanlarından, kanunlarından yararlanılarak Türkiye Cumhuriyetini bölmeye, Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırmayı hedef alan siyasi faaliyetlere asla izin verilmemelidir.
Bu konuda sık sık öne sürülen “kapatırsak Avrupa birliğine nasıl izah ederiz”, “6 milyon oy almış bir parti, bu seçmeni cezalandırmak olur”, “bu maddeler anayasada var ama bunları uygulamak zorunda değiliz”, “ parti kapatmak çözüm olmuyor, başka isimler altında tekrar tekrar açılıyor” gibi bahaneler dikkate alınmamalıdır. Bölücülük yapan bir partinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde siyasi faaliyetlerini milletin vergileri ile yapıyor olması halkımızın çok büyük bir kısmını rahatsız etmektedir. Bu konuda yapılan anketlere bakınız. Halkımızın en az %75-80’inin bu partinin kapatılması istediği anketlerde görülüyor. 6 milyon oy meselesi de üzerinde durulacak bir meseledir elbette. Ama unutmayalım ki o bölgede devletten yana olan bölge insanının büyük bir kısmı terör örgütünün kontrolü altında yaşamak zorunda bırakılmıştı uzun süre. Bu 6 milyon oy meselesine bence bu çerçeveden bakmak ve bu çerçeveden değerlendirmek lazım. Yoksa ülkede bu partiye isteyerek veya istemeyerek 6 milyon oy veren kitle ve ailelerini bölücü çerçevede değerlendirmek gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu doğru değildir.
Partiyi kapatmak çözüm olmuyor. Bu sosyolojik ve siyasi bir gerçek. Bunu hepimiz biliyoruz, görüyoruz. Ama meseleye böyle yaklaşmak bizce doğru değildir. Bir ülkede kanunlar, yasa neyi emrediyorsa onun yapılması gerekir. Hukukun üstünlüğü budur. Özellikle de milli konularda. Bu konularda verilecek bir taviz başka tavizleri getirecek ve bundan dönmek gittikçe daha da zorlaşacaktır. Bunun sıkıntılarını yaşamıyor muyuz?
Bir parti kapatılır yerine başka parti kurulurmuş. Kurulursa kurulsun, hiç değilse yeni parti kendine çekidüzen verecek, bölücülük konusundaki faaliyetlerini, en azından, sınırlandırmak zorunda kalacaktır. Velevki bölücülük faaliyetlerine destek vermeye devam ettiler, bu durumda o parti de kapatılır. Daha sonra yeniden kurulacak olanlar kendilerine daha fazla çekidüzen vermek zorunda kalırlar.
Türkiye’de bölücü terör örgütüne sempati duyan, destek veren hatta onun sözcüsü gibi, siyasetteki uzantısı gibi davranan bir siyasi partinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olması doğru değildir. Buna hem kanunlarımız hem de halkımızın vicdanı karşı çıkmaktadır. O halde hukukun gereği neyse o yapılmalıdır.
Benim genel olarak değerlendirmelerim bunlar. Katılmayabilirsiniz. Belki demokratik bulmayabilirsiniz. Belki yanlış bulabilirsiniz. Ama ben böyle değerlendiriyorum. Özgürlük-güvenlik -demokrasi bağlamında öncelik her zaman halkımızın hayatından, güvenliğinden ve ülke bütünlüğünden yana olmalıdır. Aksi düşünce ve faaliyetler, kanaatimce, kaos, kargaşa ve ülkede kardeş kavgasına varacak iç çatışmayı ortaya çıkarır.