Gış günleri evimizdeği zobada, elma çalısı, tezek ve odun ile kömür yakdığımızı ve bu zobalarda ısındığımızı, hatta yimeğimizin orada bişirildiğini, suyumuzun orada ısıtıldığını ve çayımızı dahi o yanan zobanın üzerinde demlediğimizi, zobada yanan odunların yanıp gor haline geldikden soğna gorların öpbeli= öp eli (Ateş küreği) ile alınıp mangallara goyarak zabaha gadar odamızın bunlarla ısındığını, gış günleri odanın havası değişsin diye yanan zobanın üzerine golonyağı döktüğümüzü ve yine yanan zobanın üzerine odanın içine güzel kokular yayılsın diye portakal, mandalina ve ilimon gabuklarını goyduğumuzu, evlerde şimdiki gibi moderin banyoların olmadığı zamanlarda eski evlerde gusülhane didiğimiz yüklüğün içerisinde yıkandığımızı, Gusülhanede yıkandıktan sonra havluya sarınıp saçlarımız gurusun diye yanan sobanın üzerine eğildiğimizi ve bazen de soğuk kış günlerinde odanın içerisine gonulan ileğenlerde yıkandığımızı, yıkanırken ağladığımızda anamızın kafamıza dank diye su tasını vurduğunu, başımızı zobanın üzerine eğdiğimizde saçlarımızdan ve başımızdan damlayan su damlacıklarının ıccak zobanın üzerine düştüğünde çıkarmış olduğu cızz veya cazz diye çıkan seslerden keyif aldığımızı, odanın ışıklarını söndürüp yanan zobanın üstündeki hava deliğinden çıkan alev ışığının sanki dans ider gibi tavana yansıdığını ve bu ışığa bakarak ne hayaller gurduğumuzu, İlkokul birinci sınıfa giderken sayı saymasını abaküs denilen sayı boncuğu ve guru fasulle ile öğrendiğimizi, yazı yazmasını ak fasille kırıklarıyla (Şimdiği gibi plastikten yapılmış renk renk yarım fasilleler olmadığından ak fasilleyi sıcak suda haşlayıp ortadan ikiye yardıkdan sonra gurudduğumuzu) bunlarla yazı yazmasını öğrendiğimizi ve bunları sıra üzerinde yazı yazmasını öğrenmek için gullandığımızı, desde ve düzüne saymasını şimdiği gibi plastikden yapılmış renkli ince çıbıklarla değil ağaçdan yapılmış çıbıklarla öğrendiğimizi, galemtıraşı ile galem ucunu açmasını çok sevdiğimiz için, tahtanın yanındağı köşede bulunan çöp sepetinin oraya giderek galemlerimizin ucunu açdığımızı, galemtıraşı ile galemimizi düzlerken bazı galemtıraşlarının galemlerimizin ucunu devamlı gırdığından galem uçlarımızı açmakla uğraşdığımızı ve galemimizin çabuk biddiğini, İlkokulda Hayat Bilgisi, Yurttaşlık, Aile Bilgisi, El işi ve Adabı Muaşeret Kuralları dersleri okuduğumuzu, İlkokul, ortokul ve Liseyi garne notumuz ne olursa olsun okul bitirme imtihanlarına girerek okulları bitirdiğimizi, Ortokul ve Lisede iken her dönem her dersten üç yazılı ve bir sözlü imtihan olduğumuzu, Ortokul ve Liseye giderken gız ve erkek öğrenci ayırt edilmeksizin şapka giydiğimizi ve Öğretmenleri gördüğümüzde onlara asker gibi selam virdiğimizi, ortokul ve liseye giderken şapka giyip gıravad dakdığımızı ve şapkasız ve gıravadsız gelen öğrencilerin okula alınmadığını, öğretmenler ve okul idarecileri tarafından sınıflara baskın yapılıp öğrencilerin ceplerinin arandığını, saçları uzun olanların okula alınmadığını ve saçlarını berbere gidip 3 numaraya kesdirdikden sonra okula alındıklarını, her ders yılı sonunda okul müsamereleri yaptığımızı, okula giderken hafta içi sinemaya gitmenin yasak olduğunu, sinema ve kahvehanelerin öğretmenler tarafından sık sık baskın yapılarak kontrol edildiğini, Şimdiki nesil gibi anne ve babamız ihtiyarladığı vakit onları Huzur evine koymadığımızı, onlara gözümüzün içi gibi baktığımızı, Garaman Galesinin burçlarına çıkarak Garamanı guşbakışı seyriddiğimizi, İlkokula giderken gara önlük giyip beyaz yakalık dakdığımızı, gız öğrencilerin saçlarına beyaz golalı gurdele dakdılarını, çantalarımızın tahdadan yapılmış olduğunu, öğretmenimizin isteği üzerine derslerimizi okulun bahçesine çıkarak yaptığımızda bu tahda çantaları sıra gibi gullandığımızı, okumayı Alfabe, fişler ve Cin Ali serisi kitaplarla öğrendiğimizi, okumayı öğrenen öğrencilere öğretmenleri tarafından yakalarına kırmızı gurdele dakıldığını, okuma ve yazmayı sınıftaki gara tahda da tebeşirle yazarak ve silerek öğrendiğimizi, greş, dersane ve özel okullara gitmediğimizi, okuldan çıkdıktan sonra ağşama gadar sokakta oynadığımızı, hiç tv izlemediğimizi, hafta sonlarında gurs’tu bilmem neydi bilmediğimizi, hafta sonlarını dolu dolu yaşadığımızı, gurslara falan gitmediğimizi, ama gine de doktor, mühendis, polis ve dolayısıyla hepimizi bir meslek sahibi olduğunu, internet arkadaşlarıyla deyil, gerçek arkadaşlarla oynadığımızı, susadığımız zaman şimdiki gibi şişe suyu deyil, mahalle çeşmelerinin musluklarından akan suyu içdiğimizi, aynı bardağı dört beş gişi kullandığımız halde hiç hasta olmadığımızı, anne ve babamızın bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ne gıda takviyesi nede vitamin ilaçları virmediklerini, mısır gevreğiyle deyil, hamburgerlerle deyil, pizzalarla deyil, hazır çorbalarla deyil, tarhana çorbası, ekşi ayran çorbası, mercimek çorbası, bulgur çorbası, heyre çorbası, evde yapılan erişte, gusgus,bulgur pilavı ve otlu saç böreğiyle böyüdüğümüzü, gendi oyuncaklarımızı gendimizin yapdığını, yini yini oyuncaklar ve oyunlar icad idip onlarla oynadığımızı, ailelerimizin fazla zengin olmadığını, onların bize mal mülk deyil, mal ve mülkün yirine sevgi virdiklerini, bir zeytin danesini iki veya üç lokmada yidiğimizi, ve bunnarı yirken büyük bir dat aldığımızı, arkadaşlarımızın evlerine davet idilmeden isdediğimiz zaman gidip onları ziyaret iddiğimizi ve onlarla beraber yimek yidiğimizi, şimdiği gençlerin dünyasından farklı olarak bütün akrabalarımızla iç içe yaşadığımızı ve onlarla aramızda sımsıkı bağlar olduğunu, çekinmiş olduğumuz fotoğrafların siyah beyaz olduğunu ama hepisinin içlerinin renkli hatıralarla dolu olduğunu, Milli Bayramlarımız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramlarını Garaman halkı ile birlikte Garaman’ın futbol sahasında böyük bir coşguyla gutladığımızı, Bayram gutlamaları sonunda hava gözel olursa futbol sahasının dışında bulunan bahçe aralarında batırıklar yapılıp yinildiğini, her okulun (İlkokul, Ortaokul ve Lise de dâhil) bir boru ve trampet takımı, bazı okulların Mehter takımı ve Milli oyunları oynayan folklor gruplarının olduğunu, her okulun bir izci takımı olduğunu, Milli Bayramlardan bir ay evvel bu bayramların provalarının yapılmaya başladığını, Milli Bayramlarda her okulun bir bayrağı ve flâmasının olduğunu, Resmigeçit töreninde Bayrakların önde ve Filamaların arkada beraber geçdiğini, Bayrak ve flâmalar geçerken tüm seyircilerin bayrağa saygısı çok büyük olduğundan herkesin ayağa galkdığını, Milli Bayramlarda okulların açık olduğu zamanlarda her sınıfın kendi öğrencileri tarafından süslendiğini, Resmi Kurum ve Kuruluşların ve okulların da dahil olduğu Cumartesi günü öğleye kadar mesai olduğunu ve Cumartesi günleri de okulların öğleye kadar açık olup derslerin yarım gün daha devam iddiğini, Dini Bayramlarımız olan Ramazan ve Gurban Bayramlarımızı eş dost ve akraba ziyaretleri yaparak gutladığımızı, şimdiği gibi bayram tatilini tatil gibi görmeyip tatil yerlerine gitmediğimizi, esgi odun bazarında gurulan ve elle çevirilen gökdengelen ve uçan sandallelere bindiğimizi, Aktekke Camisinin yanında bulunan bisikletçi Ali Efendinin oradaki bisikletlere 25 guruşa bindiğimizi, ağaç dallarını gırmadığımızı, çayır ve çimenleri ezmediğimizi, çiçekleri goparmaya gıyamadığımızı, kedilerin guyruklarını çekmeyip, köpekleri daşlamadığımızı, ufacık garıncaların yuvalarına bile bilerek basmadığımızı, hatta ve hatta garıncalara iyilik olsun diye onları gideceği yere gadar götürüp oraya bırakdığımızı ve çok vicdanlı çocuklar olduğumuzu, bebek iken altımıza hazır bez bağlanmadığını, İlkokul da ABD den gelen süt tozu ile yapılmış olan sütleri içtiğimizi, yine ABD den gelen unlarla evlerimizde çörekler yaptırıp süt ile beraber okulda yidiğimizi, çoğumuzun renkli çocukluk fotoğraflarımızın olmadığını ve yine hatta hiç birimizin bebeklik fotoğrafının bile olmadığını, greş dersane ve özel okullar görmediğimizi, çok kitap okuduğumuzu, hatta ve hatta boş zamanımızın olduğu zamanlarda çizgi roman gahramanlarından Tomikis, Teksas, Zagor, Karoğlan vb. isimli çizgi romanlarını okuduğumuzu, en azımızın liseyi bitirdiğimizi ve hayatı yaşayarak öğrendiğini, hatta yoklukla terbiye edildiğimizi
Bilir misiniz?
Bir tek simidi iki veya üç gişi yiyip, aynı şişedeki gazuzu da iki veya üç gişi içdiğimizi, gış geldiğinde yapmış olduğumuz gardan adam erimesin diye duva itdiğimizi, hiçbir zaman sokak oyunlarından vazgeçmediğimizi, çocuk gibi çocuk olduğumuzu ve oyun oynarken garnımızın acıkdığını bile unutduğumuzu, ölen bir guş gördüğümüzde ona mezar yapıp onu yapdığımız mezara gömüp ona duvalar itdiğimizi, bizlerin güccüğken bile çok böyük olduğumuzu, gollarımızı açarak dünyayı gucakladığımızı, gerçekden güccüğken güzel olduğumuzu, bizlerin bahçeli evlerimizde ve çevremizdeki bulunan insanlara güvenerek böyüdüğümüzü, analarımızın dizlerinin dibinde bubalarımızın zert bakışlarının gölgesinde sokakların, bahçelerin, ağaçların tozunu ve toprağın kokusunu içimize çekerek böyüdüğümüzü, gapılarımızın önlerine çul sererek evcilik oynadığımızı, çarşı (Somun) ekmeğinin arkasına fırıncının yapışdırmış olduğu kağıdı sökmek için uğraşdığımızı ama ginede kağıdın ekmeğin arkasından çıkaramadığımızı, o kağıtlı ekmek parçasını atmayıp, ekmeği o ufak kağıt ile birlikte yidiğimizi, bizlerin hiçbir şiyleri olmadığı halde ginede mutlu olduğumuzu, şimdi bile banyo yaparken her sabun kokusunu hisseddiğimizde çocukluğumuzun aklımıza geldiğini, yaramazlık yapdığımız zaman anamızdan dayak yimemek ve anamızın bizi görmemesi için gapı arkasına saklandığımızı, sokakta oynarken her tarafımız toz toprak içerisinde eve geldiğimizde annemizden süpürgenin sapıyla dayak yiyen ve bu yüzden haddimizi aşmayan ve yolundan şaşmayan çocuklar olduğumuzu, oyun oynarken düşüp dizlerimizin yara bere içinde galdığını, pambıklı şeker yapışmış suratlarımızı ve elma şekeri bulaşmış ağzımızı, okulda iken çoğumuzun sınıf ve okul arkadaşlarımızın saf ve temiz duygularını yazmış olduğu bir hatıra defterimizin olduğunu, her şiyin yinisinin ama dosdun esgisinin makbul olduğunu, evlerimizde gündüz misafirlerin oturup, geceleri ise bizim yatmış olduğumuz ve altlarına çamaşır selelerini goyduğumuz üzeri yataklı ve örtülü yaylı somyalarımızın olduğunu, dolap dolap gıyafetlerimizin olmadığını, somyenin altındağı selelerdeği giysilerin bize yiter olduğunu, tomatisi yirken suyunu fışkırdada fışgırdada yidiğimizi, boş arsalara ateş yakarak içine patetis attığımızı ve bişen patetisleri arkadaşlarımızla birlikde yidiğimizi, ağşamları evimize misafir geldiğinde televizyonu gapadıp sohpetler idildiğini, büyüklerin esgileri annadıp bizlerinde onları can gulağıyla ve annaddıklarını çocuk gafamızla hayal iderek dinlediğimizi, çocuk gafamızla mahalle bakkallarının dünyanın en zengin insanları olduğunu sandığımızı, selbes olarak böyüdüğümüzü, bizler güccüğken annelerimizden önce bubamızın yanında edepli olmayı öğrendiğimizi, anne ve bubamız varken ayağımızı dahi uzatmadığımızı, böyükler gonuşurken bizlere söz haggı virilmeden hiç bir söze dahil olmadığımızı, böyüklerimiz odaya girdiklerinde hemen toparlanıp onlara oturmaları için yir virdiğimizi, asla bubamız sufraya oturmadan sufraya oturmadığımızı ve yimeğe böyükler başlamadan yimeğe el uzatmadığımızı, mahallemizde bulunan hayvanların hep arkadaşımız olduğunu, yapdığımız her şiyi garşılık beklemeden yapdığımızı, gış günü anamızın ileğende yıkamış olduğu çamaşırları zobanın borusuna dakılan askılara asarak veya zobanın yakınında bulunan dayama yasdıklarına sererek gurudduğunu, köyde, dağda, bayırda, bağda, tarlada ve bahçede odun ateşi yakarak gara ve isli çaydenlikleri onnarın üzerine koyup çay suyunu orada gaynadıp o su ile demlemiş olduğumuz çayın dadını ve nezzedini, galbi gırık olanların dillerinin daime kötü sözler söylediğini, yollarımızın bozuk olduğunu, gapı zillerinin bozuk olduğunu, paraların bozuk olduğunu ama bunlara nazaran insanların sağlam olduğunu
Bilir misiniz?