Aah o eski Ramazanlar diye başlarız ya hep söze.
Akşama doğru mis gibi tereyağı kokan Ramazanlar. Tandırların yandığı uğra kokulu Ramazanlar.
Köy bekçisin Büyük Caminin minaresine çıkıp, elinde tek kırma tüfekle iftar vaktinde bir el ateş ettiği Ramazanlar.
O zamanlar yüksek evler olmadığından her yerden görünür ve duyulurdu silah sesi.
Köylerin iftar topu da o tek kırma tüfekti.
Kılbasan’da “Tantancı” dediĝimiz, sahurda teneke çalan, daha komşumuzun kapısına vurunca heyecanla uyandığım Ramazanlar.
Annemin “Sen tekne orucu tutuyon kuzum” diye beni kandırdığı, öğlen karnımı doyurup, kendimi oruç zannettiğim Ramazanlar.
Dedemle camiye giderdim. Dedem namazda ne yaparsa ben de aynısını yapardım.
Boyacı Camisinin önüne pişi, karpuz, kavun götürürdük, önce onları yer sonra akşam namazını kılardık.
Aah o eski Ramazanlar.
Ekmeğin kokusu bir başka, sucuğun tadı bir başkaydı.
Akşam güneşinin batışı bile bir başka Ramazanlar.
Sonra Ramazan Bayramı gelirdi.
Bayramlar da bir başka olurdu.
***
Kılbasan’da benim bildiğim en aşağı 10 tane köy odası vardı.
Eskiden mahallelilerin toplandığı, sohbetlerin edildiği veya bir yolcunun, satıcının konuk edildiği, yemeği verildiği, atları varsa yem saman verilen köy odaları.
Uzun kış akşamlarında sobada kaynayan demli çay ile koyu sohbetler yapılırdı.
Ramazan Bayramında herkes kendi mahallesinde olan odaya sinilerle yemek götürürdü.
Aile büyükleri, çocuklar toplanır orada yemek yenirdi.
Şimdi o köy odalarından bir tane bile kalmadı. Hepsi yıkıldı viran oldu gitti.
**
Harman kalkınca düğünler olurdu, kız evinde kadınlar, oğlan evinde erkekler toplanır,
çalgıcılar çalar, söylerdi. Düğün ve kına 3 gün sürerdi. Gelin Pazar günü saat 10 da alınır,
Büyük Caminin önünde düğün konvoyu durur dualar edilirdi.
Erkek tarafı tüm köye yemek verirdi.
Kılbasan’ın ünlü lezzeti “kuymak” özel günlerde yapılır. Düğün yemeklerinde yoktur.
Ama önce yoğurtlu çorba, dolma, erikli, bamya, nohutlu, pilav ve hoşaf olurdu.
Hala çok nadir de olsa bu yemekleri verenler var.
Ama genellikle etli pilav veya etli ekmek.
***
O zamanlar yokluk vardı ama o yoklukta insanların sımsıkı sarıldığı değerleri vardı.
Harman kalkınca ilk önce deĝirmene gidilir un öğütülür, bulgurlar kaynatılırdı.
Etlik beslenir, Eylülde kesilir, sıygıçlar yapılır, kışa hazırlanırdı.
Buğdaylar buğdaydı, ekmekler ekmekti. Kız baba evinden çıkarken, kız anası kızına bir tasta maya verirdi.
Ekmeğin tadını veren o mayaydı.
Bizim çocukluğumuzda küçük, erik büyüklüğünde elmalar vardı.
Küçük ince kabuklu çil karpuzlar vardı. Bunlar organik yetişen bugün bulunması mümkün olmayan,
tohumu, ağacı yok olmuş yiyeceklerdir.
Eskiden bin havayı buğday kaldıran varlıklı sayılırdı.
Borç, faiz, kiredi ne bilmezdi. Kanaat vardı kanaat.
Ekmek çöpe atılmazdı.
Şimdi İnsanlar 5 bin havayı buğday hasat ediyor.500 ton pancar kaldırıyor,
Ama hala doymuyor. Hala israf ve müsrif içinde yaşıyor.
Ekmek çöpe atılıyor..
***
Velhasıl değerli dostlarım,
Zaten eski tadı olmayan Ramazan bu yıl Korona ile hüzünlü hal aldı.
Gıdaların tadı değişti, toprak değişti, yemler değişti, etler değişti.
Eee birazda biz değiştik galiba.
Mahsun, mazlum gönülleri mutlu etmeyi unuttuk.
Sosyal yaşamdaki bazı değerlerimiz, terk edilen köy odaları gibi kayboldu ve viran oldu.
Hepinize hayır Ramazanlar dilerim.
Kalemine saglik,Ali abi. Gercekten,neler kaybolmuş sadece 40 yilda. MUhammed ümmeti,nasıl bırakmış unutmuş unutturmuş gelenek göreneklerini.yobazlaşmış!!
Allah razı olsun kardeşim. O eski geleneklerimi yazı ilede olsa gelecek nesillere ilete bilirsek ne mutlu bize.selamlar.
Abi bize unutulmuş gelenek ve göreneklerimizi hatırlattığın için teşekkür ediyorum kalemin daim var olsun.
Tebrikler Ali kardeşim
Teşekkür ederim Hasan abi.saygılar.