Her yıl okul çocukları gibi eylülü beklerim, ağustosta
başlar heyecanım, genellikle eylül de giderim vatana.
Vatanımın havasını, suyunu, kokusunu, köyümün
kahvesinde dost sohbetlerini özlerim. Balkona oturup kahvemi yudumlarken, Karadağ’dan
esen poyrazının serinliğini, beş yıldızlı otellerin klimalarından daha çok
ferahlık veren rüzgarını özlerim.
Bazen bu özlemler içinde burukluk, hüzün
yaşarım.
Eski köyüm canlanır gözümde. Her yıl biraz daha
özümüzden, değerlerimizden kaybettiklerimiz gelir aklıma, bir üzüntü kaplar
ruhumu.
Elbette hala eski geleneklerine bağlı, çalışkan
insanlarımız var. Ama azalmış.
O eski saygılar, sevgiler yavaş yavaş tükeniyor.
İnsanlar tembelleşmiş, bedenler hantallaşmış.
*****
Kışın metrelerce kar, bahar yağmurları yağardı. Bahar
ile Deliçay’dan sular gelirdi. Köprübaşı göl olurdu. Kahveden çıkar Karaman
yolundan Köprübaşı'na ayaklardık. Yaşlısı, genci gurup gurup gezer, taa
Nuri’nin kuyuya kadar gider, gelirdik.
Hotamış Gölü deniz gibiydi, Suğla Gölü su
dolardı, bulutlar yağmurlu, toprak verimli, tohumlar bereketliydi.
Tarla zamanı, uzak yere gidince mazot israf
etmeyelim diye, sabaha kadar tarla eder, yatı yatardık. Yedek mazot götürür
tarla bitinceye kadar köye gelmezdik.
Banka, borç bilmezdik. Bankadan borç ile traktör
alan bir kaç kişiyi geçmezdi.
Düğünler kız evinde olur. Çalgıcılar oğlan
evinde çalar, söylerdi.
Düğün günlerinde kız evinin önünde dolaşır, kızlara
bakardık.
Sevdiğimize türkülerle haber salardık..
Kış akşamlarında komşu komşuya sokağa giderdi.
Sokaklarda insan sesi duyulurdu. Uzun kış gecelerinde hikayeler dinlenir, masal
kitapları okunurdu.
*****
Kılbasan belediye kahvesinde, ağaçların
gölgesinde sohbetimiz güzeldi. Çaylarımızı yudumlarken vakit birden ikindi
olmuştu. Hafif bir serinlik çökünce, benim gibi yurtdışında yaşayan, çocukluk
arkadaşıma dedim ki, ‘hadi gardaşım eski günler gibi Köprübaşı'na doğru
yürüyelim, ayaklarımız açılsın’ dedim..
Yüzüme baktı...
‘Valla çok isterdim gardaşım ama görenler ‘kafayı bozmuşlar’ derler diye korkarım.
Yürümeyelim’ dedi.
Çok haklıydı arkadaşım. Çünkü yürüyen kalmamış
ki..
Çinlilerin yürüyerek veya bisikletle gittiği
fabrikalarda üretilen, akülü engeli sandalyelerine sağlamların bindiği, 500
metrelik yere motosikletle gidilen yerde, biz yürürsek deli diyebilirlerdi.
Evden kahveye kadar yürüyenleri kınadıkları bile
oluyordu..
*****
İnsanlar bir birinden soğuyor. Kalpler de açan
sevgi çiçekleri soluyor.
Bu arada dünyada hızla ısınıyor, iklimler
değişiyor.
O eski bulutlardan eser kalmamış, karlar yağmaz,
Deliçay coşmaz olmuş.
Köprübaşında, Suğla’da, Hotamış’da sudan eser
kalmamış.
Üstünü kuruttuğumuz yerin, tabanına saldırdık, yerin
altıda bitmek üzere.
Toprak yorgun, tohumlar bereketsiz.
İsraf, müsrif almış başını gidiyor.
Tarlaya gidiyor 2 saat sonra çay içmeye kahveye
geliyor.O gereksiz yere yakılan benzini, mazotu hadi boş verelim.. Havaya
bıraktığı karbon monoksit gazının çevreye verdiği zararı bilmiyor.
Ne yürüyenlerden, ne eski günlerden, ne de eski
düğünlerden eser kalmış.
Düğünler salonda, bir garibanın bir yılda
kazanamadığı parayı, bir gecede vererek yapılıyor.
Her şey gösteriş, her yapılan, desinler diye
yapılır olmuş.
Ne eski sevdalar ne de o sevdalara yazılanlar
kalmış.
İnsanlar kitap okumayı, o kitaptan, kağıttan
gelen hoş kokuyu unutmuş.
Yürümez olmuşuz bedenler hantallaştıkça, beyinde
tembelleşmiş.
87 yaşında ki Hollandalı okuyor, tek ayağı ile
sekip, sekip bisiklete atlayıp dolaşıyor.
Bizim 60 yaşındakiler yerinden kalkamıyor.
Hollanda da adam 67 yaşın da emekli oluyor, hemen
bir hobi bahçesi kiralıyor. Sabah gidip akşama kadar orada bir şeylerle uğraşıyor.
Bizimkilerde akşama kadar siyasetle ve bir
biriyle uğraşıyor.
Günlük en aşağı 10 bardak çay ile 20 kesme şeker
tüketiyor.
“İşleyen demir ışıldar” demiş Atalarımız ama
bizim pek ışıldadığımız söylenemez.
Hollandalı arkadaşa, Türk atasözlerinden
bahsederken, bizim çok atasözlerimiz var dedim.
Hangi konularda, dedi.
Mesela “Ayağını yorganına göre uzat” dedim.
‘Bunlar gibi birçok atasözlerimiz var’ dedim..
Hanımı hemen kalktı, kağıt kalem aldı geldi.
Ali yazacağım bunu “Ayağını yorganına göre uzat”
sayfalarca yazı ile anlatılamayan konuyu, bir cümlede anlatan bir atasözü dedi
Bizim Atalarımız dediğini, elin Hollandalısı
anladı, unutmamak için yazıyor.
Biz de Atalarımızın dediğinin tersini yapıyoruz.
Türk insanı ayağını yorgana göre uzatmayınca, borca,
faize alıştırıldı.
Ürettiğimizden çok daha fazla tüketir olduk. Tükettikçe
hantallaştık, hantallaştıkça yürümeyi unuttuk. Halbuki yürümek her yaşta
yapılabilen en güzel spordur.
Peygamberimiz S.A.V diyor ki.
“Şüphesiz namazdan en çok sevap kazanacak
insanlar, uzak mesafelerden camiye yürüyerek gelenlerdir”
Ne yazık ki bizde yürüyerek geleni kınar olduk.
Biz o kadar uzakta da değiliz, biraz yürüsek
olmaz mı?