İstanbul'un Fethinin 566. Yıldönümünde Fetih ve Fatih Sultan Mehmed'in Bilinmeyen Özellikleri
Av. Ömer KARAYUMAKHicri 835, miladi 1432 senesi. Recep ayının 26-27. Gecesi. Seher vaktine doğru dünyaya gelen nur yüzlü bir çocuğun doğumu hiç şüphesiz ki Edirne sarayında büyük bir sevinç ve mutluluk kaynağı olmuştu. Şehzade Mehmed’in doğumunu işiten halk, akın akın sarayın etrafında toplanmış, dualar, tekbirler ve Allah-ü ekber sedalarıyla düzenlenen büyük şenlik ve donanmaya katılmaya çalışıyorlardı. Kurbanlar kesiliyor, fakir fukara, garib gurabaya sadakalar, ihsanlar dağıtılıyor, şükür namazları kılınıyordu. Mutlu ve kutlu dudaklardan dökülen “ Allah padişahımıza ve şehzademize uzun ömürler versin “ Allah cenk meydanlarında kocaltsın” “ fetihler babası yapsın”Duaları yüksek sesle Edirne’ de dalga dalga yayılıyordu. Günbegün gelişip serpilen, gürbüzleşip büyüyen küçük şehzade için hemen herkes; “iyi bir padişah olacak” diyorlardı. Diyorlardı ama hiç kime, bu küçük şehzadenin günün birinde “Es-Sultan, Sultan-ul m uazzam, Ebu-l feth Sultan Muhammed Han” diye ismini altın harflerle yazdıracak bir“ padişah-ı alem penah” olacağını, on iki yaşından on sekiz yaşına kadar aralıklarla inip çıktığı Osmanlı Devleti’nin tahtına 19 yaşında kesin olarak oturacağını ve bu andan itibaren içte ve dışta muazzam fetihlere girişerek iki imparatorluk, dördü krallık olmak üzere tam on yedi tane devleti fethederek Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katacağını doğrusu hiç mi hiç tahmin edemiyorlardı. Hele hele yüzyıllardır Bizans’ın başşehri olan, muazzam surları, müstahkem kaleleri ve yüzlerce burçlarından dolayı “ fethedilemez şehir” ismini verdiren Constantinapol’u fethederek İslâmbol” ismini vererek koca Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine son verebileceğini, Ayasofya’yı fetih sembolü olarak cami haline getireceğini kimse düşünemiyordu. Tabii birkaç kişi müstesna. Olaylara ve olayların ötesine yüzeysel olarak değil, kalp gözleriyle bakan ve çok ama çok öteleri görebilen Akşemseddin’ler…Molla Güranî’ ler…Molla Hüsrev’ler ve diğerleri. Fatih, hayatı, şahsiyeti ve fütühatı itibariyle gerek Bizans ve Avrupalı tarihçiler, gerek Osmanlı tarihçileri tarafından çok geniş ve derin araştırmalara tabi tutulduğu, üzerinde yüzlerce kitap yazıldığı halde gene de bir bütün halinde tam olarak incelenebilmiş bir şahsiyet değildir. Bu durum araştırmaların ve araştırmacıların yetersiz olmasından değil, cildlere ve kitaplara sığdırılamayacak kadar çok yönlü, çok kültürlü, çok zeki, alîm, şair, askerî dehaya sahip bir şahsiyet olmasından ileri gelmektedir. Gerçekten çağ açıp çağ kapayan, imparatorluklar alıp, ülkeler fetheden Fatih; Bir padişah için devrinin gerektirdiği tüm liderlik vasıflarına sahiptir.Maddi ve manevi her sahadaerişilmez başarılar kazanmıştır. Çok küçük yaşta iken eline teslim edildiği Molla Güranî’ den pozitif ilimleri, Molla Hüsrev’ den devlet idaresini, hiçbir zaman yanından ayırmadığı, kendisine duyduğu sonsuz sevgi ve hürmetten dolayı daima arkasından yürüdüğü, en buhranlı anlarda yardımını istediği hocası ve şeyhi Akşemseddin’ den manevi ilimleri tahsil ederek Bizans ve Avrupa tarihçilerinin de kabul ettikleri gibi devrinin en ünlü,en bilgili ve en başarılı hükümdarı olmuştur. Ana dili olan Türkçe’den ayrı olarak Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca, gibi devrinin en önemli dillerini çok iyi bien ve konuşan Fatih, bilhassa Matematik, Astronomi, Tıp, Mantık, Felsefe, Kelam gibi ana bilim dallarında da devrinin bilim adamlarıyla münazara yapabilecek kadar çok geniş bir kültüre sahipti. Siyasi ve ilmi dehası yanında, iyi bir musikişinas, büyük bir şair de olan Fatih, “ AVNΔ mahlasıyla yazdığı şiirleriyle edebiyat tarihimize ölmez eserler kazandırmış , divan sahibi bir şairdir.Bir strateji dehası olan büyük Sultan Fatih’in İstanbul’un fethi esnasında gemileri karadan kızaklarla Haliç’e indirmesi olayı, tarihin eşine rastlamadığı bir strateji ve savaş taktiğidir. Edebiyat tarihçiliği açısından değerlendirdiğimiz ve Fatih’in şiirlerini incelediğimiz zaman kelimelere ve ve manaya nasıl hakim olduğunu görmemeye imkan yoktur. Aşk şiirlerinde Fatih’in ince, narin ve nazik bir kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz. “ Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönülEyledün kendözüni âleme rüsvay gönül”Diyerek bir dilber için gönlüne söz geçiremediğini itiraf eden Fatih ; söz konusu vatan, millet ve din olduğu zaman tamamen değişiyor onun cengâver ve hükümdar ruhu hemen ortaya çıkıveriyor. “ İmtisal-i cahid-ü F’illah olubdur niyyetimDin-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretimFazl-u Hakk-ı himmet-i cünd-i rical-ul-lah ileEhl-i küfrü serteser kahreylemektir niyyetim” Kelimelere ve manaya hakimiyeti açısından Karamanoğlu Pîr Ahmed Bey için yazdığı şu beyit Fatih’in büyük bir şair olduğunu açıkça ortaya sermektedir. “Bizümle saltanat lafın idermiş ol KaramanîHüdâ fırsat virürse ger,Kara yire karam anî” İstanbul’un fethinin ,Feth-i mübin’in 566. yılı kutlu olsun.