Turan: "Karaman Mütedeyyin Bir Şehir, Türklüğün Hasının Yaşandığı Bir Şehir"

TAKİP ET

Akla, ilme, kalbe ve erdeme dayalı nahif bir geçmişi... Zarafet ve letafet dolu bir geçmişin yokluğunu hissetmeyen, özlemeyen var mı acaba aramızda! Yokluğunu hissettiğimiz ne çok şey var aslında... Bunlardan biri de Ramazan kültürü. Bir Türk yurdu cemiyeti olan Türk Ocakları Karaman Şubesi Başkanı Yunus Turan ile bir Ramazan günü buluştuk. Özlediğimiz milli ve manevi değerleri konuştuk. Kah güldük, kah hüzünlendik. Ama en çok da kendimizi ve kentimizi sorguladık.

Turan: Karaman Mütedeyyin Bir Şehir, Türklüğün Hasının Yaşandığı Bir Şehir

Röportaj: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK Fotoğraf: Murat ÖZÜNAL
Sohbet ehli okurları buyur edeceğimiz keyifli bir yazı dizisine hoşgeldiniz.
-Yokluğunu hissettiğimiz birçok şey var hayatımızda...  Bunlardan biri de ramazan kültürü. Neden değişiyoruzu konuşacağız ama öncesinde çocukluk günlerinizin ramazan anılarından bahsetmenizi isteyeceğim. Unutamadığınız sizi etkileyen bir ramazan anınız var mı?

Yunus Turan: Ben öncelikle Karaman’da Uyanış ailesine şahsıma gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Yıllardan bugüne, onur ve şerefle, dürüst bir basın anlayışıyla, başarılı bir basın hayatınız var. Ayrıca tebrik ediyorum.

“Anlatacak o kadar çok şey var ki. Yokluk zamanlarındaki huzuru, o mutluluğu tarif etmekte zorlanıyorum. Çok zaman oldu o kokuyu alamıyorum...”

70’li yılların sonlarıdır benim çocukluğumun Ramazanı… Odun pazarında bir hızar dükkânımız vardı bizim. Şimdi yıkılmış. Önünden de dere akardı. Karaman’ın pek çok yerindedere vardı. Etrafında ağaçlar, kurbağalar… Kuşların göç güzergâhı idi Karaman ve kuşlar dans ederek sürüyle geçerlerdi, leylekleri görürdünüz,elektrik direklerinin üstüne yuva yaparlardı…  Her sene görürdük. Şimdi akan bir dere kalmadı, ağaç da, kurbağa da, leylek de…
Her yerde tarihi çeşmeler vardı. Bazılarına “bu su çürük su” içilmez derdik, içmezdik. Su sürekli akardı yalaklara, nerden gelirdi, nereye giderdi…
Geçmişten gelen bir inanış vardı, kurşun dökmek. Oturursun odanın orta yerine, üzerine bir örtü örtülür, etrafında kadınlar toplanır, içlerinden biri örtünün üzerinden eritilmiş kurşunu su dolu bir tasın içine birden döker, kurşunun aldığı şekle göre de senin ile ilgili bir takım keşiflerde bulunurlardı.
Hani kurşun döküldüğünde anam bir yumurta verir elime, çeşmeye gidip o çeşmeye çarpıp koşmadan geri döneceksin, gelirken de arkana bakmayacaksın derdi. Komşumuz Cengiz Tartan öğretmenin ve annesi Sabahat teyzenin evi ile bitişik olan çeşmeye çarpar, arkama bakmadan gelirdim. Nedenini halen bilmem… O çeşme yıkılmadı, restore de edilmedi halen durur. Ama annemin ahretliği Sebahat teyze de, Cengiz hoca da rahmetli oldular.

“Karaman mütedeyyin bir şehir, Türklüğün hasının yaşandığı bir şehir”

Ben o yıllarda hızar dükkânımızda çalışırdım. 10 yaşlarımdayım. Ve o günden bu güne oruç tutmadığım bir günü hiç hatırlamam. Çünkü Karaman mütedeyyin bir şehir, Türklüğün hasının yaşandığı bir şehir… Burada doğmuşuz, bu kültürle yoğrulmuş, büyümüşüz. Kişiliğimiz böyle oluşmuş. Pekçok anım var o yıllara dair. Ama birini hiç unutamam. Günün en uzun olduğu sıcak yaz aylarına denk gelir Ramazan o yıllarda. Kavak ağaçlarını biçer, tahtalarını dışarı dizerdik. Kavak ağacı yaş-ıslak olurdu ve ikindi vakti en çok susadığın vakit, çocukluk halinle o tahtaların üzerinde, yaş kavağın serinliğinde uyurdum. Ama o akşam bir türlü olmazdı.
Ramazan ayının olmazsa olmazları börekler hazırlanır, mahalleli birlikte toplanır erişteler kesilirdi bizim evin hayatında. Babam tahin alır, fırına verir, “tahinli ekmek” olmadan sahurumuz olmazdı bizim. Çocukluk halimizle iftarlık beklerdik. Benim ne güzel iftarlığım leblebi şekerdi…
“Tekesakal” lakabıyla anılan meşhur rahmetli vaiz Fahrettin Bilgiç hoca benim hocamdı. Ramazan’da Hacı Osman Ağa Mescidinde o imam olur, ben müezzin olurdum. Hoparlör yoktu, taşın üstüne çıkar ezan okurdum. Akşam olduğunda iftardan önce babamla mescide gider akşam namazını kılar, namazdan sonra eve döner, sonra akşam iftar yemeğini yerdik. Mescidin yanında Tevfik amcanın evi vardı rahmetli Tevfik Hebepçi… Ben onu evliya filan sanırdım o zamanlar. Evi mescidin yanında olduğundan akşam namazında bir tepsinin üzerine zeytin koyar getirir, mescitte namaz kılanlar onun getirdiği zeytinle açardı orucunu. Bir de gül reçelini unutmuyorum. Açlığımdan mıdır, lezzetinden midir bilmem benim çok hoşuma giderdi.  Allah rahmet eylesin…
Davulcular erken geçerdi. Sahurda davulcuyu görmek için “beni erken kaldırın” diye yalvarırdım anama… “davulcu” yalnızca ramazana ait çünkü ve davulcuyu görmek isterdim çocukluk halimle işte… Sonra en büyük abimiz rahmetli Mesut abim mahallenin davulunu çalmaya başladı,ben de onunla birlikte gezerdim sokak sokak…
İki göz bir aralık evimizin aralığında yapardık sahurumuzu… Anlatacak o kadar çok şey var ki. Yokluk zamanlarındaki huzuru, o mutluluğu tarif etmekte zorlanıyorum. Çok zaman oldu o kokuyu alamıyorum.

Zarafet ve letafet dolu bir geçmişin mirasçısı olmak kolay görünmüyor. Neden değişmek istiyoruz? Değişirken nerede hata yapıyoruz sizce?

Yunus Turan: Geçmişte bir zarafet vardı veo güzellikler yaşanırdı. Güzel bakar, güzel görür, güzel düşünürdü insanlar. O zamanlar güzel olanın bir alıcısı vardı. Belki bugünkü kadar teknolojik değildik ama mutlu insanlardık biz. İnsandık, insanlıklıydık biz… Komşuluk, akrabalık bağlarımız, yardımlaşmamız, birlik ve beraberliğimiz, millet olma şuurumuz, Türk-Türklük, millet, devlet, ahlak, din anlayışımız, inanç, kültür ve değerlerimizle birlikte yaşantımız. Büyüğe saygımız, küçüklere sevgimiz, geleceğe dair planlarımız, duygularımız, hayallerimiz... Biz inançlarımıza, dünya görüşlerimize, birbirimize karşı samimiydik. Bugünlerde özlemini duyduğumuz güzelliklerdi hepsi.
Biz değişimi bir hedef olarak koyduk önümüze ve değiştik. Hâlbuki değişim ve gelişim aynı değildi. Her gelişme bir değişimdir ama her değişim bir gelişme değildir. Değişim teknolojide, bilimde, medeniyette olmalıdır. Elbette kültür de zaman içerisinde değişir, farklı kültürlerden etkilenir. Dil de bir canlı gibidir, yaşar, gelişir mesela… Ama o özlemini duyduğumuz güzellikler hep kalsaydı keşke. Değişmeseydi de Türk olarak Türk’ün o güzel değerleriyle birlikte yaşamaya devam etseydik.
Aslında kültürel değişimin, bu güzelliklerin yok olmasının başlangıcı bence o yıllarda televizyonun hayatımıza girmesi olmuştur diye düşünüyorum.
Sonrasında biz hatayı; değişim diyerek Türklüğümüzün o güzel değerlerinden uzaklaştığımızda yaptık. Bir dönem Türklük bir etnik grup olarak görüldü. “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıları silindi benim dağımdan taşımdan ve yerine “önce vatan” yazıları yazıldı. Türkçülük fikriyatı “ırkçılık” diye gösterilip kötülendi. Milliyetçilik, millet anlayışı, Türklük duyguları etkisizleştirildi. Bu din adına, “ümmetçilik” denerek yapıldı. Kimi zaman din yerine Arap kültürü alındı. Türklük tahrif edildi, bozuldu…  Aynı topraklar üzerinde bir millet şuuruyla mutlu, huzurlu yaşarken, birden bir şeylerin intikamını alırcasına Türklüğe, Türk kültürüne çok yönden saldırdılar. Çünkü Türk milletini yıkmanın yolu Türk’ün kültürünü yani o mirasçısı olduğumuz zarafet dolu geçmişi bu güne evirttiler. Bugün ise saldırı dört bir yandan... İnternet, sosyal medya, televizyon programları, dizileri, filmleri...Başarılı da oldular. Bugün yaşanan sıkıntıların pek çoğunun kaynağı bu değişimdir. Bu bir gelişme değil bir değişimdir. Ve heba edilmiş bir gençliğinhazin hikâyesidir.

“Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun Türk olan herkes bizim doğal üyemizdir”

Hâlbuki Türklük bir etnik grup değil, bu ülkenin asli unsurudur. Milliyetçilik anlayışımız da Atatürk’ün çizdiği kültürel milliyetçiliktir. Elbette kan, gen, ırk önemlidir ancak kendine Türk diyen, Türk kabul eden, Türk olarak hisseden ve bununla gurur duyan herkesi de Türk olarak kabul ettik. “Biz Hep Birlikte Türk Milletiyiz” dedik. Türklüğü tarihten çekseniz tarih kalmaz. Türk milletinin diliyle, konuşmasıyla, giyimi ile tarihe geçmiş kişilikleri ile kültürü ile hassasiyetleri ile uğraştılar. Hep ikilik çıkardılar, ayrıştırdılar, böldüler. Türk gençlerine de batıya özentiyi aşıladılar. Türklükten kopardılar. Eğer yapılanlar kasıtlı değilse, en büyük hata budur.
Görüldüğü gibi aynı dinin mensubu olmak insanları birleştirmeye yetmedi. İslam dünyası bile paramparça. Geçmişte olduğu gibi artık din savaşları yok günümüzde… Aynı kültüre sahip insanlardan müteşekkil Ulus Devletler de küresel sistem içinde parçalanmaya, küçük devletler haline getirilmeye, yok edilmeye çalışılıyor.
Zaman zaman badireler atlatsa da, kim ne yaparsa yapsın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulus devlet olarak varlığını sonsuza kadar sürdürecektir. Ceddinden aldığı genleri ile o zarafet dolu, asalet dolu, onurluvasfına, aslına dönecektir. Ben böyle inanıyorum.

Türk Ocakları olarak yalnızca felsefi ve tarihî konularda değil sağlıklı beslenmeden, kitap okuma alışkanlığına kadar pek çok farklı konularda da toplantılar düzenlediniz. Bu önemli bir detay! Detay, teferruat neden önemlidir?

“Türk Ocakları bir siyasi dernek gibi görülüyor. Hâlbuki Türk Ocakları Kamu Yararına Çalışan bir dernektir”

Yunus Turan: Bizim logomuz Bozkurttur, adımız da Ocak… Bozkurt Türklüğün bir simgesidir. Atatürk’ün Türklüğün bu simgesine verdiği önemi biliyoruz. Bu siyasi çağrışımlar yapıyor insanlarda… Bu nedenle Türk Ocakları bir siyasi dernek gibi görülüyor.Hâlbuki Türk Ocakları Kamu Yararına Çalışan bir dernektir. Siyasetten tamamen uzaktır. Ancak ülkenin zararına gelişen hadiselerin de karşısındadır.
Sayın Valilerimizden biri “Kaç üyeniz var?” diye sormuştu. “250 bin Sayın Valim” dedim. “Nasıl yani?” dedi. “”Karaman’ın nüfusu kadar bizim üyemiz efendim” deyince, “Doğru, haklısın” demişti. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun Türk olan herkes bizim doğal üyemizdir.
Türk Ocağı görüşlerini her durumda dile getirir. Zaman zaman yapılan bölge toplantıları, istişare toplantılarında kararlar alınır, alınan kararlar ve Türk Ocaklarının o konudaki görüşleri, ilgililere, milletvekillerine, bakanlara, Cumhurbaşkanına iletilir.
Andımız konusunda, Anayasamızın değiştirilemez dört maddesi konusunda, Çözüm Süreci konusunda, 15 Temmuz kalkışması, Cemaat ve Tarikatlar, Suriyeliler ve mülteciler, etnik fitne- PKK, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Evet-Hayır referandumu, Türk Devletleri ile ilişkilerin geliştirilmesi gibi pek çok konudan, ülkenin eğitiminden, sağlığından, güvenliğinden, adaletine, tarımından, teknolojisine kadar pek çok konuda görüşlerimiz açık, net ve bellidir. 
Bu bir siyaset değildir. Yani particilik yapmaz, her partiye eşit mesafededir. Kimi partiler bu görüşlere yakındır, kimileri uzaktır. Karaman Türk Ocağı olarak uzun yıllar kamuya ve insanlarımıza bu yapımızı ve genel duruşumuzu anlatmaya uğraştık. Bu bizim için çok zaman kaybı oldu. Hani halk bir tarafa, halen Türk Ocağını bilmeyen idareciler var, okumuş, yazmış insanlar var ve kişilerde oluşan önyargıyı silmeye çabalıyoruz.
Türk Ocağının tüm dernekler, STK’lar yanında ayrı bir önemi, tarihi ve köklü bir mazisi vardır. Balkan harbini görmüş, İstanbul’un işgal edilişini görmüş, o günün şartlarında düşmana karşı tepkisini koymuş büyük mitingler düzenlemiş, Çanakkale’de, İstiklal Harbinde şehitler vermiş, Cumhuriyetin kuruluşunda, ülkenin kültürel hayatının gelişmesinde önemli ve aktif rol almış bir dernektir. Bu yıl kuruluşunun 110. yılını kutladık.
Bilindiği üzere Kamu yararına çalışan derneklerin faaliyetleri genel itibarıyla; yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik çözümler üretecek ve toplumsal gelişmeye katkı sağlayacak nitelikte faaliyetlerdir.
Son zamanlarda sağlıklı beslenme, kitap okuma alışkanlığı, çocukların yetişmesi, gelişimi, Türklerin kadına verdiği değer gibi konularda programlar yaptık. Bugün ihtiyacını duyduğumuz her konuda programlar yaptık.Daha da yapacağız ve devam edeceğiz… Bir de açıkçası bu tür hususlar günümüzde ülkemizin önemli sorunları olduğu kadar Türk Ocağımızda bu tür programların da yapıldığını göstermek istiyoruz.
Bakın geçmişte de Türk Ocağımızda bu tür programlar yapılmış. Hem de bizim yaptığımız faaliyetler onların yaptıklarının yapında hiç kalır. Yusuf Yıldırım hoca Karaman’da Türk Ocağının kuruluş tarihini, kurucularının kimler olduğunu yazdı, sizin internet sayfanızda da yayınlandı... Tarihi binasının resimlerini yayınladık. İşte o yıllarda Karaman Türk Ocağı o binada yeni alfabenin yerleşmesi, insanların okumasını yazmasını sağlamak için okuma yazma kursları açıyor. Çünkü dil devrimi yapılmış. İnsanlar okuma yazma bilmiyorlar. O günün ihtiyacı; halka okumayı, yazmayı öğretmek. 1926’da ve 1928’de Karaman Türk Ocağı Hâkimiyet-i Milliye Gazetesine yaptığı faaliyetlerle ilgili haber yapıyor. Bunu da internet sayfamızda yayınladık.
Daha pek çok faaliyetler... Okuma, yazma kursları yanı sıra kadınlara biçki, dikiş nakış kursları açıyor, keman, piyano kursları, çorap örme kursu açıyor, Atatürk’ün yaptığı devrimlerin millete yerleşmesi, insanların bilinçlenmesi yönünde pek çok faaliyetler yürütüyor.
Çok önemli bir şey söyleyeyim; Türk Ocağımızın 1925 yılında yaptığı faaliyetlerine ulaştık. İlimizde Türk Hava Kurumu kuruluyor. O günkü adıyla Tayyare Cemiyeti. Ve Karaman Türk Ocağı Türk Hava Kurumu menfaatine şiir ve piyeslerden oluşan bir müsamere(eğlenceli gösteri) tertip ediyor. Aynı programda yeni kurulmuş bir Cumhuriyetin gelişmesi için memleket halkını bilinçlendirmeye yönelik konuşmalar yapılıyor ve elde edilen gelir de Tayyare Cemiyetine veriliyor.
Evet dediğiniz gibi detay önemli. Ben küçük detaylara çok dikkat ederim.Düzenlediğimiz bir programın en ince ayrıntısına kadar hesaplarım. Arkadaşlarım kızarlar bazen… Ama ben küçük hataların önlenmesinin büyük hataların işlenmesinin önüne geçeceğine inanıyorum. Detaya bu nedenle önem veriyorum.

Sohbetimize başlarken yokluğunu hissettiğimiz birçok şey var hayatımızda dedik. Siz en çok nelerin yokluğunu hissediyorsunuz?

“Ben bugün en çok insanlarda hoşgörünün kalmadığını görüyorum. Hani Yunus’un şehri, nerede hoşgörü?”

Yunus Turan:O kadar çok şey var ki eksikliğini hissettiğimiz!...
Bugün insanlarımızın kendi inancına-dinine, ailesine, milletine, ideallerine-fikrine samimiyet ve sadakat, başkalarının dünya görüşlerine de saygı göstermeleri gerekiyor. Kula kulluk değil, inanç, kültür ve değerlerine sadakat... Sonra bir şeyi yapmak için o şeyi yapmayı istemek gerekiyor. Ülküsü, hedefi yani idealleri de olacak insanın... Hayalleri olacak…  Sonra okumak, öğrenmek geliyor. Okumak yetmiyor, anlamak, düşünmek gerekiyor.Düşündüğünü yorumlamak, değerlendirmek... Başkalarının düşünmesi değil, kendi fikirleri oluşacak… Bilgi çağında bilim tahsil etmek gerekiyor… Sonra sorgulamak, doğruyu bulmak ve inanmak gerekiyor. Doğruları hücrelerine kadar sindirmek, inandığı gibi yaşamak gerekiyor... Sevmek ve saymak gerekiyor. Kendine güven ve kendini bilmesi, insan olması gerekiyor... Çalışmak, çok çalışmak, üretmek gerekiyor. Muhtacı korumak, kollamak, kırmamak, yardımlaşmak gerekiyor. Fedakârlık gerekiyor. Milletinin derdiyle dertlenmek, yanlışa tepki göstermek, inanç, kültür ve değerleri için mücadele etmek, savaşmak gerekiyor.
Bir Türk milliyetçisinin ilk hedefi; “Milli birlik ve beraberliğin” tesis edilmesidir. İlki budur… Önemlidir çünkü bu ülkenin insanları hep ayrıştırılarak, farklılaştırılarak, ötekileştirilerek bölünmek ve parçalanmak isteniyor. Ülkenin sorunlarının en başında bu geliyor. Aynı amaç için hep birlikte mücadele eden Türk milletinin önünde kimsenin duramayacağını Türk-Türklük düşmanları da biliyorlar. Bu nedenle de sürekli olarak suni bir takım gündemler oluşturuluyor ve insanlar ayrıştırılıyor, birbirlerine kinli kinli bakar hale getiriliyor.Her şey siyaset ve din gözlüğü ile değerlendiriliyor. Siyaseti insanların birinci önceliği olmaktan çıkardığımızda sorunlar yarı yarıya çözülür. Sonra bu ülkede bir ırk-ırkçılık sorunu filan yok. Hangi zenciye hani Türk zulüm etmiş de Arap’ın Aceme olan üstünlüğü anlatılıyor sürekli? Dün bir ekmeği ikiye bölüp paylaşanlar, bugün düşmanlar birbirlerine…Neden?
Hâlbuki biz aynı kolun parmaklarıyız, aynı milletin evlatlarıyız. İnsanlar gözlerine takılan bu gözlük ile birbirlerine “hain” diyebiliyorlar, hakaret edebiliyorlar. Bu daha çok siyasi bir takım hırslarla, belki kasıtlı olarak, belki de bilmeden yapılıyor bilmiyorum ama siyaset anlayışını kişilerin birinci önceliği olmaktan çıkardığımızda pek çok sorun kendiliğinden düzelecektir diye düşünüyorum. Ben bugün en çok insanlardaki hoşgörünün kalmadığını görüyorum. Hani Yunus’un şehri, nerede hoşgörü?
Birbirimize saygımızı, sevgiyi, hoşgörüyü kısacası Türklüğün kültür ve değerlerini ve insanlığın vasıflarını yitirdik biz…
Parti-siyaset, sendika, solcu-sağcı, alevi- sünni, kadın-erkek, İHL’li olan olmayan, dindar-dindar değil, şucu-bucu gözlüklerini çıkarıp hep birlikte Türk milleti olmanın güzelliğini yaşamalıyız. Bakın bütün bunlar için samimiyet gerekiyor. Türk isen, bunun için ne yaptın? Müslüman isen, kaç fakiri doyurdun, giydirdin? İnandığın gibi, konuştuğun gibi yaşıyor musun? Türk; Türk gibi yaşamıyor, Müslüman da Müslüman gibi… Ne Türklüğün değeri, gurur ve şuuru, ne İslam’ın ahlak ve fazileti kaldı!
Bir de her konuda “boşvermişlik” yaşanıyor. Milletinin derdiyle dertlenmeyen, “bencil” insanlar olduk. Her şeyimiz “gösteriş” oldu. Herkeste bizim üretmediğimiz mallara bir “özenti” var. “En hızlı araba, en yeni telefon, en büyük televizyon...”
Hissiz, ruhsuz, tepkisiz, yanlışı eleştirmeyen, yanlışa doğru diyen yahut korkudan sesini çıkaramayan insanlar olduk. Tüm bunların bir sonucu olarak; devlet anlayışı, devlet malı, din anlayışı, Türklük, millet anlayışı, kültür ve değerler...Devlet kadar önemli insanların devlet ve adalet anlayışı… Bu anlayış yok olursa devlet biter. Yazık ki hepsi değişti.
Türk milletinin zilletten kurtulup Âleme nizamı getirmesi için tek bir şey yapılmalıdır. Reçete budur. Bunun için bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin, etnik köken, ırk, din, cinsiyet, mezhep, siyaset, sendikafarkı olmaksızın, bütünüyle herkesin birlikte mücadele edeceği, uğruna öleceği “ortak bir ülkü” etrafında birleştirilmesi gerekmektedir. Herkes bu ülkü, hedef ile ülkesine hizmet etmelidir.Gençlerin bugün geleceğe dair bir hedefleri yok. Bu ülkü küçük yaşlardan verilmelidir.Doktoru bunun için hasta bakmalı, çiftçisi bu ülkü uğruna buğday ekmelidir. İnsanlar bu ülküleri için vergi vermeyi istemelidir. Karşı gelenler “vatana ihanet” ile cezalandırılmalıdır. Birlik ve beraberliğin tesis edilmesi, aynı ülkü etrafında hep birlikte, aynı hedefe doğru yürümek… Reçete budur.

“1919 yılından öncesinde Karaman’da Türk Ocakları olduğunu biliyoruz”

Gelelim Türk Ocakları'na. Bir Türk yurdu cemiyeti olan Türk Ocakları'nın vazifesi nedir? Siz Karaman'da bugüne kadar neler yaptınız?

Yunus Turan: Türk Ocaklarının ülküsü dernek tüzüğümüzün 2. Maddesinde belirtilmiş. “Dernek; millî kültürün (hars), ahlâk ve fikir hayatının geliştirilmesi, millî birliğin kuvvetlendirilmesi, toplum yapısının sağlamlaştırılması ve Türklüğün yüceltilmesi amacıyla kurulmuştur. Kısaca “Türk Milliyetçiliği” olarak da adlandırılan bu amaç, Derneğin “Millî Ülkü (mefkûre)” südür.” Bu amaçla bir takım faaliyetler yürütüyoruz.
1919 yılından öncesinde Karaman’da Türk Ocağının olduğunu biliyoruz. Öncesinde kapatılmış olan Ocağımız Karaman’da en son olarak 2005 yılında yeniden açıldı. O günden bugüne hem kendi içimizde hem halka yönelik olarak derneğin amaçları doğrultusunda pek çok konferanslar, paneller düzenledik. Şiir ve müzik programları, iftar programları düzenledik. Özel günlerle ilgili programlar yaptık. Yapılan programlara iştirak ettik. Mevcut imkânlar dâhilinde ilimizin ve ülkemizin kültürel hayatına katkıda bulunmaya çalıştık. Çalışmalarımızı basınla paylaştık.Halen yapacağımız çok projemiz ve çalışmalarımız var. Bir kamu yararına çalışan dernek olarak ihtiyaç duyulan her konuda faaliyetler yürütme gayreti içinde olacağız…
Genel itibarıyla Türk Ocaklarımız tarafından Türk dünyası ile ilişkiler sürdürülüyor. Türk dünyasında olmayan ülkelere, illere yeni Türk Ocakları açılıyor, yardımlar yapılıyor… En son K.Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Kırım, Kerkük, Telafer, Erbil, Kırgızistan ve Suriye’deki Türklere yardım yapılıyor. Kurban bayramlarında Türk dünyasında, kurban bağışları yapılıyor. İhtiyaçlı öğrencilere burs veriliyor.
Türk Yurdu dergimiz var 1911’den bugüne yayın yapıyor. Hakemli bir dergi ve onu yaşatmak için çalışıyoruz. Gençlere yönelik şiir, makale yarışmaları düzenleniyor. Türk Yurdu okullarımız var.
Türk Ocakları akademik faaliyetler de yürütüyor. İlimizde bu pek mümkün olamadı. Üniversitelerimizdeki yüzlerce profesör, doçent ve diğer akademik üyelerimiz tarafından ülkenin problemleri ve çözümü konularında kitaplar yazılıyor, yayınlanıyor. Kimi illerimizde Türk Ocağı Akademilerimiz var ve buralarda yarın ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak Türk milliyetçisi gençlerimiz yetişiyor.
Ülkemizde eksikliği görülen konularda konferanslar, paneller düzenleniyor. Problemler tespit ediliyor ve ilgililere, yetkililere çözüm önerileri sunuluyor.
Türk Ocakları, geçmişten bugüne 110 yıldır ülkenin âli menfaatleri için çalışıyor.

Yeri gelmişken sormak isterim. Tarihi ve kültürü ile Karaman kadim bir şehir. Türk Dili ile ilgili yapılan çalışmaları, bayram etkinliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Dil Bayramı, bayram olmaktan çıktı”

Yunus Turan: Şu son iki yıldır pandemi nedeniyle belki aksamalar oldu. Ama ondan öncesinde de Yunus Emre, Türk Dili, Türkçe, Karamanoğlu Mehmet Bey, Karaman ilinin tanıtımı konularında çok da bir şey yapıldığı söylenemez. Resmi kurumlar arasında göstermelik programlar oldu. Geçmişte, bizim çocukluğumuzdaki, o halkın da içinde bulunduğu, hakikaten bir bayram olarak kutlandığı bayramlar artık yok. Dil Bayramı, bayram olmaktan çıktı.
Yıllardır milli bayramlarımız bile kutlanmıyor. Türklüğü bir etnik grup olarak gösterirseniz, Türkçeyi, Türk dilini önemsizleştirirsiniz. Milli hassasiyetler, şevk kalmadı insanlarda. Büyük ölçüde bunun etkisi diye düşünüyorum. Çünkü bayramdan alacağı duyguları başka şeylerden alıyor. Ama bunlar milli duygular olmuyor. Ne işi olur dil ile bayram ile!
Yani zamanın getirdiği bir şey ve zaman içinde duygular köreldi zannımca.Her şeyde olduğu gibi… Eski aşklar neden yaşanmıyor mesela! Biten pek çok güzel şey gibi bunlar da bitti. Bizim bir zenginlik olarak gördüğümüz farklı unsurlarınayrıştırılması, “Türk insanının” ülkenin etnik bir unsuru gibi görülerek etnik fitnenin kaşınması,farklı etnik unsurların birliği noktasında Türk kimliğinin kabul edilmeyip “din-ümmet” anlayışının bu birleştiriciliği sağlayacağı düşüncesinin yerleştirilmeye çalışılması, resmi dilimiz Türk dili yerine anadilde eğitimin tartışmaya açılması, devlet eliyle farklı dillerde Televizyon kanallarıkurulması, üniversitelerde Kürdoloji Enstitülerinin açılması, okullarda seçmeli ders olarak Kürtçenin de konması, Kürtçe Kur’an hazırlatılması, yazılı bir dili olmayan, konuşma dili olan Kürtçe için alfabe hazırlanması, Kürt insanını birleştirmek yerine ayrıştırmıştır. Çünkü aynı kültürü paylaşan Kürt insanına “Sen Kürtsün, senin hakların var, bak sen ayrı dili konuşuyorsun…” demek birleştirmez, tam tersi böler. Haliyle devletin bu tür uygulamaları Türk diline verilen önemi köreltmiştir. Şimdi geriye dönüldü ancak iş işten geçti.
Şimdi gençler “Türküm, doğruyum, çalışkanım”, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”, Ne Mutlu Türküm Diyene” demiyor. Bir Türk çocuğunun dil hassasiyeti kalmadı. Bu da o gençlerin bir hatası, yanlışı değil.
Ayrıca ben Karaman’ın bir yerlisi olarak; Karamanlının, eskiden olduğu gibi Türkçe ve Türk dili, Karamanoğlu Mehmet Bey, Yunus Emre hassasiyetinin kaldığını düşünmüyorum. Kiminle kutlayacaksın, nasıl kutlayacaksın?
Belki zaman alacaktır geriye dönmek ama her şeye rağmen milli bayramlar, hem Dil Bayramı bayram olarak kutlanmalıdır. Halkın da bu bayramlara katılımı sağlanmalıdır. Milli duygular, sadece dil değil bütün Türk kültürü çocukluktan verilmelidir.

Tüm konuklarıma soruyorum. Sancılı bir dönemden geçerken hayatımıza giren bir Z kuşağı kavramı var. Kimileri endişeli kimileri umutlu... Siz neler düşünüyorsunuz Z kuşağı için...

Yunus Turan: Dünya iki şey üzerine inşa edilmiş. İyi ve kötü…
Bu kuşak ta öyle.
İlki ve çoğunluğu; harcanmış bir gençlik. Heba edilmiş… Bir yandan sorgulayan ama diğer yandan önceliği Türklük, ülke, devlet, vatan, bayrak, inanç, kültür ve değerler olmayan Türklükten de İslam’dan da uzak bir gençlik Z Kuşağı. Vatandaşlık duygusu, paylaşım, yardımlaşma ve birlikte yaşama duygusu olmayan bir gençlik.
İnsanlara yardım etmeyen, yolda bulduğu bir para için sahibini aramayı düşünmeyen, devletin malını yemeyi meşru sayan, kula kulluk edip, başkalarının yanlışlarını dahi doğru sayan, örnek alan, internet, sosyal medya, diğer teknolojik vakit harcama makinelerinin etkisinde, dış çevrenin baskısı altında çaresiz kalmış, teslim olmuş, kolay yolu seçmiş ve mücadele yerine kaçmayı tercih eden bir gençlik…
Okumayan ama her şeyi bilen, üniversite mezunu ama ülkesinin başkentini bilmeyen, TikTok gibi bir gencin meyledebileceği programlara mahkûm edilmiş ne Müslüman olmuş Müslüman olarak yaşamış, ne Türk olmuş Türk olarak yaşamış, arada kalmış, cahil anne, babaların, bozuk aile yapısının cahil çocukları… Bu yüzden uyuşturucu kullanımı artmış, suç oranları artmış…
Asla suçlamıyorum onları çünkü bu suç bizim suçumuz. Bizler de onlara uyum sağlamışız. Televizyon programlarını, dizilerini, filmlerini izleyince, o kadın programlarındaki, yarışma programlarındaki aileleri, insanları seyredince “biz nereye gelmişiz” diyorum. İşte başta sorduğunuz değişim ama gelişememe bu! Bunda çocuğun ne suçu var? Sorumluları tamamen kendimiziz. 
Bu Z Kuşağının bir yüzü… Diğer yüzü ise çok daha başka… Evet, iyi bir nesil de geliyor. Doğruyu ve yanlışı ayırt eden, sorgulayan bir nesil. Başkalarının aklı ile değil, kendi aklı ile doğruyu buluyor. Bu kuşak hakkı, adaleti biliyor. Devletin önemini düşünebiliyor. Okuyan ve öğrenen, çalışkan bir nesil... Teknolojiyi doğru kullanıyor. Türkçü, Atatürkçü, düşünebilen, çalışkan bir nesil...
Bu çocuklar hikâye, masal dinlememişler, kendilerine dair bir dünyaları yok, hayal kuramıyorlar çünkü çizgi filmlerde başkalarının hayalleri ile büyüyor. Kimi duygulardan mahrum kalmışsa da ben bu nesilden ümitliyim açıkçası.İşte gelecekte ülkenin yönetimini bunlarınalması gerekiyor. Bu kuşak ülkenin başka ülkelerin boyunduruğu altında kalmasını istemiyor. Bunu görüyor. Yanlışı ve doğruyu ayırt edebiliyor. Kısacası kendini biliyor.
Hani birisi diyor ki; “Z kuşağı ile bizim kuşak, iki ayrı dünyada yaşayan farklı canlılar kadar öylesine birbirinden uzak. Biz onları anlamıyoruz”
Yapılması gereken, bize düşen; mevcut teknolojik gelişmeye paralel olarak onların bilişsel düzeyde gelişimlerini sağlamak olmalıdır. Kendi başlarına bırakmak değil, onları anlamaya çalışmak, Türklük bilinci ile yetiştirmek, vatanına, ülkesine, milletine, ailesine karşı sorumlu bireyler olmaları için destek vermek olmalıdır. Ülkenin geleceği onlar sayesinde olacaktır. 

Son olarak şunu sormak istiyorum. Aktif bir sosyal medya kullanıcısı olarak, sosyal medya okuryazarlığını nasıl buluyorsunuz?

Bu sohbetimiz de uzun yazı olacak diyor ve gülümsüyor Yunus Turan: Sosyal medyada uzun yazılar okunmuyor biliyorum. Okunmasa da ben uzun yazıyorum, tarihe bir not düşmek için yapıyorum. Sosyal medyada yalan yanlış çok şey var. Cahil kullanıcı çok fazla ve onları yönlendirmek, kandırmak hiç zor değil. Çünkü dünyayı gözüne taktığı gözlükle görüyor, olayları böyle okuyor, değerlendiriyor.Hiç araştırmıyor. Zaman zaman bunları yazıyorum.
Ben Ocağımıza gelen gençlere “Televizyonu önünden değil, arkasından seyredin” diyorum. “Başkanım arkasından seyredilir mi?” diyorlar.
Söylemek istediğim medyanın bir görünen yüzü var, bir de görünmeyeni… Bir programı seyredersin zevkle belki ama gerçekte verilmek istenen nedir? Bu iyi de olabilir, kötü de olabilir. Doğru da olabilir, seni bir şeylere yönlendirmek için de… Ben televizyon programlarının çoğunun gençleri iyiliğe, güzelliğe yönlendirdiğini ve iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Yunus Turan: Biz bütün unsurlarımızla birlikte Türk olarak varız. Binlerce yıllık onurlu tarihimiz var. Bilinen tarihin her döneminde Türk izini görürsünüz. Ülke sınırlarımızı hiçbir zaman başkasına cetvelle çizdirtmemişiz. Kadın, erkek, çocuk, ihtiyar kan dökmüş, can vermişiz. Bayrağımız var, kanunlarımız ve kurallarımız var. Devletimiz var bizim. Eksikleriyle, yanlışlarıyla… Bu ülke bizim ülkemiz, devlet bizim devletimiz. Bizim ülkemizin dışında bizimle aynı kültüre sahip, aynı bulgur pilavı, kuru fasulye yiyen başka Türk devletleri de var. Biz büyük bir milletiz… Ve sorunların üstesinden birlikte geleceğiz başka yolu yok.
Karaman’da Uyanış ailesine “Bizim Uyanış” diyorum, Türk Ocağımıza gösterdiğiniz ilgiden dolayı da teşekkür ediyorum.