Karasipahi: "Sanatın insan yaşamını yaratıcı ve özgür kılabilme ihtimalini seviyorum"

TAKİP ET

Hayat dolu bir enerjisi var Neşe Karasipahi'nin… Kaygılı ama umutlu, sıska bir karamsarlık ama güçlü ve yapıcı bir kadın… Karaman'dan İstanbul'a uzanan bir hayat hikâyesi okuyacaksınız. Okul sıralarında başlayan bir tutku öyküsü…

Karasipahi: Sanatın insan yaşamını yaratıcı ve özgür kılabilme ihtimalini seviyorum


Röportaj: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK Fotoğraf: Sultan AKBULUT
Okul yıllarından tanıyorum Neşe Karasipahi’yi … Yıllar sonra yine okul yolunda buluştuk. Sanatına ve Karaman’a dair keyifli bir sohbet oldu. Şu aralar kültürel hafızanın ayak izlerini sürüyor. Sürekli araştırıyor, sorguluyor çocuk gibi meraklı bir o kadar da heyecanlı bir kalbi var.

-Sorularıma geçmeden önce okurlarımıza kendini tanıtmanı isteyeceğim. Kimdir Neşe Karasipahi?

Neşe Karasipahi:Karaman doğumluyum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü mezunuyum. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyorum.

-Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümü’nde eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Atatürk Oto Sanayi’deki atölyeni açtın. Neden İstanbul?

“İlk yaptığım iş Karaman’a Muammer Baran anıtı oldu”

Neşe Karasipahi:
Mimar Sinan Üniversitesi'de heykel bölümünü bitirdikten sonra Maslakta atölyemi açtım. İlk yaptığım iş de Karaman'a Muammer Baran'ın anıtı oldu. Yaklaşık üç metre boyunda, kendisi gibi rengârenk bir heykel çıktı ortaya. Sonra GS Stadyumuna çeşitli heykeller yaptım, sergilerime hazırlık süreçlerini de atölyemde gerçekleştirdim.
İstanbul ekonominin, üretimin, akışın dolayısıyla sanatın  da merkezi ve bir sanatçı olarak  merkeze yakın olmak, sergileri takip edebilmek, sanat izleyicisiyle yakın temasta olmak için İstanbul'da olmayı tercih ettim. Zaten Mimar Sinan Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul'da kalmaktan başka bir şey de düşünmedim.

Sonra neler oldu? Hepsini konuşalım istiyorum ama şunu merak ettim “Ben heykeltıraş olacağım dediğinde ailen ne demişti?

Neşe Karasipahi:
Bir süre piyasaya işler yaptım. Anıt, dekoratif işler, kurumsal işler, tasarımlar vs. Sonra bu işler beni biraz sıktı diyebilirim, yani yapmak istediğim üretimler, heykeller daha başka boyuttaydı ve bunları yapmak için fırsatlar doğduğu anda harekete geçtim. İstanbul'da çok güzel projelerde, sergilerde yer aldım. Hala da devam eden projeler var.
Çok küçük yaşlardan beri resim yaptım ve bunu yakın çevrem ilgiyle takip etti. Okul zamanları derste öğretmenlerimin ve arkadaşlarımın portrelerinden yaptığım karikatürleri  hepimizi eğlendirmişti. Büyük abim Mustafa Karasipahi ilk eleştirmenimdi diyebilirim. Yaptığım resimleri ilk onunla paylaşırdım. Resim öğretmenim Tevfim Kayalık'ın adını anmazsam olmaz. Lisede en büyük destekçimdi kendisi. Mimar Sinan Üniversitesi hayalini kurduğumda bana inananların başında gelir. Ailemin desteği özeldi çünkü İstanbul'da okumam için maddi manevi hiç bir şeyi eksik etmediler. Sanırım Muammer Amca Heykelini yapmış olmam özellikle babam Mehmet Karasipahi’yi çok gururlandırmıştı.

Hayalindeki işi yapıyor diyebilir miyim?

"Hayalimin peşinden gidebilmem için çok büyük bir isteğim ve ailemin desteği vardı”

Neşe Karasipahi:
Hayalimdeki okul ve arkasından da hayalimdeki iş. Benim sınava başvurduğum sene Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi yetenek sınavına 8000 kişi  başvuru yapmıştı. Okul  220 kişi aldı ve bunun yalnızca
15 i heykel bölümüne girebildi. Üniversite sınavına nasıl hazırlanılırsa Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yetenek sınavlarına da öyle hazırlandım. Gece gündüz çizim, eskiz yaptım. Türkiye'nin alanında en iyi okuluydu ve benim de en büyük hayalimdi. Şimdi bu okuldan mezun olup, heykel yapıyor olmak mutluluk verici .
Hayalimdeki işi yapıyorum ve bu durum ülkemiz için küçük bir yüzdenin içine giriyor. Herkesin hayalini kurduğu işi yapması zor olmasaydı keşke. İnsanlar yetenekleri ve istekleri doğrultusunda işler yapabilselerdi. Sanırım bu da başka bir hayalin ürünü şimdilik. Hayalimin peşinden gidebilmem için çok büyük bir isteğim ve ailemin desteği vardı. Şu anda da her proje için, aklıma koyduğum her iş için aynı inançla, heyecanla hareket ediyorum diyebilirim.

Peki, felsefi olarak teman nedir?

“Anılarımızın kültürel etkilerini inceliyorum”

Neşe Karasipahi
: Yaptığım işlerden bahsederken sanat görüşümü paylaşmak isterim. Sanat pratiğimin temeli toplumsal, kolektif ve kültürel bellek kavramlarından oluşur. Tarih ve kültüre temel oluşturan, psikolojik bir süreç olan bellek, bellek süreçleri, kendilik kuramını, ortak kültürel norm ve kavramların tarih bilincinin oluşturulmasındaki rolü ile anılarımızın kültürel etkilerini inceliyorum.
Malzeme olarak mermeri seçmiş olmam zaman zaman sert, keskin hatlı bir görüntü verse de bazı işlerimde de kağıt gibi ince kıvrımlı ve daha naif işler yaratmama olanak veriyor. Bu iki farklı ifade biçimi kavramsal yanıyla da dingin bir anlatım arayışımı destekliyor. İşlerim, birbiri içine geçmiş formalarla, mekanın sürekliliği içinde hem geçmişin hem de şimdiki zamanın bir parçası haline gelebiliyor. Zamansızlığın içinde hem durağan olan hem de hareket edebilmeyi amaçlayan bir heykel kurgusu peşindeyim. Bu yaklaşım sonucu ortaya çıkardığım heykeller, mekan ve zamanla kurgulanmış bir yapı içerisinde okunabilir.
Bu bağlamda boşluğu hacimlendiren ve boşluğun içinde saklanan yapılar heykel pratiğiminin temelini oluşturuyor diyebiliriz.

Taşa, ağaca anlam yüklemek… Taşın ruhunu yakalamak nedir? Senden dinlemek isterim.

Neşe Karasipahi:
Taşa anlam yüklemek, taşın ruhunu yakalamak aslında bir heykeltraşın kullandığı malzemeyle kurduğu ilişkiye verdiği isimler olabilir. Her bir yeni malzeme (taş, metal, ahşap vs) yeni bir işi, yeni bir hikâyeyi, yeni bir anlatıyı ortaya çıkarmama imkân sağlıyor. Aslında bir anlamda malzemenin de hakkını vermek gerekiyor.

- Heykel senin için ne anlam ifade ediyor peki… Sanatını icra ederken nelerden beslenirsin mesela… Yani şunu merak ediyorum Neşe, nasıl bir dünya? Hayalindeki dünya mı, dünyanın gerçekleri mi?

“Hikayesi olan işler yapıyorum. Bir çeşit tarih anlatıcılığı da yapıyorum diyebiliriz…”

Neşe Karasipahi:Heykel benim için bir anlatım, ifade biçimi. Çünkü ilgilendiğim alanlar toplumsal, kolektif ve kültürel bellek kavramlarından oluşur. Dolayısıyla bu kavramları ifade etme biçimi malzeme çeşitliliği, üç boyutun zengin anlatımı ve izleyiciyle, mekânla, zamanla en iyi iletişime geçebilen heykel sanatıdır.
Evet hikayesi olan işler yapıyorum, ama mesaj kaygısıyla değil de daha çok ifade etme, anlatma, ortaya çıkarma, görünür kılma gibi güdülerle hareket ediyorum.. Bir çeşit hikaye, tarih anlatıcılığı da yapıyorum diyebiliriz. Ve bu yolda ifade aracı olarak, yazıyı değil de heykeli kullanıyorum.
Heykellerimde kullandığım hikâyeler ya da etkilendiğim hikâyelerden yola çıkarak yaptığım heykeller yer yer, kumaş kıvrımlarıyla, kâğıt kırışıklarıyla birleşir, görünür olur. İşte bu kumaş kıvrımlarıyla, kâğıt kırışıklarıyla bir derdim var. Çok içsel bir dert ve ne olduğunu tam ben de bilemiyorum. Uğraşıyorum, okuyorum, yontuyorum... Sanırım sonuçtan çok sürecin kendisini seviyorum. Önce bir hikâye beni etkiliyor, sonra aklımdaki heykelin küçük bir maketini yapıyorum. Bu maketin istediğim ölçekteki boyutunu taşa geçiriyorum. Taştaki formu marketten bağımsız değiştirip formla oynadığım zamanlar da oluyor. İşte heykelin bu yapım süreci beni en çok heyecanlandıran kısmı diyebilirim. Daha sonra sergileme ve izleyiciyle buluşma anı var ki heykelin başka bir anlam ve boyut kazandığı zaman dilimi başlıyor.
Heykel, heykeller her bir izleyicinin gözünden yeniden, yeniden üretildiği, yorumladığı bu süreç ise, ikinci sevdiğim bölüm.
Mermeri tercih etme nedenime gelince, yaptığım formları en iyi yansıtan, ortaya çıkarabilmeme olanak tanıyan bir malzeme olmasıdır. Kâğıt kırışıklarını, kumaş kıvrımlarını kusursuz biçimde ifade edebilir kılan beyaz mermerleri çok seviyorum.
Heykelle ve mimari ile kurgulanmış şehirler düşünelim. Çocukların içinde heykellerin ve parkların olduğu sokaklarda büyüdüklerini hayal edelim... Nasıl olurdu? Hayal gücü yüksek, yaratıcı bireyler olmazlar mıydı? Şehirlerin insanların daha rahat yaşayacağı, ferah, insan psikolojisine göre tasarlandığını hayal edelim, nasıl olurdu? Sanırım her şey daha güzel olurdu.
Yazmazsam olmaz! Okul yolunu adımlarken nasıl güzel güzel gülüyoruz. Nasıl güzel çocuklardık biz diye kendimizi seviyoruz. Nasıl güzel günlerdi diye diye bir söyleyip bin gülüyoruz. Sanatından ülke gündeminden konuşurken dahınlı (tahinli) batırığa nasıl hızla geçiş yaptığımızı doğrusu kendimizde anlamıyoruz.  

O zaman gelsin soru! Karaman deyince… Sen tamamlar mısın Neşe?

“Karaman deyince; hep daha iyi bir şehir olma ihtimali varken büyülçe bir kasaba halinden çıkamamış olması geliyor aklıma…”

Neşe Karasipahi:Karaman deyince: ailem, akrabalarım, çocukluğum, gençlik yıllarım, soğuk kış günleri, ilk karın düşmesiyle beraber her evde pişen arabaşı çorbası, arkadaşlarla yürüyerek gidilen lise yolu, hatıralar, muhteşem yemekleri, coğrafyası ve hep daha iyi bir şehir olma ihtimali varken büyükçe bir kasaba halinden çıkamamış olması...

-Karaman ile ilgili güzel düşleri proje hayalleri olan birisin. Birlikte heyecan duyduğumuz günler hep alımda. Biraz bahseder misin Neşe?

“Karaman'ın tarihini yaşatmak adına "tarihi bir tema park" yapma hayalim vardı”

Neşe Karasipahi: Karaman ile bir heykeltraş olarak pek çok anı, tarihi olay, toplum hafızası zaten ilgi alanımda. Her gittiğim şehirde de oranın tarihini, anlatılmamış hikâyelerini bulup çıkartırım. Karaman ise memleketim olduğundan benim için ayrı bir yeri var. Sıklıkla geldiğim doğup büyüdüğüm bu şehirde ziyaret etmeden edemediğim insanlar var. Medeni abi (Yavuzaslan) sohbetinden keyif aldığım abilerimin başında gelir. Kendisinin Karaman'la ilgili arşivini anlatmaya gerek yok sanırım. Her gelişimde ofisinde (bütün Karaman'lının çat kapı gelip çayını içebildiği mekan) çay eşliğinde yaptığımız sohbetlerin bir süre sonra yerini sözlü tarih çalışmasına bıraktığını farkedince, bu konuşmalar kaybolmasın, dönüşsün istedim. Neydi bu konuşmalar? Karaman'ın eskileri, yerlisi diye tabir ettiğimiz,Karaman'da iz bırakmış simaları, ilk esnaflar, ilk dükkan sahipleri, kültürü, adabı, komik olayları, eğlence hayatı, Şifo'nun meyhanesi ve daha niceleri hakkında yaptığımız ve benim her seferinde "Medeni abi o kimdi?, o taş bina şimdi nerde?, yaa o da mı yıkıldı gitti?" ile devam eden ve mekana gelen pek çok insanın da bizzat yaşadığı, şahit olup anlattığı anılardan oluşuyordu.
İşte bu sohbetlerden sonra Karaman'ın tarihini yaşatmak adına "tarihi bir tema park" yapma hayali doğdu. Yukarıda bahsi geçen insanları, olayları, mekanları üç boyutlu halde bir parkta sergileme hayaliydi. Yasemin sanırım ilk seninle paylaşmıştım bu fikri ve çok heyecanlanmıştık. Heyecanımız gene yerli yerinde, ama bu fikir hayal olarak kalmaz da gerçek olur umarım. Karaman'ın dümdüz topraklarında bir park düşünün ki size tarihini anlatsın tatlı tatlı.

-Sergilerinden bahseder misin bize…

Neşe Karasipahi: Bir sanatçı için işleriyle görünür, bilinir olmak en büyük arzusudur. İşlerimi sergileme fırsatı bulduğum her an, ya da hikayerimi anlatma imkanı bulduğum anlar benim için hayatın anlam bulduğu, kalbimin kocaman olup içime sığmadığı zamanlardır ve çok özeldir.
İstanbul'da pek çok sergiye, sanat fuarına, festivallere katıldım. Contemporary İstanbul, Akaretler Art Week, Krank Art Gallery'de sergiler, Otonom Sanat Festivali ve en son  geçtiğimiz Ekim ayında Kasa Galeri'de,  kendisi de Karamanlı olan Adnan Yıldız’ın küratörlüğünde gerçekleşen "Dünyanın Ağırlığı" sergisiydi.
Başlığından da anlaşıldığı üzere ağır, yoğun bir sergiydi. Mutlu bir sergi değildi.
“Dünyanın ağırlığı aşktır
Yalnızlığın yükü altında
Memnuniyetsizliğin yükü altında
Ağırlık, taşıdığımız ağırlık aşktır.”
Adnan Yıldız’ın anlatımıyla,"Dünyanın Ağırlığı sergisi, başlığını Beatnik şair Allen Ginsberg' in 1954’te San Jose'de yazdığı Song şiirinden devşiriyor. Eski bir banka kasası olan galerinin mimari gerçekliğinden ilham alıyor ve izleyiciden talep ettiği yön duygusundan ve mekan algısından yola çıkıyor. Potansiyel izleyici, merdivenlerden aşağıya inerek; adeta bir barınağa, kilere ya da sıfır zemine ulaştığında, introspektif bir sürece, kendi içinde bir yolculuğa ve iç dünyalarına yapılacak bir kazıya davet ediliyor. Tehlikeden daha güvenli bir yere sığınma içgüdüsü yerin altına inme hissine karışıyor; bu mekan, izleyicisi ya da şahidi olmadan gelecekte kullanılmak üzere saklanan ‘yaşayan evrakların’ bulunduğu yerler gibi, karanlık, loş, tekinsiz ve ışıksız… Ginsberg’in Çiçek Çocuklar’a ve 1968’e has iyimserliği, belki bugün giderek yok olan doğanın kıyametine, toplumsal cinnete ve siyasi krizlere karşı umutsuz, dirençsiz ve çaresiz hissettiğimiz bir zamanda bize en iyi gelecek panzehir, ilaç, derman ve umut ışığı. Kıyamet kaydırmalarımıza veya bitmeyen kıyamet sörfüne bile iyi gelebilir. Sergi, zihin ve beden dengemizin aynı zamanda toprak, doğa, çevre ve gezegenimizle nasıl ilişkilendiğimiz ile ilgili olduğunu da açıkça tarifliyor. Seçilmiş sanat eserleriyle yeniden okunacak bu şiir, Karaköy'ün pis gürültüsünden kaçıp kendine sığınacak zamanı, cesareti ve gücü olanlara ödünç verilen kısa vadeli bir borç. Yoldan geçen birinin girip kendi hikayesini çekeceği bir senografi, set ya da sahne gibi. Herkesin kendi yorumunu bırakacağı şiirsel bir alan ya da her an değişen bir anlatı mekanı. Aşk, yansıma ve iç gözlemin birleşeceği bir olasılık."
Nevin Aladağ, Mahmut Celayir, Cansu Çakar, İpek Duben, Dennis (Mehmet Refik) Gün, Neşe Karasipahi, Berk Kır, Murat Morova, Agnieszka Polska, Peter Robinson, Furkan Öztekin, Ayfer Tutkan ve Billy Apple® 'ın işlerinden oluşan karma bir sergiydi.

 Peki, coğrafya sanatını nasıl etkiliyor?

“Sanat, bilim, eğitim, üretim her ne alanda iş yapıyor olsak da  zihnen özgür olmadan, özgür düşünmeden başarılı olabilmek imkânsız”

Neşe Karasipahi: Çok derin bir soru bu… "Coğrafya kaderdir" sözü kime ait olduğu belli olmamakla birlikte İbn Haldun bu minvalde "İklimlerin ve beslenmenin insan yaşamı ve uygarlıklar üzerindeki etkileri” üzerine yazmıştır.
Coğrafya kaderdir, biraz olumsuz bir anlatım da içermektedir ve özellikle Ortadoğu Coğrafyası için söylenmiştir diye düşünüyorum. Bulunduğumuz coğrafik konum nedeniyle doğu ile batı arasına sıkışmış, ne doğulu, ne de tam olarak batılı olmayı başarabilen kendini var etme mücadelesi içinde telaşlı, kaygılı zaman zaman neşeli insanlar topluluğuyuz ve bu iki yön (doğu /batı) bizi kültürel anlamda her iki taraftan da besliyor. Ben de bu durumdan nasibimi alanlardanım. Ortadoğu her zaman savaşların, çatışmaların merkezinde olduğu için her zaman da yorgundu.Bu yorgunluk dayanılmaz boyutlara ulaşmış olmalı ki, insanlığı güzelliğe ve inceliklere çağıran içten ses de aynı coğrafyadan çıkıyor sanırım.

“Eskiyle yeniyi taşta buluşturmak istiyorum.”

Selçuklu sanatı, minyatürü, çini sanatı, taş işçiliği bu aralar ilgi alanıma girdi ve bu yönde araştırmalar yapıyorum. Müzeler, kütüphaneler, sahaflar en sevdiğim mekânlar oldu. Önümüzdeki zamanlarda yeni proje biraz bu yönde olacak. Eskiyle yeniyi taşta buluşturmak istiyorum. Kitaplarda, müzelerde sıkışıp kalmış tarihin, estetiğin görünür olması peşine düştüm.
Bahsettiklerim içinde bulunduğum coğrafyadan iyi yönde faydalanmak adına olabilir, sizin sorununuz eğer farklı bir ülkede, şartlar içinde olsaydım ne olurdu ise onun yanıtını o şartlarda yaşamadan bilemem.
Sanatla uğraşmak için belli bir ekonomik özgürlük gerekiyor. Bir atölyede malzeme, zaman, satış kaygısı olmadan üretebilmek gerekiyor. Sanırım en büyük özgürlük de düşünce özgürlüğü. Sanat, bilim, eğitim, üretim her ne alanda iş yapıyor olsak da  zihnen özgür olmadan, özgür düşünmeden başarılı olabilmek imkânsız. Daha özgür, yaratıcı, üretken bir topluluk olabilmek, gençlerin umutla, neşeyle yaşayabildiği bir dünya yaratabilmek idealini ülkem ve dünya adına çok isterim.
Sanatın insan yaşamını yaratıcı ve özgür kılabilme ihtimalini seviyorum.

Çok mutlu oldum Neşe. Daha konuşacak çok şey var biliyorum. Yenisine niyet edelim hemen…  Sanatın gücü iyileştirecek hepimizi, yolun açık olsun. Teşekkür ederim.

Neşe Karasipahi:Yasemin sana ve Karaman'da Uyanış Gazetesine  çok teşekkür ederim, bu harika soruların,sohbetin ve dostluğun için.