Karaman'da Ramazan Sohbetleri (19)

TAKİP ET

 'Ruhu doyanın karnı zaten doyar' der büyüklerimiz… On bir ayın sultanı Ramazan ayı birazda iç dünyamızda hasbıhal ayıdır. Bu ramazan ayında birbirinden değerli konuklarımızla ruhumuzu doyuracak sohbetler ile Karaman'da eski ramazan geleneklerine birlikte ışık tutacağız.

Varlık âleminde her şeyin bir kalbi vardır. Senenin kalbi de ramazandır. Ramazan hatıraları yüzümüzde hep tatlı bir tebessüm... Ramazan ayı bir dingin mevsim, en çok da kalbin orucu! Birlikte iyileşmenin yollarından biri...

İstedik ki ramazan sohbetleri; hem bizleri iyileştirsin, hem de ruhumuza iyi gelsin.

Karaman’da Ramazan gelenek ve göreneklerimizi birlikte kayıt altına alacağımız konuklarımız bakalım ne Ramazan hikâyeleri anlatacak?

Ramazanın gelişini bize ne hatırlatır? Çocukluğumuzun ramazanları nasıldı? Konuklarımızla birlikte Karaman’daki Ramazan hatıralarımıza birlikte ışık tutmaya devam ediyoruz.

Bugün ki konuğumuz Araştırmacı Yazar ve Öğretmen Yusuf YILDIRIM.

Yusuf YILDIRIM, Ramazan ile ilgili düşüncelerini ‘Uyanış Ramazan sohbetlerine’ anlattı.

-Ramazan ayının geldiğini size hatırlatan şey nedir? Karaman'daki ramazan geleneklerinden biraz bahseder misiniz?

*Aslında hatırlamaktan öte ramazan birçok yolla hatırlatır kendisini. Üç aylara girilmesi ramazanın birinci habercisidir. Her ne kadar günümüzde geleneksel yaşatıcısı azalsa da üç aylar kültürümüzün önemli ögelerindendir. Çok değil otuz kırk sene önce üç ayların girdiği bir ritüel edasında dilden dile yayılırdı. Mahalleli, konu komşu, üç aylarda özellikle kandillerde hangi namazların kılınacağını, hangi günler oruç tutulduğunu birbirine sorar dururdu. Mutlaka da diğerlerine göre biraz daha bilgili hanım ya da bey, hoca rolüne geçer neler yapılacağını bilgisince anlatırdı. Ama bu bilgiler ya yetmez ya da daha sağlam bilgiler diyanetin hocalarına sorulurdu.

Üç ayların ve ramazanın yüksek sesli habercisi tabi ki berat kandilidir. Karaman’da, kandillerde büyüklü küçüklü cami ve mescitlerin dolup taştığı günler artık geride kaldı. Günümüzdeki kalabalıkların cami ve mescitleri doldurması asla eskiyle karşılaştırılamaz. Eski havadan eski heyecandan söz etmek pek mümkün değil. Gerek berat kandili olsun gerek diğer kandiller olsun, bir düğün bir bayram havasında geçerdi. Eski ile bugünün arasındaki en büyük fark, yabancılaşmadır. Bugünün kalabalığı, hiç birbirini tanımadan bir dostluk, bir samimiyet havası tatmadan cami ve mescitleri doldurup boşaltmaktadır. Geleneksel mahalle yaşamında ise mahalleli kandil gecesinde camilere, mescitlere taşınırdı. Akşam yemeği biter bitmez hazırlıklar başlardı. Anneler çocukların abdest almalarını sağlar, güzel ve temiz elbiselerini giydirirlerdi. Mahallenin her hanesi, maaile en yakın mescit ya da camiye giderdi. Anneler, kızlar kadınlar bölümüne giderken, babalar, ğabeyler ve çocuklar ise camideki buldukları yere birlikte otururlardı. Sokaktaki yaramazlıklar akşamları camilere taşınırdı. Çocuklar için her yer oyun yeri olduğu için camide de içeri dışarı koşuşturmalar, kovalamacalar namaz başlayıncaya kadar hatta namaz esnasında devam ederdi.

Ramazan yaklaştıkça hanelerdeki hareketlilik de artardı. Öncelikle her hane, evinin içini dışını, avlusunu temizler, eşyalara bir çeki düzen verirdi.

Şimdi şehir büyüdü. Camiler mescitler dolup taşsa da sokakta yaşam tarzı, geleneksel kültürü hızlıca değiştirmekte ve ona baskın çıkmaktadır. Bugün özellikle merkezde camiler dolup taşsa da caddede misli misli fazla kalabalık farklı bir dünyadaymış gibi bir hayat sürmektedir.

Nazım Boynukalın ve Remzi Tartan ağabeylerden dinlediğim kadarıyla Karaman’da 50’lerde ramazana doğru evler genel bir temizlikten geçirilirdi. Her hane, evinin avlusunu, odalarını kireç badanadan geçirirdi. Kireç badana hem mikrop kırar hem de beyaz rengiyle görüntüye bir güzellik katardı. Duvarların alttan yaklaşık elli altmış cm kadarlık bölümü ise ince çamur sıva ile badalanırdı. Böylece sarı beyaz renklere bürünmüş toprak damlı ve kerpiç evler ve sokaklar; bir bahçenin çiçekleri gibi şehre canlı görünüm verirdi.

Günlük hayatta ramazanın en büyük müjdecisi tabi ki, çarşıdır. Esnaf dükkanlarının önünde hurmalar görünüyorsa ramazan çok yaklaşmış hatta gelmiş demekti. Ama Karaman’a özgü ramazan habercisi tabi ki, tahinli ekmek ve pidedir. Bugün nasıl fırınların önünde uzun tahinli pide kuyrukları oluyorsa geçmişte de aynı kuyruklar vardı. Çünkü Karaman’da herkes özellikle sahurda tahinli pide yer. Tahinli pide içindeki katıkla oruç tutanları gün boyu tok tutar açlığa karşı dayanıklı kılardı.

Ramazanda vaazlarıyla halka dini nasihat veren her neslin bir hocası vardı. Bunlardan Gara Müftü diye meşhur, eski Karaman Müftüsü Mehmet Yaralı Hoca’ya yetişenler halen hayattalar. Dikbasan Camii’ndeki ve Yunus Emre Camii’ndeki heyecan dolu vaazlarını halen de anlatırlar. Benim gençliğimde ise ak sakalıyla Garasakal Hoca, Demirciler Camii’nde ramazanda ikindi vakti güldürücü fıkra ve hatıralarıyla eğlenceli vaazlar verirdi.

Abdullah Okur ağabey diyor ki, ramazanda komşularla ve akrabalarla içli dışlı olunur herkes cümbür cemaat birbirini iftara çağırırdı. Var yok denmez ne varsa paylaşılır, birlikte yenilir içilirdi. Fırınlarda pide çıkmaya başladı ise mutlaka ramazan gelmişti. Evlerde ise erişteler kesilir, mayalılar ve şepitler pişirilirdi. Kavurmalar yapıldıktan sonra sahurluk sıkmalar da hazırlanırdı. İşte ramazan böyle şen gelirdi.

Yine Hasan Özünal ve Abdullah Okur ağabeyler farklı bir gelenekten, bir bakıma Karaman mahyasından söz ediyor. Kandil günlerinde ve 30 ramazan iftar saatinde camilerin şerefelerine kandiller asılır, yatsı namazı ya da teravih bittikten sonra indirilirdi. Kandil asılan camilerin Aktekke, Araboğlu, Yunus Emre, Dikbasan’da olduğunu hatırlıyoruz diyor Hasan Özünal ve Abdullar Okur. Yeni Minare de olabilir.

-Ramazanın düşünme seyrinde size hissettirdikleri nelerdir?

*Ramazan ayı, oruç ayı bilindiği üzere. Ve oruç manevi bir ibadet olduğu kadar bedensel bir eylem ve psikolojik yönü ağır basan zihinsel bir etkinliktir. İnsan sahurda başlayan bu eyleminde iftara kadar kendisini birtakım ihtiyaç ve istekten mahrum bırakmayı taahhüt eder. Bu mevsimde günlük 15 saate yakın aç kalmak, rutin istek ve davranışları terk edebilmek zorlu bir sınavdır. Çünkü oruç saat saat hatta sonlarına doğru dakika dakika bir sabır bir dayanıklılık isteyen zorlu bir uğraştır. Bu sabır ve dayanıklılık sadece açlığa karşı değil çok daha güçlü alışkanlıklar olan günlük hayatın getirdiği bağımlılıklara da karşı duruştur.

Bu yönü ile de oruç zengin ile yoksulun eşitlendiği bir etkinliktir. Toplumsal özelliği ağır basmaktadır. Oruç, varlıklı ve durumu göreceli daha iyi olanların ihtiyaçlıları, dar ve zor durumda olanları daha iyi anlayabildikleri bir dönemdir. Bu anlayış da toplumsal yardımlaşmayı, dayanışmayı katmerler, toplumsal bağların daha da sıkılaşmasını ve güçlenmesini sağlar.

Oruç bir ibadet olarak insanın kendine yönelmesine kendini daha iyi tanımasına yardımcı olan bir araçtır. Günlük hayatın telaşesi ve yoğunluğu içinde kaybolan insan aslında kendine bir o kadar uzak bir o kadar yabancıdır. Ama oruçla gelen günlük hayatın mahrumiyetleri, insanın kendisinde derinleşmesine; kendisini sorgulamasına, öz eleştiri yapmasına ortam hazırlar.

İnsan “Gerçekte ben kimim, nasıl bir varlığım, sadece bu dünyada bir bedenden ibaret miyim, niçin ve neden yaşıyorum?” sorularını sordukça içinde büyük bir gönül büyük bir ruh taşıdığını fark edecektir. İnsan ne kadar gönlüne iner ne kadar ruhuna yaklaşırsa o kadar huzur dolar, hayatın geçiciliğini fark eder ve sonsuzluk, gerçek mutluluk arayışına girer. Bu arayışın kendisi bile tatlı bir huzurdur. Çünkü insan özüne yaklaştıkça gerçek mutluluğa yelken açmış demektir.

-Çocukluğunuzda unutamadığınız bir ramazan anınız?

*Benim çocukluğumun ramazanları yaz aylarına denk geldi. Ağustosun başı ile temmuz aylarında oruçlar tuttuğumuzu hatırlıyor ve biliyorum. Büyüklerin o uzun yaz günlerinde nasıl oruç tutabildiğine ve nasıl dayandıklarına şaşırırdım ve hayranlık duyardım. Ben de her çocuk gibi önceleri tekne orucu ile ramazana katıldım. Maaile sahura kalkındığında kendime o büyük sözü ben de verirdim: Evet ben de bugün, gece 2.30’dan akşam 8.20’ye kadar oruç tutacağım. Çocukluk düşüncesiyle zihnimde akşam şipşak oluverirdi de gel gelelim o uzun günlerin daha öğleni bile bir türlü gelmez açlıkla guruldayan mideyi avutmak imkânsız hale gelirdi. Tabi ki şiddetli açlıkla ya da dinmez susuzlukla kıvranan bedeni sakinleştirmek için hemen mutfağa gidilir ve ne bulunursa yenilir içilirdi. Böylece tekne orucu da icra edilmiş olurdu.

-Bu güzel ayda ramazan yemeklerine ilgi ve önem de kendiliğinden artıyor tâbi... Aklınıza gelen ilk şey ne olurdu?

*Çok yemek seçen biri değilim. Lezzet yani damak tadı yakalanmış her yemek benim için en iyi yemek adayıdır. Açlık ve susuzluğa dayanaklı biri olduğum için oruç günlük hayatımı pek fazla zorlamaz. Ancak bu durum çaya gelince geçerli değildir. Çay mahrumiyeti hiçbir şeye benzemez. Nerde ise günün her saati içilmesi, dostlukların simgesi, sohbetlerin başlatıcısı, “gel keyfim gel”in varlık sebebi olan çayı her şeyden daha üste koymak gerek.

*Bu güzel sohbeti leziz bir iftar yemeği tarifi ile kapatmak isteriz? Olmazsa olmazınız?

Size eşim Sultan Yıldırım’ın mutfağından bir yemek tarifi vereceğim.

Patlıcan Kebabı

Malzemeler: 1 kg iri doğranmış kuzu kuşbaşı, 1 kg patlıcan, 5 adet yeşil biber, 2 adet katya biber 1 baş sarımsak, 1 adet soğan, 3 adet domates, 1 yemek kaşığı biber salçası, 1 yemek kaşığı domates salçası, tuz, karabiber, kimyon

Tarif: Kuzu etini az su ilave pişirelim. Patlıcanı alacalı soyup parmak büyüklüğünde kesip biberlerle beraber kızartalım. Soğanı yemeklik doğrayıp kavuralım. Sarımsak ilave edelim. Domatesi rendeliyip onu da ilave edelim. Salça ve baharatları ekleyelim. Üzerine az su dökelim. Sosumuz hazırdır.

Yayvan bir tencereye sıra ile eti, patlıcanı ve yaptığımız domates sosunu koyup pişirelim.

Afiyet olsun.

HABER/Röportaj: Yasemin KÜÇÜKCİCİBIYIK